Bilim insanları bilim alanında eğitim almamış kişilere bilim alanındaki gelişmeleri anlatırken çok dikkatli olmalıdırlar. Bunun temel sebebi de bilim alanında kullandığımız dilin günlük dil ve anlayıştan çok farklı olmasıdır. Bilimin değişik alanlarında ve özellikle de iklim değişikliği konusunda bilim insanlarına yapılan saldırıların çoğu bu temelden kaynaklanmakta ve kişilerin aklını çabuk karıştırabilmektedir.
Bu konunun temel kelimesi “teori”dir. Günlük hayatta şöyle bir cümle kurabiliriz: “Benim bir teorim var, aslında Ahmet Mustafaoğlu milli takım teknik direktörlüğünü kabul etmedi çünkü o başbakan olmak istiyor.” Bu teori hiçbir dayanağa sahip olmayabilir, test edilmesi, doğruluğunun ya da yanlışlığının gözlemlenmesi mümkün değildir. Bu sebepten de günlük konuşmalarımızda buna teori deriz. Teori tamamen “işkembeden sallamakla” ciddi ciddi düşünerek üretmek arasında herhangi bir noktada bulunabilir, ama ana öğesi hemen test edilebilmekten genelde uzak olmasıdır.
Benzer bir şekilde “işkembeden sallamak” bilimde de mümkündür, hatta birçok alanda gelişme bununla mümkün olur. Ancak bu “işkembeden sallamaya” hiçbir zaman teori denmez. Düşüncenin gelişiminin teori halini alabilmesi için test edilebilir ve doğruluğunun veya yanlışlığının ölçülebilir bir şekle sokulması gerekir. Mesela, yukarıya atılan cisimlerin içinde her zaman dünyaya dönmek gibi bir arzu vardır dersek bu test edilebilir bir ifade değildir. Ama aynı ifadeyi yukarıya atılan her şey aşağıya düşer şeklinde anlatacak olursak bu test edilebilir bir ifade halini alır. O noktada bu ifadeye bir teori diyebiliriz, çünkü herkes elindeki imkanlarla bir şeyleri yukarıya atıp aşağıya düşüp düşmediğini kontrol edebilir. Genelde bunu test edenler de bu teorinin doğruluğunu görebilirler, ancak bu gene de bir kanun değildir. Çünkü bir teori her ne kadar sağlam olursa olsun, o teoriyi desteklemek için kaç tane deney yapılırsa yapılsın, bu teorinin doğruluğunun ispatı değildir. Ama yapılan her değişik deney o teoriyi doğruluğa biraz daha yaklaştırır. Ancak o teorinin yanlış olduğunu gösteren bir tek düzgün yapılmış deney bile o teoriyi yıkar. Mesela, bir roketi saniyede 12 kilometre hızla yukarıya atacak olursak yukarıya atılan cisimlerin hep aşağıya düştükleri teorisini hemen çökertiriz, çünkü bu roket dünyanın çekim alanından çıkarak aşağıya düşmez. Bu noktada bilimin yaptığı o teoriyi hepten çöpe atıp baştan başlamak yerine o teorinin neresinde hata olduğunu anlayıp gerekli değişiklikleri yapmaktır. Teorimizi kütlesi olan iki cisim birbirlerini uzaklıklarının karesine ters oranlı bir kuvvetle çekerler şeklinde getirecek olursak bu hem havaya atılan cisimlerin neden yere düştüklerini hem de uzay araçlarının nasıl olup da dünyayı terk edebildiklerini aynı anda açıklar.
Son birkaç yüzyılda bilim insanlarını bu şekilde zorlayan teori çatışmalarından iki tanesi evrim ve iklim değişikliği üzerinedir. Gerek evrim, gerekse de iklim değişikliği bir teoridir, ama bilimsel anlamda bir teoridir, yani yapılan her deney ve gözlem bu teorileri güçlendirirken bu teorilerin yanlış olduğunu kanıtlayan bir tek deney veya gözlem yapılamamıştır. Bir teorinin deney ya da gözlemlerin tamamını açıklayamaması o teorinin yanlış olduğunu değil sadece geliştirilmesi gerektiğini gösterir. Benzer şekilde hem evrim hem de iklim değişikliği teorilerinde tam olarak anlaşılmamış ve deneyleri ya da gözlemleri tam olarak anlatamayan noktalar mevcuttur, ama bu bilimsel anlamda teorinin yanlış olduğunu değil geliştirilmesi gerektiğini gösterir. Mesela evrim teorisine göre tüm primatlar aynı kökten gelmek zorundadırlar. Bunun için de fosil kanıtları ile evrimin nasıl geliştiğinin gösterilmesi gerekir. Ancak arada eksik olan fosiller varsa bu daha fazla gözlem yapılması gereğini ortaya koyar, teorinin yanlışlığını değil. Ama eğer 40 milyon yıl yaşında tam bir insan iskeletini bulacak olursak bir gün, bu evrim teorisinin yanlış olabileceğinin ve baştan düşünülmesi gerektiğinin bir göstergesidir.
Benzer şekilde, Svante Arrhenius 1896 yaptığı deneyle atmosfere salınan karbondioksit (CO2) gazının dünyayı ısıtacağını kanıtladı. O günden beri yapılan deneylerin tümü de atmosferdeki CO2 miktarının insanların yaktıkları kömür, petrol ve doğalgaz miktarına bağlı olarak arttığını gösterdi. Aynı zamanda yapılan ölçümler de dünyanın ortalama sıcaklığının artmakta olduğunu bize kanıtladı. Bu durumda varacağımız temel sonuç, insan kaynaklı küresel iklim değişikliği vardır ve bizler bir şeyler yapmadığımız müddetçe iklim değişikliğinin etkisini her geçen gün daha fazla hissettireceğidir. Bu bir teoridir, ama bilimsel anlamda bir teoridir, yani 1896 senesinden bugüne kadar yapılan deneylerin tamamı bu teoriyi biraz daha kuvvetlendirmektedir ve bu teorinin yanlış olduğunu gösterebilecek bir tek deney veya gözlem yapılmamıştır.
İklim değişikliği konusundaki temel belirsizlik değişikliğin varlığı ya da sebepleri üzerine değildir. Bilmediğimiz temel şey iklim değişikliğinin dünyaya gelecekte neler getireceğidir. Bu konuda bilim insanları geçmişte gözlemlenenlerle temel bilimsel verileri birleştirerek bazı öngörülerde bulunurlar, bu öngörüler tahmin niteliğindedir, bazıları daha kesin bazıları daha muğlaktır. Mesela bir meteorolog yarın hava yağmurlu olacak derse ertesi gün elimize şemsiye alıp çıkarız sokağa, ama yağmur yağmayabilir, bu meteorolojinin yanlış olduğu anlamına gelmez ya da o meteoroloğa bir daha inanılmaması gerektiğini göstermez. Benzer şekilde bir iklim bilimci de önümüzdeki beş senede ülkemizde kuraklık olacak derse buna hazırlanmak akıllıca bir davranıştır, ama yanlış çıkma olasılığı vardır. Fakat bir meteorolog belirli sebeplere dayanarak bu yaz İstanbul'da gerek ortalama yağış miktarı gerekse de sağanak yağış miktarı artacak derse, bunu dinlemekte daha da fayda vardır, çünkü böyle bir ifadedeki bilimsel veri oranı tahmin yeteneğinin çok üzerindedir. Aynı şekilde iklim bilimciler de dünyanın ortalama sıcaklığı artacağı için kuraklıklar da artacak ve deniz seviyesi yükselecek diyorsa bunu dinlemekte ciddi fayda vardır çünkü böylesi ifadeler tahminden çok bilim içerirler, bilimi dinlemek de genelde faydalıdır.