Ergenekon davasında karar açıklandı ve bir zamanların “dokunulmazları” işin başında hiç tahmin etmedikleri bir sonla karşılaştı.
Bu ülkenin ödemek zorunda kaldığı bedelin ya da çekilen acıların yanında insan lafını etmeye utansa da, devleti karanlık bir örgüt haline getirmenin, devletle milleti ayırmanın, kitleleri birbirine düşman etmenin, demokrasiyi kepazeleştirmenin, insanları öldürmenin, hapse atmanın, susturmanın ve tüm bunların bir sonucu olacağını görmezden gelmenin bedeli kendileri için ağır oldu.
Ağır mı değil mi bir süre daha tartışılır ama kim ne derse desin süreç bu ülke için çok önemli “hesaplaşmalardan” biriydi. Yaşanması gerekiyordu, yaşandı.
Ergenekon davası, demokrasi yolunda bu ülkenin attığı dev adımlardan biri, devletin içindeki hukuk dışı kirliliğin ve çeteciliğin hukukla yüzleştiği bir süreç. Böyle bir süreçte, bu büyük davanın bir dönüm noktası olabilmesi hukuka verilecek değerle daha pekiştirilebilirdi ama hukuksuz işler yapanları yargılarken galiba hukukun inceliklerine pek aldırılmadı. Hukuksuzluğa karşı hukuk dört dörtlük işlemedi. Akıllarda bazı kuşkular kaldı.
Halbuki devlet çeteciliğiyle, hukuksuzluğun temelini oluşturduğu haksız ve kanlı bir iktidarla hesaplaşılırken, sadece onları “yenmekle” kalmayıp hukukun gücünü ve üstünlüğünü de kanıtlamalıydık.
Galiba bu yapılamadı. Bunu hukuku daha iyi bilenlere bırakıp tartışılmasını dileyelim ama hukuk bilgisine hiç ihtiyaç duymadan sadece vicdanımızla karar verebileceğimiz bazı olaylar da gördük.
Özellikle de karar günü yaşananlar.
O gün yaşananlar da davanın kendisi ve sonucu kadar konuşulmayı ve eleştirilmeyi hak ediyor bana kalırsa.
Tarihi davada kararın açıklandığı gün devletin, işledikleri suçlar ne olursa olsun, sanıkların hayatlarıyla ilgili alınacak kararların yüzlerine okunacağı anlarda aileleri ya da yakınlarıyla beraber olmasını engellemesi ve bunu hiçbir hakkı olmadığı halde yasaklayarak ya da şiddet kullanarak yapması bazı şeylerin bu ülkede değişmediğini düşündürüyor çünkü.
Mahkeme heyetine saldırı düzenleneceği ya da olay çıkacağı istihbaratı alındığını iddia ederek hukuk dışına çıkıp bu işin bir “savaş”a dönüşmesine neden olması devletin eski alışkanlıklarını bir kenara bırakmamakta sakınca görmediğini ortaya koyuyor.
Davanın karara bağlanacağı gün mahkeme salonundaki sanıklar, keyfine göre insanlara yasaklar koymanın ve bu yasaklara uymayanları “düşman” görmenin hiç hayırlı olmadığı gerçeğiyle yüzleşirken, dışarıda devlet plastik mermilerle, biber gazlarıyla, tomalarla, kanunsuz gözaltılarla bu alışkanlığını devam ettirdi.
Sadece sıkı önlemler alıp, taşkınlık da olsa bunu kanunlar çerçevesinde önlemek yerine yine insanlarla “savaşmak” tercih edildi.
Peki biz bu Ergenekon denen belayla neden yüzleştik?
Sadece yaşanan acıların hesabını sormak için mi yoksa bu hesaplaşmanın yanında o acıları tekrar yaşamamak, o karanlık günlere dönmemek, demokrasinin önündeki en büyük engellerden birini ortadan kaldırmak için mi?
Bu tarihi “hesaplaşma” sadece bu ülkenin insanlarına hayatı zehir edenlerden, insan haklarını ayaklar altına alanlardan kurtulmak için mi yaşandı yoksa bu zihniyeti kökünden söküp atmak ve bu ülkeyi sonunda yaşanabilir bir yere dönüştürmek için mi?
Ne yazık ki önceki gün Silivri’de yaşananlar bana zihniyetin pek değişmediğini söylüyor.
Bir hukuksuzluk döneminin bitmesinden duyduğum sevinç sanırım bu yüzden epeyce eksilip yaralanıyor.