20 Ağustos 2022

Sevgilin bitkin düşmeli öpülmekten

Okan Bayülgen'in "uzun yaşamak için seksi bırakmak şart" görüşünü savunuyorsanız size diyeceğim şudur: Canınız o kadar sıkılacak ki erken yaşta ölseniz bile o hayat size çok uzunmuş gibi gelecek, vakit geçmek bilmeyecek!

İki hafta önce 87 yaşındaki bir erkeğin, 80 yaşındaki eşiyle "yeterince" sevişemiyor olmasından yakındığı bir olaydan söz etmiştim. (O gün okumayanlar için yazının başlığının "Azgın teke demeden önce dur ve düşün" olduğunu söyleyeyim.)

Bu yazı üzerine ciddi bir eleştiri aldım, bir hekim okurum beni "acımasızlık" ile suçladı.

"Kadınları erkek egemenliğinde seçime zorlamaktan vazgeçin. Bu çok ayıp ve acımasız. Kadınların ve erkeklerin beyinlerini yıkayıp kendilerine fiziksel ve psikolojik zarar vermelerine sebep oluyorsunuz" diye yazdı.

E-postayı okurken, kendimi bir James Bond filminin dünyayı yok etmeye kararlı antikahramanı gibi hissettim.

James Bond tarafından durdurulmadan önce yeterince kadın ve erkek beynini yıkamayı başarırsam olabilecekler gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti.

Şaka bir yana bu mektubun "bilgilendirici" bölümünü yazının sonuna ekledim.

Bugünkü sohbet konumuz 87 yaşındaki "azgın tekenin" hissettiklerinin tam tersini hissedenler.

Kim bilir belki böylece o yazıyla yıkadığım beyinlerin bir bölümünü yeniden kirleterek günahlarımdan arınabilirim.

Okan Bayülgen bundan birkaç yıl önce şöyle bir demeç vermişti:

"Seksi tamamen bıraktım. 
Uzun bir hayat için seksi bırakmak şart."

Hâlâ aynı fikirde midir, artık daha kısa ama nispeten daha eğlenceli bir hayatı tercih ediyor mudur, bilmiyorum.

Bunun bir gazetecilik defosu olduğunu da kabul ediyorum. Bu yazıyı yazmadan önce bir telefon açıp hâlâ aynı fikirde olup olmadığını sormalıydım aslında.

Ama bu sıcakta bir "bilinmeyen numara" aramasını açmayacağını düşündüm. Ben öyle yapıyorum çünkü.

Telefonu açsa daha da acayip.

Düşünün, bilmediğiniz bir numaradan aranıyorsunuz ve bir erkek sesi şunu soruyor: "Yeniden sekse başladınız mı?"

Yok, kendimi bu durumda düşünemiyorum, onun için gazetecilik ilkelerini filan bir kenara fırlatıverdim, umarım medya ombudsmanı bu suçumu bağışlar.

Tabii Okan Bayülgen önemli bir karakter ve medyada kendinden söz ettirmeye de hiç ihtiyacı yok.

Onun için bu sözleri birçok sanatçının yaptığı gibi "laf olsun, testi dolsun, sürümden kazanalım" diye söylemediğine kuşkum yok.

Öte yandan bu tür sözleri söyleyebilmek de zaten insanlar aleminin sanatçı tayfasına düşmeli.

Ulaşmazsa anlamsız

Sıradan insanların bu tür sözler söylemesinin bir anlamı olmaz çünkü o sözler kimseye ulaşmaz.

Sözlerin birilerine ulaşması, üzerine düşünülmesi, konuşulması için söyleyenin ciddiye alınan birisi olması gerekir ki bu durumda amaç da hasıl olmuş bulunuyor.

Nitekim edebiyata ilgi duyanların iyi bir şair olarak da tanıdıkları bir felsefe profesörü olan Afşar Timuçin, bundan yıllar önce Milliyet gazetesinde yayımlanan söyleşisinde şöyle diyordu:

"O yönde bir arzum kalmadı. 

Bunun için belli bir yaşa gelmek gerekiyormuş meğer. İnsanın kendini cinselliği olmayan bir varlık gibi algılaması ne güzelmiş meğer. Oh, dünya varmış!"

Hocanın "o yön" dediği şey cinsellik, bunu belirteyim.

Aynı söyleşide "Biraz abarttım, insanların her şeyi cinsellikle ilişkilendirmesine tepkiydi" diyecekti.

Belki Okan Bayülgen'in sözleri de böyle bir tepkinin sonucunda söylenmişti, bu da aklımızda olsun.

Ama Timuçin Hoca cinsellikle ilişkisinin kesilmesi sayesinde kadınlar ile daha normal, huzurlu ilişkiler kurduğunu söylemeyi de ihmal etmiyordu.

Şener Şen anlatmıştı, şimdi hayatta olmayan ama çok verimli bir film yönetmeni yaşlanıp da cinselliğe ilgisi azalınca şöyle demiş:

"Kadınların da konuşabildiklerini fark ettim, çok mutluyum."

Böyle söylemesinin nedeni daha önce hayatına giren kadınların dilsiz olmaları, fikirlerini söylemeye çekinmeleri ya da hiçbir fikre sahip olmamaları değil tabii.

Kadınlar konuşurmuş ama rahmetli, karşısındaki kadın ile ilgili planlar kurarken ne anlattıklarını duymazmış bile.

Kabul ediyorum ki pek hoş bir durum sayılmaz.

Ancak insan türünün bazı erkek bireylerinin kadınlara sadece bu gözle baktıklarını biliyoruz.

Elbette cinslerin eşitliği anlayışı kök salıp yaygınlaştıkça tablo değişecektir.

Filozof Arthur Schopenhauer'in de böyle bir öyküsü var:

Göttingen Üniversitesi'nde öğrenci olduğu yıllarda bir kır gezintisi için arkadaşlarıyla birlikte plan yaparken gruptakilerden biri "Geziye götürecek birkaç kadın bulmalıyız" deyince Schopenhauer geziyi iptal edip şöyle söylemiş:

"Hayat o kadar kısa, tahmin edilemez ve uçucu ki böyle büyük bir çaba göstermeye hiç değmez."

Ama bu sözlerin üzerinden 10 yıl bile geçmeden çıktığı İtalya gezisindeki davetlerde pek çok çekici kadınla tanışan Schopenhauer'in "Hepsinden çok hoşlandım, ah keşke bir de beni isteselerdi" dediğini de biliyoruz.

Tabii beş parmağın beşi bir değil.

Kadınların hayatlarındaki varlığını çok önemseyen erkekler de var.

Mesela bunlardan biri 1902 ile 1930 arasında ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından olan, hukukçu Oliver Wendell Holmes Jr.

Kendisi ifade özgürlüğünün yılmaz savunucularından biriydi.

"Nefret ettiğimiz ve ölümle dolu olduğuna inandığımız görüşlerin ifadesini bile denetleme girişimlerine karşı ebediyen tetikte olmalıyız" diyen bir yargıçtı, bizimkilerin kulakları çınlasın.

Yüksek yargıç 85 yaşında yolda yürürken güzel bir genç kızla karşılaşmış. Kızı gördüğünde şöyle dediğini okumuştum bir "özlü sözler" kitabında:

"Ah, yeniden 70 yaşında olmak vardı!"

Rahmetli yönetmenin de Schopenhauer, Bayülgen ve Timuçin'in de böyle konuşmuş olmalarının nedeni, kadınları sevmemeleri değildi kuşkusuz. 

Büyük olasılıkla anıların yorgunluğunu taşıyorlardı.

Toprağı bol olsun Luis Bunuel'in yaşlılık iktidarsızlığı başlayınca şöyle dediği iddia edilirdi:

"Sonunda kurtuldum diktatörün esaretinden."

Çok aradım ama bu sözü nerede söylediğini bulamadım. Şu sözlerini buldum:

"75 yaşıma kadar yaşlılıktan hiç nefret etmedim. Hatta bunda bir çeşit hoşnutluk ve yepyeni bir sükûnet buldum. Cinsel istek ve diğer tüm isteklerin yok oluşunu bir kurtuluş olarak görüyorum."

Kadın-erkek ilişkilerinde cinselliğin önemi olmadığını söyleyecek kadar saf ve bakir bir Anadolu çocuğu değilim.

Bir erkeğin hayatındaki tek bir özel kadının, her şeyi değiştirebileceğini, hayatı yaşanabilir kılacağını, kadınsız bir yaşamın eksik kalacağını düşünüyorum.

Zaten bizim türümüzün erkekleri sırf cinsel arzularını tatmin edebilmek için bile bir kadın ile birlikte olabilecek şekilde tasarlanmış.

Kadınların önemli bölümü için (hepsi demediğime dikkatinizi çekerim) cinsellik, sevginin bir parçasıyken, erkeklerin önemli bölümü için cinsellik kendi başına da yaşamın bir anlamı olarak görülebilir.

Ama gün gelip libido elimizden uçup gittiğinde bile yine de yaşamımızı paylaşacak, konuşup dertleşebileceğimiz, zekâmızla etkilemeye çalışacağımız bir kadının varlığına ihtiyaç duyarız.

Bir erkeğin, yaşamında sevdiği özel bir kadın yoksa bu kuşkusuz ki eksik kalmış bir hayattır. Eksiktir çünkü bir erkeğin hayat içindeki duruşu, yaşamını paylaştığı kadının durduğu yerle ilgilidir.

Antonio Canova, "Aşk Tanrısının Öpücüğü Tarafından Canlandırılan Ruh," 1793 

Kadınla aynı hizada

Başka bir deyişle, bir erkeğin hayata bakışı birlikte olduğu kadının vizyonu ile sınırlıdır, ne bir adım ilerisi ne bir adım gerisi! Erkekler, hayatta ne yaparlarsa bir kadın için yaparlar ki bunu daha ilkokul birinci sınıfta öğrenmiştim. Çalışkanlıkları ile öne çıkamayan erkek çocukların, sınıfın en azgın tiplerine dönüşmelerinin nedeni de budur zaten: Kızların dikkatini çekmek!

Kendi deneyimimden biliyorum, lütfen erkek çocuklarınızı sınıfta yaramazlık yapıyorlar diye fazla hırpalamayın. Sorumlusu o değil, lanet olası testosteron!

Sonra yıllar geçer, yaşlar ilerler. Bir kadına sarılmak, onu öpmek gençlikteki gibi bir heyecan patlamasına yol açmamaya başladığında bile yanımızda bir kadın ararız. Dünya kalabalıktır ama aslında hayatlarımız hep iki kişiliktir.

Bütün bunlara rağmen Okan Bayülgen'in "uzun yaşamak için seksi bırakmak şart" görüşünü savunuyorsanız size diyeceğim şudur:

Canınız o kadar sıkılacak ki erken yaşta ölseniz bile o hayat size çok uzunmuş gibi gelecek, vakit geçmek bilmeyecek!

Ataol Behramoğlu'ndan bir şiir ile vedalaşalım bu hafta:

"Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği." 

Bu da bir tıbbi uyarı

Yazının başında sözünü ettiğim okuyucu eleştirisinin şu bölümünü ciddiye alıyor ve sizlerle de paylaşmak istiyorum:

"Size bir geriatri doktoru olarak biraz anatomi ve fizyoloji anlatmak istiyorum. Menopozdan sonra kadınların kadınlık hormonlarının azalmasıyla birlikte vulva vadende atrofi yani küçülme ve incelme başlar. 

80 yaşındaki bir kadının vajinası içine penisi alamayacak kadar küçülür, büzülür. Vajina ve vulvayı kaplayan mukoza dediğimiz ıslak kaygan doku bir tül mendil kadar incelir ve kurur. 80 yaşındaki bir kadının cinsel organları neredeyse tamamen kapanır. Penis vajinaya giremez. Zorlanırsa yırtılır, kanar ve çok acılı olur. Hatta 80 yaşındaki kadınlarda biz spekulum denen aleti bile kullanamayız. Belki pediatrik boy kullanılabilir o da ancak çok gerekliyse. 89 yaşındaki bir kadını penetratif ilişkiye zorlamak canavarlıktır, sapıklıktır. Böyle bir eylem kadına çok büyük zarar verebilir. Vajinasını yırtabilir, mesanesine ve rektumuna çok ciddi zarar verebilir. Oradaki dokular artık o yaşta penetratif ilişkiyi kaldıramaz. Tıpkı bir çocuğa tecavüz etmek gibi. Cinsellik ileri yaşlarda başka şekilde yaşanabilir. 

Sarılmak, temas, mastürbasyon vs."

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

“Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Güzelliğin on para etmez!

Kendisini aşağıya çekmeye çalışanlara karşı geçmişte güzelliğini saklamak zorunda kaldığını söyleyen Nurgül Yeşilçay, aslında erkeklerin bilinçli taktiğine işaret ediyor: Kadın kendisini yetersiz hissetsin ve gözü benden başkasını görmesin

Bir efsanenin sonu

Bu seçimin bize gösterdikleri arasında en önemlisi Erdoğan'ın artık psikolojik üstünlüğünü kaybetmiş olması. "Her seçimi kazanır, Kurum'u aday gösterse bile kazanır" efsanesi yıkıldı, artık Erdoğan'ın öyle bir gücü yok

Aynı anda kaç kişiye âşık olabilirsiniz?

Poliamoride bireyler, birden çok sevgiliye sahip oluyorlar ve söz konusu ilişkiye dâhil olan herkes bu durumu biliyor ve bilmekle de kalmıyor, onaylıyor. Dürüst ve açık bir durum var, kimse kimseden bir şey saklamıyor...