28 Nisan 2019

Keşke asansör icat edilmemiş olsaydı!

Asansörün icadı ve yaygınlaşması sonrasında, bir daha asla geri dönülemeyecek şekilde dikine yükselen binalar ve bulutlara yaklaşan yapılaşmayla birlikte yepyeni bir şehirleşme tipi ortaya çıktı…

Asansörün bulunması ve yaygın olarak kullanılmasının yaşamımıza getirdiği kolaylıklar yanında, şehirleşmeyle olan ilişkisi de önemli. Büyük metropollerde dikine olarak yükselen binaların, yani şehirlerin siluetini değiştiren gökdelenlerin de varlık sebebi asansör değil mi? Yüksek katlı binaların varlığını tartışmak bir yana, dar alanda daha fazla kişinin yaşamasına olanak veren çok katlı bina tarzı ile artık yepyeni bir şehirleşme yaşanıyor.

Asansör, her ne kadar çağın modern buluşlarından biri olarak görülüyor olsa da, insanları ve malları dikine olarak taşıma isteğiyle, buna çözüm bulma uğraşı aslında binlerce yıldır var. İnsanı diğer canlılardan ayıran bilinç olgusu ve alet yapabilme özelliği, ona her daim yükseklerden aşağıya, aşağılardan da yukarıya doğru taşınacak şeyleri fazla güç sarf etmeden kaldırıp indirtmeyi düşündürtmüş olmalı... Ve tarih süreci içinde insanoğlu toplumsal yaşamı içinde zaman zaman bu amaçla belli düzenekleri her çağda denemiş, geliştirmeye çalışmış.  

MÖ 2900’lü yıllarda Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen büyük Keops Piramidinin yapımı sırasında çalışan 4000 taş ustası ve on binlerce işçiye rağmen her biri tonlarla ölçülen ağırlıktaki milyonlarla taş blokun 150 metreye yakın bir yüksekliğe kadar nasıl çıkarıldığını bilim adamları hala düşünüyor. Ama bu konuda yapılan araştırmalardan çıkarılan bir sonuç var ki; o da bir kasnak üstüne kurulmuş ve insan gücüyle çalışan ilkel bir asansör sisteminin kullanıldığına işaret ediyor.   

Arşimet’in asansörü

Tarih yazıcıların notlarında, MÖ 236 yılında, ünlü Yunanlı matematikçi Arşimet’in yaptığı bir asansörden bahsediliyor. Hidrostatiğin ve mekaniğin temelini atan Arşimet, yuvarlak bir kasnağın etrafına sardığı halatların insan ya da havyan gücü ile döndürülmesi yoluyla hazırladığı bir platform ile çeşitli şeylerin yukarılara taşınmasını sağlamış. Hatta ünlü Sirakuza Savunması sırasında, Roma gemilerini kavrayıp havaya kaldıran ve sonrasında belli bir yükseklikten yere bırakan düzenekler yaptığı rivayet ediliyor.

Bu konuda eldeki en önemli bulgulardan biri de, Vatikan’da 1848 yılında bulunan ve MS 80’li yıllarda yapıldığı düşünülen Haterii’nin anıt mezarının inşası sırasında değirmene benzeyen bir düzenek ile taş blokların taşındığı. Dahası da var; Eski Roma’da, soyluların ve halkın en büyük eğlencesi olan hipodrom etkinliklerinde, vahşi hayvanlarla yapılacak gösteriler için Kolezyumun altında özel olarak tasarlanmış bir odanın kol gücü ile yukarı çekildiği ve bu yolla direk olarak arenaya alınan vahşi hayvanın kimseyle temas etmeden meydana çıkartılarak haricilerin tehlikeden korunduğu düşünülüyor. Aynı şekilde asansör yardımıyla yukarı çekilen gladyatörlerin de herkesin gözü önünde bir anda savaş meydanına alınmalarıyla heyecan yükselip coşku doruğa ulaşırmış.

Asansörün tarihi konusunda Fransa kralı 15. Louis’in de adı geçiyor. Yazıldığına göre, zaman zaman hareminin en gözde kadınını “uçan iskemle” tabir ettiği bir düzenekle sarayının 3. katındaki dairesine çekermiş. Bunda belki eşinin merdivenlerden çıkarken yorulmaması da etkendir ama aklıma asıl sebebin diğer eşlerinden gizleme isteği olduğu geliyor. Aynı şekilde, Choisy şatosunda da bu tür bir düzenek varmış ve hazırlanan mükemmel sofralar, vakti geldiğinde uzaktan ipleri çekilen bir zilin haber vermesiyle yukarı çekilirmiş. Bu yolla hem garsonlara gerek olmazmış hem de gizli konuların yabancı kulaklardan uzakta konuşulacağı şekilde yemeğe oturulurmuş.

Güvenli asansörü Otis’e borçluyuz

 19.yüzyılın ikinci yarısında, buhar gücünün yaygın kullanılmasıyla birlikte, o gün için çok kudretli olarak görülen bu enerji ile çalışan asansörlerin kullanımı gündeme gelmiş.

Fakat asansör kullananların en çok çekindiği şey, eskimiş ve yıpranmış halatların oluşturduğu tehlikeymiş. İşte 1852 yılında, Elisha Graves Otis isimli bir Amerikalı, herkesin çok korktuğu bu konuda yaptığı çalışmalarla o ana kadar bilinmeyen ek güvenlik sistemleri oluşturmaya başlamış ve 1853 yılında da patentini almış. 1854 Mayıs’ında da, New York’taki Kristal Palace’da ek güvenlik sistemleri eklenmiş ve geliştirilmiş asansörünü sergilemiş. Buhar gücü ile çalışan bu asansörün tanıtımı sırasında, platforma ağırlık yüklenmiş ve olabildiğince yükseltilmiş. Elisha Graves Otis, kalabalığın meraklı bakışları altında hızla aşağı inen asansörün askı halatını kesmiş ve platform serbest olarak aşağı düşerken çok kısa bir süre sonra kendini frenlemiş ve durmuş.

1854 yılında Elisha Graves Otis isimli bir Amerikalının  New York’taki Kristal Palace’da ek güvenlik sistemleri eklenmiş ve geliştirilmiş asansörünü sergilemesi sonrasında asansör kullanımı yaygınlaştı

Herkesin içine derin bir oh çektiren bu deneme sonrasında, asansör olgusu insanlara daha bir sıcak görünmüş ve güven vermeye başlamış olmalı. Dönemin ünlü gazetelerinden NewYork Tribune “ilim, endüstri ve buluş” diye attığı başlıkla, asansör kullanımın modernleşmenin yeni yüzü olduğunu vurgulamış ve bundan sonra şehirleşmenin bambaşka bir mecrada gelişeceğinin duyurusunu yapmış.

Denilen gibi de olmuş, asansörün güvenli olarak kullanılabileceğinin cesaretiyle NewYork’ta 50 katlı olarak inşa edilen Haughwout Binası, 23 Mart 1857 tarihinde ilk ticari buhar gücüyle çalışan asansörlü yapı olarak tarihe geçmiş. Birkaç yıl içinde Chicago’da, Londra’da, Paris’te ve dünyanın dört bir tarafında asansöre öykünen mimarlar, yüksek bina tasarlamanın rüyasını görmeye ve bunu hayata geçirmeye başlamışlar.  

Kol gücü ile çalışan kasnağın bağlandığı platformun çekildiği tipteki asansörler ile tarihi binaların inşaatlarında ağır yükler taşındı.

1889 yılında, buhar gücü yerine elektrik enerjisinin kullanılmasıyla birlikte günümüze ulaşan asansör gelişimi bir başka yola girmiş. Artık çekiş gücüne hem elektrik gibi temiz ve kolay bir enerjinin varlığı eklenmiş hem de gelişen teknolojinin güvenilir taşıyıcı sistemleriyle birleşen asansör yapımı ucuzlamış, biraz daha erişilebilir olmuş. 

Osmanlı topraklarındaki ilk asansörlü yapı Pera Palas Oteli. İstanbul’un batıya açılan yüzü olan Pera semtinde, Şark Ekspresinin getirdiği turistlere doğunun egzotik havası içinde kendi alışık oldukları konforu yaşatmaya çalışan bu bina dönemin ünlü mimarı Levanten Alexandre Vallaury tarafından tasarlanmış. Yapımına 1892 yılında başlanan Pera Palas binası, elektrikli asansörü ve modern teşrifatıyla 1895 tarihinde açıldığında, şehrin kültürel ve sosyal yapısına ciddi heyecan katmış olmalı...  

1857 yılında 50 katlı olarak inşa edilen bir binaya yerleştirilen ilk ticari buhar gücüyle çalışan asansör dikine yapılaşmaya cesaret kattı.

İzmir’in Asansör semti! 

Asansörün bizimle de olan bir ilginç bağı da var. Araştırdım, bulamadım ama sanıyorum Dünyanın hiçbir yerinde adı asansörle anılan bir semt yoktur; ama İzmir’de var! Halil Rıfat Paşa Caddesinden 58metre aşağıda bulunan sahile inmek için kullanılan 155 basamaklı merdivenlerin adı yıllarca Müslümanlar için “Karataş” üst kısımda oturan Musevi cemaati için de “Devidas” olarak anılmış. Basamakların bitiminde oturan ve merdivene adını veren Devidas ailesinin büyüğü bir gün merdivenlerden düşerek ayağını kırınca, İzmir’in ünlü Musevi iş adamı Nesim Levi, buraya bir asansör yaptırmayı planlamış. 1907 yılında tamamlanan zarif bir kule ve içine konan asansör hem iki semt arasında kolaylıkla gidip gelinebilen bir ulaşım sağlamış hem de İzmir’in çehresine hala ilgi çeken farklı bir güzellik katmış.   

İzmir’in Musevi iş adamı Nesim Levi'nin, 1907 yılında yaptırdığı asansör, kolaylaştırdığı ulaşım şeklinin yanı sıra zarif kulesi ve estetik güzelliğiyle bugün bile İzmir’in çehresine farklı bir güzellik katıyor.

“Gökdelen” kelimesi her dilde var 

Artık gökyüzünün derinliklerine doğru yükselen ve “gökdelen” olarak anılan bu yeni kelimenin tüm dillere katılmasını gerekli kılan çok katlı yapılanma tarzı, dünyanın her yerinde yükseliyor. Binalar teknolojinin de gelişimiyle birlikte her geçen gün daha yükseklere çıkıyor; sanki bir öncekine tepeden bakmak edasıyla bulutlara değmek istiyor. Birileri “Dünyanın en yüksek binası” unvanını tam kazandık derken bir yerlerde biraz daha yükseklere değmeye çalışan bir başkaları tasarlanıyor. Yani biri kazanıyor, biri kaybediyor; binalar da yükseldikçe yükseliyor.

Siz sormadan ben söyleyeyim, asansör temalı koleksiyon kulağa biraz zorlama gibi gelebilir ama bugün Dünyanın farklı yerlerinde, asansörün buhardan elektriğe, deri kayıştan çelik tele uzanan yolculuğundaki teknolojik evrimini görebileceğiniz müzeler var. Bazı binalar ilk asansörlerini sergiliyorlar, bazı yerlerde de geçmişte kullanılmış olan asansörün bazı aksesuarları yenileriyle birlikte tasarlanıyor. Hatta Londra’daki dünyanın en büyük mağazası olarak bilinen Harrods’da asansör kullanmak isteyenleri ilk günlerdeki gibi özel üniformalı, papyon kravatlı asansörcü ile bir asır önceki görünümüyle orijinal hali karşılıyor. Görülüyor ki, geçmişte yaşananlar bugünlere de, değerleri yarınlara taşıyacak koleksiyonlara da ışık tutuyor.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Jübilenin kültür tarihi

Tarih öncesinde kölelerin "azat" edilmesi için kullanılan "jübile" sözcüğü yıllar içinde evrilmiş, emeklilikten araba kornasına hatta tarlaları nadasa bırakmaya kadar farklı imgeleri yüklenmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Oy vermenin kültür tarihi

Antik tarihte suçlular ve istenmeyen kişiler de oylanmış; en fazla oy toplayanlar sürgüne gönderilmiş

Dünya Kukla Günü kutlu olsun: Koleksiyoncunun kaleminden "kuklanın tarihi"

Kukla, hareketli hikâye anlatımında eğlenceli olduğu kadar kendini ifade etmenin de bilinen en eski sanatsal gösterim biçimlerinden biri