Teknolojik değişimlerin sosyal olaylara katkısı her zaman çok önemliydi. Her büyük toplumsal değişimde teknolojik sıçramaların yarattığı enerjinin izi vardı.
Örneğin Katolik Kilisesi’nin zulümlerine dur diyen Martin Luther’in ünlü 95 maddeden oluşan metninin tahmin edildiğinden daha hızlı bir şekilde yayılmasının en önemli nedenlerinden biri Avrupa’yla henüz tanışmış olan matbaa teknolojisiydi.
Bu teknoloji Luther’in tezlerinin beklediğinden de hızlı yayılmasını ve beklenenden de daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştı.
Eğer Luther devrim yaratacak “başkaldırısını” Avrupa’nın matbaayla tanışmadığı dönemlerde yapsaydı belki de Hıristiyanlığın dönüşmesini sağlayan reformların önü böyle açılmayacak, daha geniş kitlelerin Luther’in tezlerinden haberdar olması zaman alacak ve değişimi yaratacak fikirlerin benimsenmesi çok daha zor olacaktı. Katolik Kilisesi’nin baskıcı tutumunu kıracak değişim ve Katolik Kilisesi’nin dini nasıl istismar ettiğinin anlaşılması için bir süre daha beklenecekti.
Matbaa, kilisenin yasakladığı kitapların okurlara ulaşmasını da kolaylaştırmış, kilisenin ve devletlerin yasaklarını delmiş, “karanlık ve baskıcı bir dönemin” sona erdirilmesinde insanlığın attığı en büyük adımlardan biri olmuştu.
Bugün de matbaanın icadını andıran büyük bir değişimi yaşıyoruz.
O dönemdeki matbaanın tarihi rolünü bugün de internetin ve sosyal medya denen “bela”nın üstlendiğini söylemek mümkün sanıyorum.
Öncelikle hükümetlerin en büyük “silahlarından” biri olan manipülasyonun önüne geçebilecek, dolaşıma sokulan bilginin gerçekliği konusunda soru işaretleri yaratabilecek toplumsal bir “silah”. Her dönem “uyutulmaya” çalışılan insanların kendilerine gerçek diye sunulan yalanları sorgulamasını sağlayacak bir araç.
Herhalde Başbakan da bu nedenle Twitter için “bela” benzetmesi yapmayı uygun buldu. Kim istemez ki dilediği gibi diktatör olabilmeyi? Kim istemez ki “camide içki içtiler” türünden kışkırtıcı yalanlarına sorgusuz sualsiz inanılmasını?
Düşünsenize Gezi olayları sırasında Twitter denen “bela”nın, her çarpıtmayı anında “yalan bu” diye şakıyarak insanlara haber veren mavi kuşun olmadığını. O mavi kuş olmasa ve Başbakan’ın emrindeki gazete ve televizyonlardan gündemi takip etmeye çalışsanız (bunlara sayısız internet sitesi de dahil) ülkede her şeyin yolunda gittiğini ve birkaç “marjinal” “çapulcunun” durup dururken demokrasi kahramanı Erdoğan’ı darbeyle başbakanlıktan indirmek istediğine inanırdınız.
Hoş, tüm gerçeklerin gün gibi ortada olmasına rağmen gezi olaylarını darbe girişimi olarak görmeye devam eden, bu da yetmezmiş gibi önüne geleni bu yalana inandırmaya çalışanlar hala ortada ama onları “adam edebilecek” bir teknoloji için daha zaman var. Aramızda kalsın, bunun ışınlanmayla aynı zamana denk geleceği düşünülüyor.
AKP iktidarı bu “sorunu” ne olursa olsun çözmeye kararlı. Şimdi de sosyal medyanın istihbarat servislerince takip edilmesi kararı alındı. “Bağzı” şeyler hiç değişmiyor galiba, Katolik Kilisesi de matbaa çıktığında benzer yasaklama kararları almıştı.
Tabii demokratikleşme paketindeki kişisel verilerin korunması maddesinin dumanı hala üzerindeyken böyle bir kararı almak cesaret mi ister yoksa bu kararı alabilmek için gerekli olan şey iki yüzlülük mü ona da siz karar verin.
Onlar da haklı aslında. Tüm muktedirler tabii ki yalanlarına inanılmasını tercih eder. Bunun için medya üzerindeki savaş sadece bizim ülkemizde değil dünyanın hiçbir yerinde bitmiyor. Tek fark gelişmiş ülkelerde medya daha dirençli durabilirken bizimki gibi ülkelerde medyanın bileği çabuk bükülüyor.
Fakat unutulan şey, artık katılımın sınırsız olduğu, herkesin özgürce kendisini ifade edebildiği bir medyanın hayatımıza girmiş olması.
Unutulan diğer şey ise hangi önlem alınırsa alınsın bu “silahın” hayatımızdan çıkmayacağı ve çıkmaması gerektiği.
Mavi kuş ötüşüp duracak ve iktidarların her yalanda biraz daha uzayan burunları üstünde “siz yalancısınız” diye şakıyacak.
İktidarların her yalanına, her kışkırtmasına, her manipülasyonuna karşı milyonlarca insanın sesi var şimdi, “yalan söylüyorsunuz” diye bağırıyor.
“Yalan söylüyorsunuz, yalan söylüyorsunuz.”