27 Haziran 2021

Titreşimin huzurlu sesi; Tibet Kâsesi

Asya'nın çok yerinde törenlerde, ibadetlerde, sosyal birlikteliklerde kullanılan "idiofon" tipi titreşimle ses üreten müzik aletleri dünyanın her yerinde tınısıyla ilgi çekiyor

"Tibet Kasesi" tınısı eşliğinde meditasyon yapmak, günlük yaşamın biriktirdiği negatif düşünce yumaklarından uzaklaşarak rahatlamaya çalışma deneyimi, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de yayılıyor. Çok kişiden duyduğum memnun geri dönüşlerden çıkarttığım sonuç şu ki, bir müzik aleti çalma deneyiminiz olmasa da, şarkı söyleyen bu tür kâselerle kendi tınılarınızı çıkarabilir, evde, tatilde ya da iş yerinizde bir anlık da olsa sorunlardan uzaklaşıp titreşiminin gücünü hissederek günlük yaşam kaygılarından arınmayı deneyebilirsiniz.

Endonezya'dan Hindistan'a, Kazakistan'dan Tayland'a kadar çok geniş bir coğrafyada "şarkı söyleyen çanak", "ses kasesi", "Himalaya şarkı kasesi", "meditasyon kasesi", "şarkı söyleyen Budist çanağı", "Tibet çanı" ya da "şifa çanağı" olarak da bilinen bu alet, farklı tip ve yapım teknikleriyle yüzyıllardır yaşama tını katıyor.

Her ne kadar çok farklı Asya Ülkelerinin ücra köşelerinde köylülerle birlikte yaşamışlığım, onların tiyatral ibadetlerini, ritüelik toplantılarını, kukla gösterilerini, danslarını seyretmişliğim ve yerel müzikleriyle saatlerce baş başa kalmışlığım varsa da, Tibet kâsesinin titreşimli gücünü, eşsiz gizemli sesini "koleksiyoncu" belgeselimin çekimleri sırasında ilk kez Okay Temiz Abimim hünerli dokunuşlarında dinledim. Yeryüzünün her yerinden, her kültürden topladığı etnik enstrümanları müziğinde kullanan, etnografik anlamda çok zengin bir müzik aletleri koleksiyoneri olan dünyaca ünlü vurmalı çalgılar ve percussion ustası değerli sanatçımız Okay Temiz'in elleri Tibet kâsesine değdiğinde çıkan sesi dinlerken, içine koyduğu suyun milyonlarca damlacığa bölündüğünü ve her birinin daha yukarılara sıçramasını izleyerek kendimden geçtiğimi hiç unutmadım. Titreşimin güçlü sesiyle birlikte hareket eden su taneciklerinin sıra dışı dansı, sanki bir kereliğine sahneye konulmuş çok büyük bir gösterinin perdelerini sadece bana açıyor, uçuşan damlacıklar tek konuklu şovunu benim için sunuyor gibiydi.


Şarkı söyleyen kaselerle çalışanlarına öğle arasında kaçamak rahatlama sunan şirketler var

Tibet kâseleri 6 bin yaşında

İnsanlık ses çıkarmaya doğayı taklit ederek başlamış. Acısını, sevincini, hüznünü, duygularını, korkusunu, inançlarını ve gelecekten beklentisini taşlarda, meyve çekirdeklerinde, ağaç kabuklarında aramış; bambuyu, su kabaklarını, kabuklu deniz canlılarını, kemik, boynuz, deri ve kaplumbağa gibi hayvan uzuvlarından farklı sesleri yakalamak için dünyanın dört bir yanında milyonlarca kez deneme yapılmış olmalı. Hatta bunun içine insan kemiklerini de ekleyebiliriz, çünkü geçen yıl İngiliz arkeologlar tarafından yapılan bir kazıda, mağara devrinde toplumun saygın kişilerine ait uzuvların müzik aleti yapılarak hatıralarının yaşatıldığı ve bu yolla onurlandırıldığı tespitine varılmış.

Tibet'in şarkı söyleyen kâselerinin bilinen tarihi bronz çağına yani 6 bin yıl öncesine dayanıyormuş. Metalleri eritip kil - kum içinde hazırladığı kalıplara dökerek kendine silah, kap - kaçak, takı - aksesuar yapmayı öğrenen insanoğlu için müzik yapacak tasarım arayışları da eş zamanlı olarak başlamış. Tibet kâselerinin ve daha da geniş bir ifadeyle özellikle Güneydoğu Asya'nın çok yerinde "gamelank" olarak anılan bronz alaşımlı müzik aletlerinin zaman sürecindeki kullanımı bu dönemde başlamış ve Tibet, Nepal, Japonya, Çin üzerinden ipek yolu ile Avrupa ülkelerine ulaşmış, olmalı.

Bu teze itiraz edenler ve bu süreci tam tersinden alıp Mezopotamya'dan başlatan, Orta Doğu medeniyetleri ile Nepal-Tibet kültür bağı arayan çalışmalar da var. Bu görüşü savunanlar, Mezopotomya orijinli bu tür müzik aletlerinin Hristiyanlığa "çan", Asya inançlarına da "gong" olarak geçtiğini söylüyorlar.

Haçlı seferlerinden çok önce Batı Dünyası ile tanışan “çan” ibadet ve müzik işlevi dışında toplumsal iletişim amacıyla da kullanılmış. Tohum ekme zamanından hasada, ölüm - doğum haberlerinden yaklaşan tehlikelere, çalışmak için uyandırmadan gece ateşin söndürülüp yatılmasına, hava durumu bilgisi vermekten sosyal etkinliklere, yangınlara, hatta çok çeşitli hatırlatmalara kadar akla gelebilecek her konuda çekiçle farklı vuruşlar yapılarak birlikte yaşayan topluluk çan ile haberdar edilmiş.

400’lü yıllarda Manastırlar Ortaçağ Avrupa’sında çanların ilk üretildiği yerler olmuş; ilk çanları Avrupa'da Hristiyan keşişler yapmış. Sonradan dini sınıftan olmayan kişiler de çan yapımını öğrenmişler ve tasarımlarını zamanla geliştirmişler. Sonunda bu iş bazı ailelerin tekeline geçmiş, İtalya'nın Campania Bölgesinin çan üretiminde çok başarılı olması sonrasında bu iş kolu, -Türkçemize de girmiş olan- “kampana” sözcüğü ile anılır olmuş.

Vatikan tarafından heterodoks kabul edilen Doğu Hıristiyanlarının ibadet mekânlarında çan bulundurma -muhtemelen Müslümanlara olan yakınlıklarından dolayı- Batı dünyasındaki gibi yaygın kullanılmamış. Doğu Hıristiyanları çan yerine, trompetleri, içbükey çanakları tercih etmişler, dini toplantıların yapılacağı gün ve saatleri ahşap - demir çıngırakları ellerinde sallayan habercilerle iletmişler.

Atalarımızın bronz çağında metal cevherlerini ayrıştırmayı bilmediği için farklı elementleri aynı potada eritip kullanma zorunluluğu, bugün Tibet kâsesi üretenlerin kılavuzu durumunda. Çünkü ayrıştırılamayan alaşımlardan öylesine ilginç neticeler alınmış ki, günümüzün modern üretim yolları bile çözümü binlerce yıl önce yapıldığı gibi farklı elementleri birleştirip ocaktan çıkan dökümü geleneksel yollarla vura vura tava getirmekte bulmuş. Aynı bina yapımı, duvar örümü, ayna ya da seramik üretmek gibi metal işçiliğinin ezoterik bilgileri de zanaatkarlar arasında geleneksel yolla usta-çırak ilişkisi içinde nesilden nesile aktarılmış. Geçenlerde Tibet'te ortaya çıkarılan 2000 yıllık kâselerin yapımında bakırın ve pirincin yoğun olarak kullanıldığı saptanmış olsa da, kombinasyonda kullanılan süreç ve diğer madenler hala araştırılıyormuş.

Dünyanın her yerinde popülaritesi özellikle 1990'lı yıllardan sonra artan Tibet kaseleriyle bugün müzik de yapılıyor, masaj da, meditasyon da, ibadet de! Tınısında kendini arayanlar da çıkıyor, suyla titreştirildiğinde beliren görsel şölenin içinde kaybolmaya çalışanlar da. Tibet kâsesi ile neyi ararsanız arayın karşınıza çıkan her defasında bronz çağının imkânsızlıkları içinde keşfedilen tınıların gizemli izlerinin hala yaşadığı olmalı, diye düşünüyorum. Bugünün teknolojisini bir yana bırakıp, 7 ayrı elementi bronz çağında kullanılana en yakın değerlerle birleştirmeye çalışan yerel üreticiler, en iyi rezonansı yakalamak uğruna geçmişin üretimlerinden öğrenecekleriyle geleceğe taşıyacakları tınının peşinde koşuyorlarmış.


Asya kıtasının binlerce yıllık töreleri Tibet Kaselerinin tınılarında yaşıyor

Tibetliler, ilk kâsenin meteor parçasından yapıldığına inanıyor

Arkeolojik kazılardan çıkan ya da kutsal mekânları süsleyen kutsal emanetlerden olan çok eski kâseler o kadar ağırmış ki, bırakın elde çalmayı yerinden bile kaldırmak güçmüş. Tarihçiler, paranın değerinin metalinin ağırlığı ile ölçüldüğü yıllarda yapılan bu örneklerin köyün zenginliğini, ibadet edilen mekâna verilen değeri ya da hediye olarak üretildiyse gösterilen önemi dile getirdiğini söylüyorlar.

Altın, kalay, gümüş, demir, civa, kurşun ve bakır olarak 7 ana elementle beraber içinde farklı mineral cevherler de bulunduran alaşımlar, Tibet kâselerinin üretimi için yüksek ısıda fırınlanıyor ve kalıplara dökülüyor. Kalıptan çıkan levha, ilkel tezgahlarda çekiç darbeleriyle vurularak inceltiliyor, yüksek rezonans verecek hale gelene kadar çekiçlerle dövülüp, iç bükey ya da düz kenarlı olacak şekilde tasarlanıyor.

Tibet kâselerinin üretimini ve hikâyesini köylülerden dinlemek bana her defasında ilginç şeyler öğretti. İlk yapılan kâsenin uzaydan düşen meteor parçasından yapıldığına dair neredeyse bir fikir birliği var. Bir de her ustanın elinden çıkan Tibet kâsesinin tınısı bir diğerine benzemiyormuş. Denilen o ki, kendi tınısını bulmaya çalışanlar, çanağın derinliğindeki ve genişliğindeki farklılıklarla beraber vurulan çekiç darbelerinin sıklığını, sayısını ve 7 ayrı elementle birlikte diğer cevherlerin birleşim oranlarını çanaktan çıkan seste ve frekansında arayanlar çözümü geçmişteki ustaların yapımlarında arıyorlarmış. Bana ilginç gelen şeylerden biri, manastırlarda ve evlerde yoğun kullanımına rağmen keşişlerin yüzyıllar boyunca kâse yapımı konusunda tartışmaktan kaçındıklarını duymak oldu. Hatta genele açık kutsal metinlerde de bu konuda tek kelime geçmemesini gerçekten garipsedim. Doğu inancında egemen olduğu şekliyle astral projeksiyonlarla ve gizemli tezlerle evreni açıklamaya çalışanlar, bu durumu "üstat" mertebesine ulaşmış az kişiye açık gizli ritüellerin varlığında açıklıyorlar.

Tibet Kâsesi nasıl çalınır?

Tibet kâsesinden ses çıkartmak kolay gibi görünse de başlangıçta zorluk çektiğini söyleyenler çoğunlukta. Sallayarak, kazıyarak, okşayarak, vurarak ya da sürterek ses çıkaranlar var. Genelde ağaç tokmak kullananlar çoğunlukta ve tokmağını sade seçenler olduğu gibi kumaş ya da deri kaplı tercih edenler de var. Avucunda çalanlar, ağaç kökü üstünde, göbeğinde, başında ya da Çinliler gibi yuvarlak bir simit üzerinde tutanlar olduğu gibi sırtında tutarak masaj yaptıranlar da çıkıyormuş. Meraklıları için söylenen o ki, herkes kendine özgü bir yolu bulana kadar denemeliymiş!


Farklı ses çıkarma teknikleri olsa da yabancılar için en bilineni deri kaplı tokmak

Çanağa hafif bir açıyla vurulduğunda çıkan sesi bir süre dinlemek ve kaybolmasına izin vermeden tokmağı kâsenin etrafında döndürmek bilinen klasik yol. Elinizin açısı, tokmağın kâseye olan baskısı ve döndürme hızı, bir süre sonra ortaya çıkan tınının kontrolü ele almasıyla sanki aklın önüne geçiyor ve duyulan müziğin ritmine kâsenin gizemi kumanda ediyor izlenimi veriyor. Ses çıkarmayı becerdikten sonra içine su doldurup titreşimi yakalayanlar için su damlacıklarının dansı tam bir görsel şölen niteliğinde. Ama aceleye gerek yok, tınıyı da, suyun dansını da, kalp atışlarını kâsenin sesine uydurmak için de zaman ve sabır gerekiyor. Sürtünme frekansı kâsenin doğal olarak titreştiği frekansa ulaştığında, kâsenin kenarı ritmik olarak hafif oval bir şekilden gözün kolay fark edemeyeceği biçimde dönüşmeye başlayınca tını güçleniyormuş. Bilmeyen için gördüklerimi tarif etmek çok güç ama bu şekil değiştirmenin enerjisi ve gücü, tınının yanı sıra içine konan suya da yansıyor, sürtünmenin yoğunluğu arttıkça bir dizi ilginç deseni ortaya çıkaracak şekilde su yüzeyine kısmen etki ediyor.

İçine su konan Tibet kaselerinde "Faraday Deneyleri" izleniyor

İşin sulu tarafı da ilginç, çünkü konuyu matematiksel olarak analiz etmeye çalışan, sürtünme sıklığı ile kâsenin doğal olarak titreştiği noktaya ulaştığında kararsız haldeki su damlacıklarının kaotik dalgalar halinde ilginç desenler ortaya çıkardığını, birbirlerine çarptıklarını ve havaya uçan damlacıkların dibe vurmadan tekrar sıçrayabilmesinin hesaplarını araştıranlar varmış. Yani su damlacıklarının titreşimle parçalanmasının kriterlerinin çıkarılması adına farklı üniversitelerde yapılan çalışmalarda gelecekte kullanılabilecek bir dizi mühendislik uygulamaları için farklı bilimsel araştırmalar yapılıyormuş. Düşünsenize, su gibi bir sıvı titreştiğinde ortaya çıkan ve şarkı söyleyen bir kâseden yayılan zerreciklerin boyutla orantılı olarak -sınırlı da olsa- ortaya çıkardığı yayılımı "Faraday dalgaları" dinamiği ile açıklamaya çalışanlar varmış. Belirli bir noktada suyun kararsız hale gelmesi, köpüren damlacıkların kaotik dalgalar ortaya çıkarması ve ortaya çıkan düzensiz dalga modellerinin nasıl oluştuğu, birbirlerine nasıl çarptığını, havaya uçan damlacıkların yerçekimine rağmen nasıl serbest kaldığı konusunda bilimsel çalışmalar yapılıyormuş. Yani denilen o ki, tınısı bir yana, titreşen kâselerdeki suyun nasıl davrandığına dair matematiksel bir model çok uzun yıllardır geliştirilmeye çalışılıyormuş.

Tibet Kâseleri anavatanları dışında

Asya'nın yerel müzik aletleri ipek yolu ticaretiyle yüzyıllar boyunca Batıya taşınmış ve bunlar yeni müzik aletlerinin tasarımına katkı sağlamış. Savaşlar, göçler, gezginler, kendini farklı kültürleri keşfetmeye adayan önderler bu yoldan çok örnek aktarmışlar. 19. Yüzyıl ortalarında Tibet'in Çin tarafından işgali sırasında din adamları, toplumun kanaat önderleri eşliğinde yerli halk tüm değerli eşyalarını ve kutsal saydıkları için nesilden nesile aktararak kullandıkları emanetleri alarak kaçmak zorunda kalmışlar. Aynı yıllarda civarda olan Hindistan yerleşimli İngiliz varlığı bu süreç içinde son derece değerli eşyaları parasıyla alma şansına sahip olmuş. Bugün farklı müzelerde sergilenen etnografik müzik aletleri çoğunlukla koleksiyonerler tarafından bu dönemde toplanmış.


Farklı tip ve yapılış şekillerindeki "şarkı söyleyen kaseler" meraklılarınca toplanıyor

Bugün de dünyanın farklı ülkelerinde Tibet kâseleri ve tüm diğer etnik müzik aletleri meraklıları ve müzisyenler tarafından toplanıyor. Aynı zamanda ses terapisiyle nefes almayı, beyin dalgalarını ve kalp atışlarını yavaşlatarak derin bir sakinlik - esenlik hissi yarattığına inananlar da Tibet kâselerinin peşindeler. Yüzyıllar öncesinin tınılarını ve yaşanmışlıklarını taşıyanlar da farklı müzelerin raflarını süslemekte, ziyaretçilerine Güney Doğu Asya'nın gizemini sunmakta. 

Konunun uzmanı olmasam da gördüklerimden ve hissettiklerimden oluşan deneyimimi sizlerle paylaşmaya çalıştım. Eminim, konunun meraklıları gerek görsel gerekse de yazılı bilgiye kolayca erişerek benim eksiklerimi tamamlayacaklardır.


Türk cazının duayen ismi, vurmalı çalgılar üstadı Okay Temiz'in Dünyanın her yerindeki farklı kültürlerden topladığı etnik müzik aletleri koleksiyonu var.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: 2025 öngörüleri tahmin mi, kehanet mi?  

The Economist dergisinin gelecek yıl için beklentileri “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” içerikleriyle dolu

Koleksiyoncunun kaleminden: İmzanın tarihi

Kimliği doğrulamak, metni onaylamak, bir fikre katılmak ve yapılanı sahiplenmek için atılan imzanın ardında 5 bin yılı aşkın bir tarih var

Koleksiyoncunun kaleminden: Da Vinci’den önceki ve sonraki “Son Akşam Yemeği” tablolarının öyküsü

“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış

"
"