Uğur Mumcu “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz” derdi. Gerçekten de fikirleriyle karşınızda duramayan cahil, bilgisiz ve kifayetsiz kitlelerin tek kendini ifade etme aracı hakaret ve şiddettir. Hele bizimki gibi eğitimsiz ve geri kalmış toplumlarda bu cehalet ve şiddet karışımı durum kendini, her tür “öteki”nin ve kendinden olmayanın, sana benzemeyenin düşman bellenmesi ve yok edilmesi hedefine kitlenmiş bir davranış biçimi şeklinde ortaya koyar. Ergen toplumdan bir türlü yetişkin topluma geçemeyen bir sosyal yapı da kendini ancak inkârcılık ve saldırıyla ifade edebilir.
2 Şubat 2012 tarihli Radikal’de yayınlanan bir habere göre, Kanada Ontario’daki Block Üniversitesi’nde yapılan araştırmada ırkçı ve önyargılarla beslenen ideolojilere sahip insanların zekâ seviyelerinin düşük olduğu ortaya çıkmış. Psychological Science (Psikolojik Bilim) dergisinde yayımlanan söz konusu araştırmaya liderlik eden Dr. Gordon Hodson verdiği röportajda, "Zekâ katsayısı düşük kişiler yeniliklere karşı daha tutucu hale geliyor” demiş. Hodson, düşük zekâlı insanların "sistemi ve düzeni" destekleyen, ırkçı ve önyargılarla beslenen ideolojilere daha yakın durduğunu, çünkü bunun, karmaşık dünyayı algılamada kolaylık sağladığını da ifade etmiş.
26 Şubat Pazar günü Taksim’de düzenlenen ve amacı “güya” 1992’de Hocalı katliamında can veren yüzlerce masum sivili anmak olan gösteride Dr. Hodson’un bahsettiği durumu kendi gözlerimizle görmüş olduk. İstanbul’un her yerine bizzat Belediye Başkanlığının tahsis ettiği panolardan haykırılan nefret ve kin söyleminin, zekâ seviyesi düşük kitleler tarafından nasıl bir ırkçı sembolik şiddete dönüştürüldüğüne tanık olduk. Bunda anormal bir şey yok, dünyanın her yerinde ırkçılar, faşistler ve kendini ifade etme yöntemi olarak şiddeti kullananlar her zaman için bazı “zekâ seviyesi gayet yerinde olanlar” tarafından kullanılmış ve bunu hiçbir zaman fark etmeyip “vatan millet aşkına hareket ettiklerini” sanmışlardır. Bakınız Pelitli’de kendi halinde bir seyyar simitçiyken Jandarma Alay Komutanlığı tarafından sırtı sıvazlandığında bunun arkasında hiçbir çapanoğlu aramadan kendini Malkoçoğlu sanan ve durumu ancak “müebbet hapse” mahkûm olduktan sonra az biraz kavrayan Yasin Hayal örneği!
Fakat sözde Hocalı mitinginde durum biraz daha farklıydı. O kitleleri oraya çağıran, onlara “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz” dövizlerini taşıtan, beyaz bereli küçük Ogüncükleri Agos’a doğru harekete geçmeye kışkırtan, “kendi ülkesinin bir Ermeni vatandaşının sırf belli bazı amaçlar doğrultusunda derin Devletin gizli örgütleri tarafından planlı bir şekilde öldürülmüş olmasına duyulan tepkiyi, isyanı ve akabinde talep edilen adalet vurgusunu” zaten hiçbir şekilde kafası almamış olan insanları orada manipüle eden güç aslında icazetini, olaya bizzat yerinde destek veren Bakan İdris Naim Şahin nezdinde hükümetten almıştı.
“Masumiyeti ispat edilene kadar herkes şüphelidir” diyebilmiş, bu ülkenin cümle sanatçısını, akademisyenini, düşünen ve üreten dimağını kafadan “terörist” ilan edebilmiş bir temsilciyi oraya yollayıp, ardından da atılan kitlesel sloganları ve gayet örgütlü nefret söylemini “münferit” bir olay olarak nitelendiren Başbakan nezdinde hükümet, aynen 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi, bu ülkede kalmış bir avuç Gayrimüslimi hâlâ tehdit olarak algıladığını ortaya koymuştur. Olayın ardından Adıyaman’da Alevilerin evlerinin kapısına tıpkı Nazi Almanyasında ve 6-7 Eylül evvelinde İstanbul’da olduğu gibi kırmızı işaretler konulması da, Devlet tarafından bizzat sahiplenilen ve arka çıkılan bu ırkçı iklimin tezahüründen başka bir şey değildir.
“Hepimiz Filistinliyiz”, “hepimiz Iraklıyız” derken sorun olmayan bir ifadenin hepimiz Ermeni olunca birilerinin “kanına” dokunmasını geçtik diyelim. Ama sırf %50 oy aldığı için, kendisine oy vermeyen diğer %50’lik kısmın hassasiyetlerini, korkularını, beklentilerini görmezden gelen, o %50’nin de bu ülkenin vatandaşı olduğunu ve Devletten eşit hizmet, eşit adalet ve koruma görmesi gerektiğini unutan hükümete ve Başbakana ne demeli?
Elbette ki hepimiz Hocalılıyız çünkü Devletler tarafından katliama uğrayan bütün masum ve mağdurların yanında olmak hepimizin insanlık görevidir. Ancak Taksim’de ırkçı faşist söylemleriyle bu ülkenin Gayrimüslimlerine gözdağı vermeyi marifet sanan aklı evvellere sormadan edemiyorum: Uludere’de 35 masum sivil, Devletin uçakları tarafından bombalanarak katledildiğinde, bunca yıldır bu ülkenin Kürtlerine işkence yapılıp insan dışkısı yedirildiğinde, Sivas’ta bu ülkenin sanatçıları ve aydınları göz göre göre yakıldığında, faili meçhul cinayetlerde binlerce insan gözaltında kaybedildiğinde, Ceylan ve Uğur’un minicik bedenleri polis kurşunu ve asker mayınıyla parçalandığında, Pozantı cezaevindeki çocuklara tecavüz edildiğinde, üniversite öğrencileri polis tarafından dövülüp yerlerde sürüklendiğinde, poşu taktıkları ya da pankart açtıkları için hapsedildiğinde, HES’i istemedikleri için terörist ilan edilen kendi halinde köylüler onlarca yıl hapis cezasına çarptırıldığında… siz nereliydiniz?