Kanal D’deki 2. Sayfa programına katılan “şarkıcı” Ebru Polat, “sevgilim bana ekonomi sınıfından bilet alırsa ondan ayrılım” dedi.
Doğrusunu isterseniz Ebru Hanım’ın varlığından haberdar değildim, bu ilginç söyleşi gazetelerde yayımlanınca öğrenmiş oldum.
Hoş bir genç kadın, dudaklarını niye öyle yaptırmış, onu pek anlayamadım ama.
Hemen internete girdim özlü sözlerle bezenmiş şarkıları var. Mesela biri şöyle: Hesaplar benden, hazmedemeyenlere soda!
Şarkıcı bu sözleri söyledikten sonra bir de kahkaha atıyor ki insan bunu gerçek hayatında duymayı hiç istemez; alaycı, acımasız bir intikam kahkahası!
Prozodi hatalarını filan es geçiyorum, zaten işimiz müzik eleştirisi yapmak değil.
Yalnız şunu söylemeden de geçemeyeceğim:
“Hiç öpmeyeceğim canım, zaten yılan da sevmiyorum” sözleriyle başlayan “Hava çok sıcak” isimli şarkının videosunda, sırtında pelüş bir panda ve boynunda inci kolyelerle şınav çeken atletik delikanlının “olayını” kavrayamadım.
Belli ki video yönetmeni bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama bunca yıldır kahve falı bakarım ben bile bunların ne anlama geldiğini çıkaramadım!
Zaten Ebru Hanım, benim bildiğim türden şarkılar söylemiyor.
“Akşam Sendeyiz Kraliçe” isimli şarkısında, bir rodeo robotu (boğa şeklinde elbette) üzerinde sallanırken şunu söylüyor:
“Kaldır kolları sağa sola salla, fazlasın bu ortamlara hem de çok fazla.”
Açık söylemem gerekirse, kendisini biraz “atar queen” gibi gördüm.
Bütün bunları çalışıp öğrendim ki yazımın başında sözünü ettiğim, cümleye bir anlam verebilelim.
Nietczhe, Şen Bilim’de (Türkçe baskısının çevirisi Ahmet İnam) şöyle yazmıştı:
“Şu bir tek aşk kelimesi, gerçekten de kadın için başka, erkek için başka anlamlara gelmektedir. Kadının aşktan ne anladığı açıktır. Bu, yalnız bağlılık değil; başka hiçbir şeyi düşünmeden, hiçbir şeyi saklamadan bir insanın bedeniyle ruhunu bütün olarak vermesidir. İşte kadının aşkının bu şartsızlığı, onu bir inanç, beslediği tek inanç haline getirir.”
Tabii toprağı bol olsun Nietzche bunları yazarken Ebru Hanım’ı tanımıyordu.
Tanımış olsaydı, “kadın aşkının şartsızlığı” meselesini bir kez daha düşünürdü diye tahmin ediyorum.
Business koltuk dururken, sevgilisini ekonomide uçurmak isteyen bir erkek tipi de varmış demek ki!
Aman yarabbi, sen kızlarımızı koru!
***
Freud rolüne soyunup, Ebru Hanım’ın bu noktaya gelmiş olmasının ardında bazı travmalar arayabiliriz elbette.
Nitekim aynı söyleşide şunu açıklıyor:
“Madam şarkısını yaşadığım bir olayın ardından yazdım. 6 – 7 ay çok ciddi bir birlikteliğim oldu. Evleneceğiz. Mükemmel bir insan buldum sandım. O kadar düzgün ki karakteri. Ağzından saçma sapan bir cümle çıkmaz. Efendi, kibar bir insan. Saygılı. Bana kendimi prenses gibi hissettiren bir insanla beraberdim. 32 yaşındaydı. ‘Bekardır’ diye düşünüyordum. 24 saat beraber olduğum insanın evli olduğunu öğrendim. 2 çocuğunun olduğunu öğrendim. Şoka girdim. Sonra ona mesaj attım. ‘Bu delikanlılıkta kaçıncı seviye’ dedim, ‘Hatalar karşılıklı yapıldı’ dedi. Yıkıldım.”
Nitekim Madam şarkısında “deprem sandık, artçı çıktı” diyor ki sanıyorum o evli, çocuklu genç erkekten söz ediyor.
Simone de Beauvoir, tutkulu aşkların genellikle evlilik dışında gelişip “çiçeklendiğini” yazmıştı.
Buna kanıt olarak da “bütün hayatın aşka adanmasının örneği” diye tanımladığı Juliette Drouet’nin Victor Hugo’ya yazdığı mektuptan bir alıntı yapıyor:
“Seni sonsuza kadar bekliyorum. Kafeste bir sincap gibi. Hiç gelemeyeceğini bilmektense, beklemeyi tercih ettiğim için bekliyorum.”
Victor Hugo büyük yazardı belki ama aşağılık bir yönü de vardı.
Başka birine kapılır, gider korkusuyla Juliette’i tam 12 yıl süreyle, küçük bir dairede kapalı tutmuştu.
Neyse konudan uzaklaşmayalım, Beauvoir, “Seven kadın, evli kadından daha çok acı çekerek bekler erkeğini” diye devam ediyor.
Bu durumda Ebru Hanım’ın da zaten “deprem zannedilirken artçı çıkan” bu erkeğe o kadar da aşık olmadığı soncunu çıkarabiliriz gibi geliyor bana.
Bir what’sApp mesajıyla bitiriliveren bir ilişkiye aşk demek ne kadar doğru, bilemiyorum.
***
Başa dönelim. Business uçak bileti meselesine!
Gerçek sevgi esasen tek taraflı bir duygudur. Kişiseldir.
Nazım Hikmet rahmet istedi, elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi gerekmiyor.
Çünkü sevgi, elle tutulur, gözle görülür bir şeyin karşılığı olarak birisine sunduğunuz bir
ödül değildir.
“Bana business bilet almadı artık onu sevmeyeceğim” cümlesini kuranlar var gördüğünüz gibi.
Ama buna “seviyeli ilişki” demek daha doğru olur.
Aşk, esasen tamamen kişisel bir duygudur, sevilenin hareketlerinden, tutumundan bağımsız olarak vardır ya da yoktur.
Hatta eski zamanlarda olduğu gibi çoğu kez bunu sevilen kişinin bilmesi bile gerekmez. Eminim günümüzde de böyle duygular yaşayanlar vardır.
Bir kadına – erkeğe aşık olurlar ama bunu kendi başlarına yaşarlar. Ya açılamazlar, ya buna fırsat bulamazlar, ya da reddedilmekten korkarlar.
“Reddedilme korkusu” utanç ile ilgili değildir, genellikle böyle algılansa da!
Aşık kişinin reddedilmekten korkmasının nedeni, aşkının karşılık bulamayacağının kesinleşmiş olmasıdır.
Böyle kesin bir yanıt almaktansa kendi hayalleriyle, uzaktan severek yaşamayı tercih eder.
Çünkü o vakit içinde bir umut taşıyabilir, günün birinde kavuşabileceğini düşünebilir.
Bunu düşünememek, ölümden beter bir duygudur.
Linda Le (bu Linda Le, adaşı “cosplayer” ve manken Linda Le gibi Vietnamlı ama aynı kişi değil) şöyle yazmıştı:
“Aşk, bir avcı ile aynanın karşılaşmasından başka bir şey midir? Ayna kırılır, avcı yalnızca kendi yansımasına ateş etmiştir.”
Sevdiğimiz şey aslında kendi yansımamızdan başka bir şey değildir. Ve birisini sevmeyi başaramayanı, kimse sevemez, bana inanın.
***
Ebru Hanım’ın şarkılarını küçümsüyor değilim elbette ama benim tarzım sayılmaz.
Onun için isterseniz biz bu hafta sizlerle vedalaşırken güzel bir aşk şarkısı dinleyelim.
Haris Aleksiyu ve Giannis Parios’dan Kokkino Garifallo:
“Kalabalık içinde beni tanıman için,
Göğsüme karanfil taktım
Gömleğin üstüne
Kalbimin olduğu yere.”