26 Nisan 2025

İlkelliğin yeniden inşası!

Bugün sokaklarda genç kızların bile ağzından rahatça çıkabilen kelimeleri çocukken hiç duymazdım. Şimdi stat dolusu insan bir ağızdan küfredebiliyor, komedyenler bile izleyiciyi güldürmek istiyorsa artık küfretmek zorunda. Siyaset sahnesinde de durum farklı değil...

Benim çocukluğumda Antalya sokaklarında küfür duymak mümkün değildi.

Kim bilir, büyükler küfrediyorlarsa da etrafta çoluk çocuk varken bundan kaçınıyorlardı belki de.

Sokakta duymadığımız şeyi evde de duymazdık tabii.

Rahmetli babam birisine çok kızdığında o kişinin bir hayvanın çocuğu olabileceği ile ilgili bir cümle kurardı ama hepsi bu kadar.

Bugün sokaklarda son derece narin görünümlü genç kızların bile ağzından rahatça çıkabilen kelimeleri babamdan hiç duymadım mesela.

Kendimi bildim bileli futbol izleyicisiyim, taraftarım.

Çocukluğumun bir başka bölümünün geçtiği Ankara’ya Fenerbahçe maça gelecek de biz gitmeyeceğiz!

Mümkün değildi.

Tezahürat diye “ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” diye bağırdığımızı hatırlıyorum.

Hakeme de genellikle gözüne gözlük takması önerilirdi; bir cinsel yönelimi aşağılama amaçlı kelimenin tempolu olarak söylendiğini hiç hatırlamıyorum.

Şimdi bakıyorum bütün stat, kadın çoluk çocuk demeden bir ağızdan küfredebiliyor; en yakası açılmadıklarından hem de.

Ve bir statta böyle tempolu küfür ne kadar uzun sürdürebiliyorsa, ertesi günün gazetelerinde taraftarın muhteşem desteğinden söz edildiğini okuyorum.

Küfür ile siyaset genel bir eğilim

“Eskiye özlem duyan yaşlı bunak” muamelesi görmek istemem ama şunu da söylemeliyim ki eski komedyenler de küfrederek milleti güldürmeye çalışmazlardı.

Fuar zamanı İzmir’e gittiğimizde gazinolarda şarkıcıların arasında sahneye çıkan ve genellikle iki kişi olan komedyenler şarkılı türkülü esprilerle izleyicileri güldürebiliyorlardı mesela.

Bugün bu mümkün değil.

Komedyen izleyiciyi güldürmek istiyorsa artık küfretmek zorunda.

Bazılarını yakından tanıyorum, günlük hayatlarında hiç de öyle küfürlü konuşmuyorlar ama sahneye çıktıklarında ya da bir filmde küfrettikleri zaman izleyici gülüyor.

Bunun ben fakındayım da onlar değil mi? Elbette farkındalar ve izleyicinin genel eğilimi, onların sahne performansının çizgisini de belirliyor kaçınılmaz olarak.

İstanbul’un seçimle göreve gelmiş belediye başkanına kurulan yargı kumpasını protesto amaçlı gösterilerde, bazı göstericilerin Cumhurbaşkanı’nın ailesine yönelik küfürlü sloganlar atmalarına bu yüzden şaşırmadım.

Küfür ile siyaset yapmak, siyasi muhalefeti küfür düzeyine indirgemek utanç verici bir durum elbette.

Ama görüyorum ki bu genel bir eğilim.

Bizzat politikacılarımızı da etkisi altına almış.

Bugün artık “utanç derimiz kalınlaştığı için” küfür diye algılamadığımız kelimeleri ardı ardına sıralayabiliyorlar, kimse yadırgamıyor.

New York Times muhabiri Matt Richtel, Massachusetts Liberal Sanatlar Koleji’nde psikoloji profesörü Timothy Jay ile bu konuyu konuşmuş.

Amerika’da da küfürlü konuşmak toplumda giderek yaygınlaşan bir durum. Bu dünyada yalnız değiliz yani!

Bir zamanlar alenen söylenmesi beklenmeyen kelimelerin giderek yaygınlaştığına dikkat çeken Dr. Jay, küfür kullanımını neyin motive ettiği ve kullanana nasıl bir tatmin sağladığı ile ilgili çalışmalara bütün kariyerini adamış bir bilim insanı.

Yıllarca insanlardan küfür kelimelerini 1’den 10’a kadar bir ölçekte sıralamalarını isteyen bir araştırma da yürütmüş.

“Lanet olsun” ya da “cehenneme git” gibi kelimelerin 100 yıl önce radyo programlarında kullanılamayacak kadar ayıp sayıldığına, şimdi ise gazetelerdeki çizgi romanlarda kullanılan sıradan kelimeler olduğuna dikkat çekiyor.

Dr. Jay küfürlü konuşmanın giderek daha rahat bir hal almasının kısmen insanların sosyal medyada iletişim kurma biçiminden kaynaklandığını söylüyor.

Sosyal medya cesaret veriyor

2014 yılında yayınlanan bir araştırma Twitter’da (X) küfür amaçlı kelimelerin gönderilerin yüzde 7.7’sinde yer aldığını ve platformdaki her 10 kelimeden yaklaşık 1’ini temsil ettiğini gösteriyor.

Dr. Jay sosyal medya iletişiminin yüz yüze olmamasının, kullanılan kelimelere karşı fiziksel bir misillemeye neden olmayacağının verdiği rahatlığa dikkat çekiyor. Küfretmenin kişisel bir sonuç doğurmamasının verdiği rahatlıktan söz ediyor.

Dr. Jay’in söylediklerini okuduktan sonra bizde de böyle çalışmalar var mıdır diye internetten baktım.
İstanbul Üniversitesi’nde verilmiş bir yüksek lisans tezi “İlkelliğin Yeniden İnşası: Duygu ve Dil Açısından Sosyal Gen Aktarımı Olarak Küfür” başlığını taşıyor.

Hilal Ekşi’nin tezine göre küfür, bireyin rahatlamasına, güçlü hissetmesine ve kendisini ifade edebilmesine olanak sağlıyormuş.

Ekşi “Erkekler varlıklarını ve güçlerini toplumsal arenada göstermek, kadınlar ise varlıklarını erkekler üzerinden tanımlayarak onlarla ‘eşit’ konumda yer alıp aynı muameleyi görebilme talebi nedeniyle küfürlü söylemleri kullanıyorlar. Doktora öğrencisi olan bir erkek katılımcı, küfürlü söylemleri artık başarıyı kutlamada veya tebrik etmede bile kullandığını ifade etmişti. Küfrün özel isimlerin yerini aldığını, arkadaşlara hitap etme biçimi olduğunu da eklemişti” diye anlatıyor.

Bunu okuyunca bizim siyaset esnafının ağzının da giderek niye bozulduğunu daha iyi anlar oldum.

Demirel’in, Ecevit’in, Türkeş’in, Erbakan’ın ağzına yakıştıramayacağımız kelimeleri TBMM kürsüsünden bile ardı ardına sıralayabiliyorlar.

Bu kelimelerden herhangi birisini, bir mahalle kahvehanesinde okey oynayan birisine söyleseniz, kafanıza istekayı yersiniz!

Ama siyaset sahnesine çıkınca atış serbest, salla sallayabildiğin kadar.

Bu sözlerine bakarak günümüz politikacılarının kendilerini ifade etme yeteneği bu kelimelerle sınırlıymış diye düşünebiliriz tabii.

Kullanmayın ki duymayın...

Siyasetin bu kadar ilkel bir düzeye inmiş olmasının, sokağa nasıl yansıdığı da önemli elbette.

Atasözündeki gibi, “imam” gaz çıkardığında estireceği rüzgârın sokakta ne sonuç yaratabileceğini de düşünmeli.

Dr. Jay küfretmenin kişisel bir durum olduğunu vurguladıktan sonra şuna dikkat çekiyor:

“Kişinin bir sözcüğü özellikle çocukluk döneminde duyması ve söylemesiyle oluşan psikolojik geçmişi ve daha sonra sözcüğü tekrar kullanması, daha önce o sözcükle ilişkilendirilen duyguların ortaya çıkmasına neden olur. Sosyaldir, yani duygusal açıdan önemli olan kelimeler yalnızca konuşmacının kelimeyle olan psikolojik ilişkisine değil, aynı zamanda konuşmacının topluluğu içindeki kelimenin değerine de bağlıdır.”

Onun için protesto meydanlarında küfür duymak istemeyen politikacılara önerim, kötü kelimeleri çoluk çocuğun da duyabileceği şekilde kullanmamalarıdır.

Siyaset, memleket meselelerini çözmek için yapılır.

Bunun için, varsa fikrinizi düzgün şekilde ifade etmelisiniz ki karşınızdakiler de kendi fikirlerini söyleyebilsinler.

Vatandaşlar da böylece fikirleri kıyaslama olanağına kavuşur.

En kötü küfürleri, en hızlı şekilde ardı ardına sıralama yeteneği, bir politikacıda aranması gereken nitelikler arasında sayılmaz.

Ne dersiniz, sayılır mı yoksa?


Gazete Oksijen'den alınmıştır.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türk olmak kolay değil arkadaş!

Amerika’da üniversiteler ile Trump arasındaki çatışmayı, dünyanın geri kalanı büyük bir fırsat olarak görüyor. Çünkü değerli bilim insanlarını kendi ülkelerine çekerek bir sıçrama yaratma imkanları var. 1930’lardan tanıdığımız bu pencere bize de açık olsa da, Atatürk gibi vizyoner bir yöneticimiz olmadığı için bu kez uzaktan izlemekle yetineceğiz...

Bir kadın var...

Macar yazar Peter Esterhazy’nin 97 değişik kadını anlattığı romanında, aslında bir kadının 97 değişik yönünü anlattığını elbette biliyoruz. Bu hafta “vatan hizmeti” olsun diye kitaptaki 12 öykünün giriş cümlelerini bir araya getiriyorum...

İyilik yap, iyilik bul

Modernitenin doğuşuna kadar ana fikir insanların içlerinde iyilik duygusu ile doğup yaşadıklarıydı. İyilik, insan doğasının bir parçası kabul ediliyordu. Ne zaman ki “bireycilik” toplumların “yükselen değeri” haline gelmeye başladı, o günden beri de “iyilik” kuşku ile yaklaşılan bir şeye dönüştü

"
"