30 Ocak 2022

Bay Doğru'yu bulamıyorsan, yanlış nerede?

Hangisi daha iyi? Duygusuz bir direğe dönüşmek mi, kayalarda parçalanma pahasına yaşadığını hissetmek mi?

Memleketimizin süper starı Ajda Pekkan'ın "maalesef yanlış kişileri seçtiğini" kendi ağzından öğrendik.

"Söylemezsem Olmaz" programına katılmış ve programın ismiyle müsemma açıklamalar yapmış.

Şöyle diyor:

"Hayatımda, kalbimde hiç kimse yok. O işte başarılı değilim maalesef, yanlış kişileri seçiyorum. İşime o kadar zaman ayırıyorum ki yanımdakine zaman ayıramıyorum. Ajda Pekkan'ı taşımak sözü beni irdeliyor. Ben yük müyüm ki beni taşısın, her gelen kendi ağırlığı ile geliyor. Ben kedilerimin ve köpeklerimin sevgilerine daha çok güveniyorum. Onlar için canımı veririm."

Önce şunu söylememe izin verin lütfen: Gazeteler, kamu ihaleleri karşılığında rejime yağ çekme prensibiyle çalıştığından beri editör kalitesinin de ciddi olarak düştüğü bir sır sayılmaz.

Ajda Pekkan evet bazen garip cümleler kurabiliyor ancak bu çok garip.

Büyük olasılıkla "irite ediyor" demiş olmalı, onun Türkçesine daha uygun bu diyerek videodan kontrol ettim, nitekim öyle demiş.

Ama sadece kâğıda basıldıkları için "gazete" olarak isimlendirilen bu mevkutelerden bir teki bile "Ajda bunu söylemiş olamaz" diye düşünmeden haberi sayfalarına koymuş.

Elbette Ajda'nın da böyle garip bir kelimeyi getirip cümlesinin içine yerleştirmiş olması ihtimalini göz ardı etmiyorum.

Gazetelerin bunun farkına varamamış olmaları gerçeğini değiştirmiyor bu durum.

T24 Haftalık yazarı Heja Bozyel de geçtiğimiz pazar günü, T24 için eski Playboy orta sayfa güzeli, şimdinin iki çocuk annesi reality show yıldızı Kendra Wilkinson ile konuşmuş.

Çocuklara öğütler

Wilkinson Hanım'la konuşmak nereden aklına gelmiş diye merak etmiş olabilirsiniz; Hollywood ile ilgili olarak yaptığı program Blutv'de yayınlanmaya başlamış.

Wilkinson, çocuklarına ne tür öğütler verdiği sorusuna şu yanıtı vermiş:

"Birine zarar vermedikleri ve sağlıklı oldukları sürece ne yaşarlarsa yaşasınlar bileceğim ki ben kendime düşeni yapıyorum ve onlar da kendi paylarını yaşıyorlar. Aşk konularında ise görmelerini istediğim şey şu ki ben artık akıl sağlığımı erkeklere tercih ediyorum! Bence bu çok önemli. Çocuklara bağımsız olabileceğimizi, kendi başımıza ayakta olabileceğimizi, kariyer sahibi olabileceğimizi ve sonra aşkı bulabiliriz, bu hayata yakışan bir erkek de olursa güzel olacağını göstermemiz gerekli. Ama önce kendimiz, kariyerimiz, akıl sağlığımız… Sonra aşk gelebilir. Ama asla asla asla bir erkek için kendinizi eksiltmeyin. Çocuklarımıza göstereceğimiz en önemli şey bu bence."

Şunu itiraf edeyim ki ben oğlu olsaydım, bu öğüt hiç hoşuma gitmezdi.

Yani "önce kendimiz, kariyer, akıl sağlığımız, sonra aşk" öğüdü.

Her yaştaki insanın, o yaşa uygun olarak yaşaması gereken şeyler var ve çocukluğumuzdan itibaren yaşadığımız her şey kişiliğimizin bütününü oluşturuyor.

18 yaşında bir genç kıza ya da oğlana "aşk sonra" der ve bu öğüdü tutmasını gerçekten de başarırsanız, çok sıkıcı bir insan yetiştirmiş olacağınızı garanti ederim.

Çocukları başıboş değilse de rahat bırakın derim.

Buradan Kendra Hanım'a bir şarkı armağan ediyorum: Pink Floyd'dan gelsin; Another Brick In The Wall.

Bu söyleşiden Kendra Hanım'ın şu sözünü cımbızladım, buyurun:

Herkesin derdi

"Ben artık akıl sağlığımı erkeklere tercih ediyorum."

Kendini bilen her erkeğin beğeneceği ve mutlu etmek isteyeceğini varsaymamız gereken iki ünlü kadının birleştiği noktaya dikkatinizi çekerim.

Farklı kelimelerle de olsa aynı şeyi ifade ediyorlar: Erkekler bütün yükleri ile gelip bu güzel kadınların hayatlarını bir tür zindana çeviriyorlar.

Ve biliyoruz ki bu tür şeylerden yakınanlar sadece bugün sayfama misafir ettiğim bu kadınlar değil.

Daha önce benzer sözleri Charlize Theron ya da Nurgül Yeşilçay gibi her ölçüye göre güzel, akıllı, başarılı sayılması lazım gelen kadınlar da söylemişlerdi.

Oldukça tuhaf bir durum bu.

Normal bir erkek, bu kadınları "tavlamak için" sekiz takla atmış olmalı.

Muhtemelen bu da yetmez, amuda kalkmış durumda, ağzında fırçayla Mona Lisa'nın bir kopyasını da çizerse belki ilk elemeyi geçebilir.

Bunun üzerine kendilerini bir sevgili adayı olarak ortaya koyabilecek cesarete sahip olmalarını sağlayacak bazı donanımlara da ihtiyaç var: Kimisi için bu iyi bir eğitim olabilir, kimisi için ağzının iyi laf yapması, kiminin cüzdanı, yatı, katı, kiminin de zekâsı.

Bütün bu beklenen özellikleri karşılayıp böyle bir kadınla birlikte olan bir erkeğin, o kadına hayatı zindan etmesi için aklından zoru olmalı.

Normal bir ilişki, çiftlerin birbirlerini mutlu etmeleri için kurulur, mutsuz edip cehennem azabı yaşatmak için değil.

Öte yandan da biliyoruz ki bazı kadınlar da bazı erkekler de ilişkiyi karşı tarafın kişiliğini ezip yok etmek için kullanır.

Kişiliğini ezip kontrol altına aldığı kadının ya da erkeğin (daha çok da kadının tabii) böylece başkalarına gitmesini önleyeceğini zanneder ama büyük yanılgı burada başlar.

David Eagleman'ın Incognito – Beynin Gizli Hayatı isimli kitabını okudunuz mu, bilmiyorum. (Çeviren: Zeynep Arık Tozar. Domingo Yayınevi.) Eagleman, bilinçli zihnimizin, buz dağının sadece görünen tarafı olduğunu, hareketlerimize, tercihlerimize, beğenilerimize yön veren asıl etkenlerin bilincimizin ulaşamayacağımız derinlikteki uçurumlarında gizlendiğini anlatıyor.

Bunu hepimiz biliyoruz zaten.

Beyin kapasitemizin çok küçük bir bölümünü kullanabiliyoruz, tümünü bilinçli olarak kullanabiliyor olsaydık, acaba nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?

Eagleman, beynimizin birbiriyle çatışan parçalardan oluşan bir makine olduğunu söylüyor.

Ve insan davranışlarını anlamaya çalışırken ikili sürecin gözden kaçırılmaması gerektiğini söylüyor: "Akıl" ve "duygular"!

Sorumlusu kim?

Şöyle yazıyor: "Beyin iki farklı sistem içerir: Hızlı ve otomatik olan birincisi bilinçli farkındalık yüzeyinin altında çalışırken, ikincisi yavaş, bilişsel ve bilinçlidir. Birincisi otomatik, örtük, bulgusal, sezgisel, bütüncül, tepkisel ve dürtüsel olarak nitelendirilir; ikincisiyse bilişsel, açık, kurala ve derin düşünmeye dayalı olarak. Bu iki süreç birbiriyle sürekli mücadele içindedir."

Analitik psikolojinin kurucusu, psikiyatr Carl Jung da şöyle diyor: "Her birimizin içinde tanımadığımız biri daha vardır."

Aklıma yine Pink Floyd geldi, ölümsüz Dark Side of The Moon'daki, Brain Damage isimli şarkıyı dinleyiniz: Kafamın içinde biri var ama o ben değilim. (There's someone in my head but it's not me.)

Bir türlü "normal ve düzgün bir adam" (ya da kadın) bulamayanların sorunu sanıyorum beyinlerimizin bizden bağımsız olarak çalışan kısmında yatıyor.

Bir tür "doğruluk yanılsaması" da diyebiliriz buna.

Doğru olsun olmasın daha önce duyduğumuz bir ifadenin doğru olduğuna inanma olasılığımız görece yüksektir.

Bir fikre sırf maruz kalmak bile o fikirle bir kez daha karşılaştığımızda bize daha inanılır gelir.

Siyaset erbabının iyi bildiği bir şeydir ve bazı iddiaları doğru olup olmadığına aldırmaksızın tekrarlayıp durmalarının nedeni de budur.

Biriken kodlar…

Buna o kadar çok maruz kalırsınız ki sonunda size de doğru gibi gelir!

Yani sorun seçmenin bidon kafalı olması değil!

Reklamcılar da bunu bilirler. Bir diş macununu şahane dişleri olan güzel kızlar ve yakışıklı erkekler ile özdeşleştirdiğimizde, örtülü belleğimiz bizi o macunu satın almaya yöneltir.

Bize "güzel / yakışıklı" olarak görünen ve önce tanımlayamadığımız ama sonradan adına aşk diyeceğimiz duyguyla itildiğimiz kişiyi beğenmemizin nedeni de örtülü belleğimizde bununla ilgili kodları biriktirmiş olmamızdır.

Aklımız istediği kadar o tipten uzak durmamız gerektiğini bize söylesin, aklımızı dinlemediğimiz takdirde canımızın yanacağını deneyimlerimizle öğrendiğimiz halde yine aynı kararı veririz.

Odysseus, Truva Savaşı'ndan memleketi Ithaka adasına dönerken, Sirenlerin, şahane şarkılar söyleyerek gemicileri kendilerine çektikleri Sirenum Scopuli adasının yanından geçmek zorundaydı. (Biz Türklere göre Foça kıyılarında yer alıyor. Herkesin kendine göre bir rivayeti var tabii, koca Doğu Akdeniz'de.)

Sirenlerin şarkılarıyla başları dönen denizciler, teknelerinin kayalarda parçalanmasıyla ölüyorlardı ve Odysseus bunu gayet iyi biliyordu.

Odysseus kulaklarını bal mumuyla kapatıp kendisini gemisinin direğine bağlattı ve Sirenlerin tuzağına düşmekten kurtuldu.

Kurtuldu ama bir direkten farksızdı artık! Kımıldayamıyor, duymuyordu.

Şimdi çıkarın kağıtları, yazılı yapacağım:

Canı çok yandığı için aşktan kaçmaya çalışanlar, Odysseus gibi mi yapmalılar?

Hangisi daha iyi? Duygusuz bir direğe dönüşmek mi, kayalarda parçalanma pahasına yaşadığını hissetmek mi?

Ortega y Gasset, seçimlerimizle kişiliklerimizin temel özelliklerini ortaya koyduğumuzu yazmıştı.

Eski sevgilileri "arıza" olmakla suçlarken acaba kendimize de dönüp bir bakmamız gerekiyor mu?

Arıza tiplerin çekimine karşı koyamama sebebimiz, bizim de arızalı olmamız mı?

Haftaya bu konuyu tartışmaya devam ederiz.



Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

Yine yakmış yar mektubun ucunu!

İnsanlar birilerini beğendiklerinde artık sosyal medyadan “direkt yürüyorlar.” Oysa flört etmenin, hepsi bir diğerinden heyecanlı bin türlü yolu var ve işin tadını artıran da bu hazırlık aşamaları...

"
"