Dün T24’te, BBC Türkçe’den aktarılan “Romantik İlişkilere Dair Şaşırtıcı Gerçekler” başlıklı bir haber yayınlandı.
Gerçi bu memlekette artık “yarım asırlık çınar” oldum, şaşırma duygumu kaybetmiş durumdayım ama hâlâ şaşırma ihtimalimin olabileceğini de ihmal etmiyorum.
Nitekim böyle başlıklar görünce dayanamıyorum, işi gücü bırakıp (yani Candy Crush’a ara verip) okumak istiyorum.
Nitekim yine böyle oldu. Ve şu çarpıcı gerçeği bu haberden öğrendim:
“İnsanlar evlendiklerinde daha mutlu olduklarını ifade ediyor - en azından bir süre için.”
Evlilik, İmam Çağdaş’ın bol fıstıklı havuç dilimini yemek gibi bir şey demek ki.
Yerken çok mutlu oluyorsun. Ama “bir süre için!”
Sonra bir iç sıkıntısıdır alıyor seni: Bu kaç kaloridir? Yakmak için yarın sabah kaç kilometre fazla yürümem lazım? Göbeğimi içime çekersem bana çok yakıştığını zannettiğim o eski siyah pantolonun içine girebilir miyim?
Haberdeki uzmanlar “uyumlu bir ilişkiniz varsa” evliliği düşünebileceğinizi söylüyorlar.
Bu uzmanlar, bu vasıflarını nasıl elde etmişler, o konuda bir bilgi yok.
Ancak şunu söylememe izin vermenizi rica ediyorum:
Eğer bir kadın / erkek ile “uyumlu bir ilişkiniz” olduğunu düşünüyorsanız en son yapmanız gereken şey evlenmek olmalı.
“Neden” diye soracak olursanız, yanıtı yine aynı haberin içinde var: Evlilik, kişilik özelliklerinizde kalıcı değişikliklere neden oluyor!
Bir tuhaf durum yani.
Şimdi diyelim ki ben Özlem’in kişiliğini çok beğeniyorum, Özlem de benimkine bayılıyor.
Bu arada hemen söyleyeyim: Hayır, bu isim özel bir kişiye karşılık gelmiyor. Kız çocuklarına “Özlem” isminin konulmasının moda olduğu yıllar ile ilgili.
Benim doğduğum yıl ile bu ismin moda olduğu yıllar arasındaki fark, rahmetli Ercan Arıklı’nın formülüne uyuyor da ondan bu ismi örnek olarak verdim.
Her dönemin böyle moda isimleri var. Mesela benim yaşımdaki birisinin Serra isimli bir genç kadınla birlikte olabilmesi yaş farkı nedeniyle garip karşılanır, herkes beni ayıplar. İşte öyle bir şey yani.
Neyse, konumuza dönelim: Şimdi birbirimizin kişilik özelliklerine bayılarak evlenmeye karar verdik ve evlenince ne oldu? Bu özellikler değişti. Yani başka insanlara dönüştük.
Kişilik özelliğini artık beğenmediğiniz bir kadın / erkek ile nasıl olup da mutlu olacaksınız?
Bizim “sakallı comandante”nin Küba’daki rejimi devirdiği tarihten sonra bu güzel adadaki ilk Hollywood filmi 2015 yılında çekildi.
Daha önce malum nedenlerle böyle bir film çekmenin olanağı yoktu.
Ve bu film de doğal olarak, toprağı bol olsun Ernest Hemingway’in Küba günleri ile ilgiliydi.
“Papa Hemingway in Cuba”, Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’i yazdığı Küba günlerinde geçiyor.
Miamili genç gazeteci Ed Myers’in kendi yazar kimliğini arayışı sırasında Hemingway ile yolu kesişiyor ve iki yıla yakın onun adeta oğlu gibi oluyor.
Filmin bir sahnesinde, Hemingway’in 59. yaş günü için eski bir gazeteci olan eşi Mary bir sürpriz parti hazırlar.
Bu sürpriz doğum günü partileri ne kadar sürpriz oluyor, onu da aslına bakarsanız hiç anlamıyorum.
Bir arkadaşım, eşine böyle bir sürpriz doğum günü partisi organize etmişti.
Kız partiye bir geldi ki tuvaletler içinde, eski yaşının son beş saatini de kuaförde geçirmiş!
Şimdi gelin de beni inandırın bakayım, sürpriz partiden kızın haberi yoktu diye!
Öte yandan bu sürpriz bir partiyse neden hediye almamız gerekiyor?
Bu konuda bizim Trabzonlu Samim Kaptan’a katılıyorum: Sürpriz ise herkese sürpriz olmalı!
Neyse sözü uzatmayayım, sürpriz parti boyunca Hemingway ile Mary arasındaki gerilimin giderek yükseldiğini görüyoruz.
Sonunda eve döndüklerinde aşırı alkolün de etkisiyle olanlar oluyor, korkunç bir karı – koca kavgası izliyoruz ki insanın telefona sarılıp polisi arayası geliyor.
O sırada evde misafir olarak bulunan Ed Myers ile şair Evan Shipman da bu tatsızlığa tanık oluyorlar.
Shipman, Hemingway gibi lanet bir tip ile en uzun süre arkadaş kalmayı başaran tek insan. Hemingway ‘Kadınsız erkekler’ isimli öykü kitabını ona ithaf etmişti.
Ed Myers soruyor: “Ne oldu, eskiden burası bir cennetti?”
Shipman yanıtlıyor:
“Görünürde her şeyleri var gibi. Bu muhteşem malikâne. Bol para. Güzellik. Sağlık. Şöhret. Ama ikisinde de olmayan bir şey var. Gerçek dostluk. Kendi egonu bir kenara bırakma isteği ve arzusu. Sevdiğin insanı her gün dolu dolu yaşama dileği. Onlarda eksik olan bu evlat.”
Kritik meseleye Shipman işaret ediyor: Egonu bir kenara bırakmayı gönüllü olarak kendin istemen.
Zorunlu olduğun için değil, o kadını / erkeği çok sevdiğin için egondan vazgeçmen!
Aşk dediğin de esasında budur arkadaşlar.
İnsanın kendi egosunu yenebilmesi ve bir başkasının içinde eriyip yok olma isteğidir. Egoların çatıştığı, iki tarafın da kendisi olmaktan vazgeçmediği ilişkiler, önünde sonunda filmdeki gibi patlamalarla sonuçlanır.
Herman Hesse, “Sevilmek mutluluk değildir” diye yazmıştı.
Ona göre mutluluk bir başkasını sevmek ile ilgiliydi. Bir başkasını seviyorsan da onu olduğu gibi kabul etmen gerekir.
Değiştirmeye çalıştıkça, çatışma da kaçınılmazdır.
Tabii her ilişki iki kişiliktir ve bu iki kişiden birinin egosundan vazgeçmesi de yetmez.
Öyle bir durumda zaten bir ilişkiden değil, taraflardan birinin teslim olmasından söz edebiliriz.
Bir tarafın tam olarak iktidarı ele geçirdiği, diğerinin çaresiz bir boyun eğişle olup biteni kabul ettiği ilişki, aşk değildir.
İnsan kendisini kandırabilir bunun aşk olduğuna ama değildir, kendine ne söylersen söyle.
Çaresizlikle kendinden vazgeçiş, bir ilişkinin ömrünü uzatır belki ama hepsi bu kadar.
Ona da artık ne kadar “ilişki” diyebilirsiniz, aynaya bakıp kendiniz yanıtlayın.
Ben Candy Crush’a dönüyorum, özel meselelerinize beni karıştırmayın lütfen!