05 Şubat 2023

Bankacılığın gizli tarihi (2)

Tarih öncesinde kullanılmayan varlıkların din adamlarına emanet edilmesiyle başlayan süreç zaman içinde finansal aracılığa dönüşmüş

Geçen hafta yayınlanan Bankacılığın Gizli Tarihi başlıklı yazımı okuyanlar hatırlayacaklardır, varlıkların emanete bırakılması anlamında kullandığım ilkel bankacılık fikrinin M.Ö. 2000’li yıllarda Mezopotamya Bölgesi'nde başladığını; Babil, Eski Mısır, Asur, Hindistan ve Sümer imparatorluklarında dini yapıların bu amaçla kullanıldığını yazmıştım.

Ana başlıkları hatırlatmak gerekirse, Tanrıların yeryüzündeki temsilcileri olduğu kanısıyla din adamlarına emanet edilen kullanılmayan birikimler zaman içinde teşebbüs sahiplerine aktarılması yoluyla ticari hayatın büyümesine yol açmış; ilerleyen yıllarda erken dönem bankacılık bir meslek olarak büyük tüccarların ve soylu ailelerinin iştigal alanı haline gelmiş.

M.Ö. 687 - 546 yılları arasında Ege Bölgesi'nde, Gediz ile Küçük Menderes nehirlerinin arasında yaşayan Lidyalılar tarafından icat edilen ve değişim aracı olarak kullanılmaya başlanan “para” ticarete yeni bir soluk getirmiş; limanlarda, pazarlarda, ana ticaret yerlerinde faaliyet gösteren, “sarraf” figürü doğmuş. Ticari mübadelenin uzmanları olarak ortaya çıkan “trapezit esnafları” risk alarak müteşebbislere kredi temin etmeye çalışmışlar. 

Paranın icadı sonrasında sarraf figürü doğmuş.

M.S. 476 yılında başlayan Kutsal Roma İmparatorluğu'nun çöküş süreci içinde ticaret hacmiyle birlikte sarraf sayısı da azalmış ama emanete verme işlevi kiliseler ve farklı inanışlara ait tapınaklar içinde yaşamaya devam etmiş.  

Varlıkların tapınaklarda saklanması ve din adamlarına emanet edilmesinin geçmişi 4 bin yıl öncesine dayanıyor.

Haçlı Seferleri, erken dönem bankacılığını geliştirmiş 

Birinci Haçlı Seferi sonrasında 1118 yılları civarında İngiltere’de Tapınak Kilisesi'nde bir araya gelen din adamlarının Hıristiyan hacı adaylarının Kudüs'e güvenli gidişini sağlamak amacıyla kurdukları yapı kısa zaman içinde toplumda itibar görerek “Tampliye” ya da dilimizde çok kullanıldığı şekliyle “Tapınak Şövalyeleri” olarak anılan devasa bir güce dönüşmüş. Yoldaki hacıların güven içinde seyahat etmesini sağlamak vaadiyle yolculuk öncesinde onlara ait birikimlerini kabul eden şövalyeler, Kudüs yolunu açık tutmak ve Hıristiyan - Avrupa varlığını güçlendirmek adına çok geniş bir alanda örgütlenmiş.

İngiltere’de başlasa da kısa sürede tüm Avrupa çapında örgütlenmeye başlayan yapının finans merkezi 1307 yılı sonrasında Paris’e kaymış, halkın her kesiminden gelen paralara soyluların, kralların, prenslerin birikimleri de eklenince çok yönlü gelişen yapı güçlenerek büyümeye devam etmiş.

1118 yılları civarında İngiltere’de Tapınak Kilisesinde bir araya gelen din adamları güvenli hac yolculuğu için para toplamaya başlamış.

Önceki ve sonraki tüm kutsal savaşlar da benzer şekilde gelişen “din adına can verme” olgusunda bu defa haçlı seferlerine katılmanın birincil ödülü “kurtulup eve geri dönme” ve “kutsanma” olması yanında ölenlerin ailelerinin para ile ödüllendirildiği olmuş. Savaş alanında düşmanlarının cesetlerini ve ele geçirdikleri yerleri yağmalama hakkı kazanmalarının sonucu olarak savaşlardan sağ kurtulanlar, evlerine zengin olarak dönmüşler, yaşam boyu topladıklarıyla idare etmişler.

Vatikan’ın haçlı seferleri sırasında, Kutsal Toprakları Müslüman işgalcilerden korumak için varlıklarının bir kısmını Tampliye Şövalyeleri'ne yatırdığı ya da hibe ettiği savları içinde biriken mali hacmin Şövalyelerin yönetiminde bir rezerv bankası haline dönüşerek tüm Avrupa siyasal sistemini nasıl etkilediği hala düşünülüyor, konu çok çeşitli alanlarda tartışılmaya devam ediyor.

Çok geçmeden tüccarlar da haçlı seferlerine katılmaya başlamış, yok olmaya yüz tutan Akdeniz ticaret ağını tekrar güçlendirmek için Venedikli varsıllar Lübnan'ın zengin kenti Tire'yi kuşatarak yağmalamış ve yeni bir ticari düzen kurmaya çalışmış. Sonraki yıllarda servetlerini Ortadoğu’nun zenginlikleriyle güçlendiren Venedikli iş adamları kazandıklarını Mısır’ın İskenderiye şehrini fethetmek için yola çıkan devasa bir filoya yatırmışlar.

Savaşçı keşişlerin bir tarikatı olarak ortaya çıksa da kısa sürede büyük zenginliğe ulaşan ve vergi muafiyetleri kazanan Tampliye Şövalyeleri, krallardan, kraliçelerden, papalıktan korkulan Ortaçağ günlerinde yoksul halkın sevgisini ve güvenini de kazanmış. Denilen o ki, Avrupa'daki en zengin ve en etkili insanlardan çoğu sıradan bir üye olmak için bile Şövalyeler'in kapısını çalmaya başlamışlar. 

Hristiyanlığı yaymaya ve Hac yolunu güvende tutmaya çalışan Tampliye Şövalyeleri, halktan topladıklarıyla ciddi bir zenginliğe ulaşmışlar.

Tampliye Şövalyeler'inin mirası yaşıyor mu?

Haçlı Seferleri sırasında çok para kazanan Tampliye Şövalyeleri'nin kazandığı itibar ve güç düşüşlerini de beraberinde getirmiş. 1204 yılında Ortodoks inancın merkezi olan İstanbul’a yapılan saldırı sonrasında Hıristiyan dünyası içinde derinleşen bölünme ve Kudüs'ün Müslümanlar tarafından fethedildiği 1244 yılında başlayan çökme ivmesi Avrupalı dindarların hac ziyaretlerini durdurmasıyla sonuçlanmış. 

Hac ziyaretleri olmadığı için yeni birikimleri toplayamayan şövalyelerin fonları yavaş yavaş tükenmeye başlamış. Halktan gelen desteğin büyükçe bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen, varlıklı vatandaşlar ve Avrupa soylularından oluşan üyeleri sayesinde mali hizmetlerini kısa bir süre daha devam ettirmeye çalışan Tampliye Şövalyeleri, ulaştıkları mali gücün kontrolsüz gücü içinde çırpınmaya başlamışlar.

1307 yılında, Tampliyeler'e çok ciddi oranda borcu olan Fransa Kralı IV. Philip'in (Güzel Philip) ve 1312 yılında bu oluşumun dini otorite üstündeki gücünden hoşlanmayan Papa V. Clement'in başlattığı saldırılar sonrasında çok yerde şövalyeler tutuklanmaya, işkence edilmeye ve öldürülmeye başlanmış. Mali gücü tek başına elinde tutmak isteyen Vatikan, İncil'de İsa’nın sarrafları Yeruşalim'deki mabetten kovmasını hatırlatarak kendi üstünde güç oluşturan şövalyelere karşı açık tavır almış; kelimenin tam anlamıyla cadı avı başlatmış.   

Papalığın otoritesine ve fark ettikleri Vatikan’ın dini dogmalarına karşı çıkarak elde kalanları saklamaya, uğradıkları haksızlıklara karşı mücadele etmeye çalışan Tampliye Şövalyeleri çok kısa süre içinde yer altına inerek gizli cemiyet haline bürünmüşler -yaygın düşünceye göre de - sonraki yıllarda bilimsel gözleme - deneye dayalı pozitif bilim arayışlarına öncülük etmişler.

Genel kanı şu ki; artık ortalıkta olmasalar da bu gizemli savaşçı keşişlerin miraslarının bugün bilinmeyen yerlerde yaşamaya devam ettiğine inanılıyor. Bugün Avrupa’nın büyük şehirlerinin tam ortalarında kalmış yeşil alanların Tampliye Şövalyeleri'ne ait olduğu savı ve büyük bankaların rezervlerinin o günlerden kaldığı düşüncesi yazılıp çizilmeye devam ediyor.

Tüm Avrupa'da uğradıkları cadı avı sonrasında yer altına inen Tapınakçıların mali varlıklarının bir yerlerde gizli olduğunu savı dillendirilmeye devam ediyor.

Osmanlı’da bankacılık

İslam hukuku faiz (riba) toplamayı yasakladığı için Müslüman ülkelerde mali aracılık, açık faiz ödemelerini içeren borç sözleşmelerine değil, bazı Orta Çağ Hıristiyan uygulamalarında olduğu gibi işletmelerin mülkiyetini de üstlendiği kar - zarar paylaşımı düzenlemelerine dayanmış. Karz-ı hasen (güzel borç) uygulaması adıyla ihtiyaç duyulan finansman işlemleri Osmanlılar'ın kendine özgü olarak geliştirdiği vakıf sistemine ek olarak ilerleyen yıllarda sarraflar ve bankerler tarafından gerçekleştirilmiş. 

15 - 16. yüzyıl Osmanlı yaşamında sadece sosyal ve dini amaçlar için sabit bir sermaye ile oluşturulan belirli bir kuruluş yapısı ya da güven fonu şeklinde kurulan para vakıfları, mahkemeler tarafından da kabul edilebilir hale gelmiş. 16. yüzyıl itibarıyla dini vakıflar para işleriyle uğraşır olmuş; Osmanlı vakıflarının yarıdan fazlası para ile ilgili hale gelmiş.

Zengin kişiler tarafından tercih edilen vakıf kurumu, kişilerin zenginliğini yaşam boyu koruma kaygılarını gideriyor, gelirleri geleceğe aktarıyor, -o günün şartlarında- gerekli mali gereksinimleri bir şekilde yerine getiriyorlarmış. Tüccarlardan olduğu kadar borç para verenler arasında da yer alan bu kişiler vakıflar aracılığıyla genellikle dini eğitim üzerine kurulu okullara, ibadethanelere, çeşmelere, şifahanelere ve yoksul halka yardım ederek şekilde toplumun hizmetine bağış yapmayı uğraşları haline getirmiş. 

Üyeleri sadece Müslüman olan ahilik müessesesi ve İstanbul’un fethinden sonra gayrimüslim azınlıkları da içine alarak geniş bir esnaf örgütlenmesi olan lonca sistemleri günün sanatkâr ve sanayicilerin mensup oldukları mesleki teşkilat olarak varlıklarını çeşitli sandıklarla sürdürmüşlerdir. Esnaf sandığı, esnaf vakfı, esnaf kesesi adıyla üyeleri arasında ticari bağ oluşturan bu yardım sandıkları, loncanın giderlerini ve üyelerine yapılan yardımları bu sandıklarda toplanan paralarla karşılanmaya çalışmış. Süreç içinde Osmanlı’da yardım sandıklarında toplanan paralar, işini büyütmek isteyen esnaflara ve ihtiyacı olan üyelerine borç olarak verilmeye başlanmış. 

İlerleyen yıllarda Tanzimat dönemine kadar bankacılık faaliyetleri Galata Semti civarında yerleşmiş sermayeleri sınırlı olan köşe başı sarrafları, başka bir tanımlamayla Galata bankerleri tarafından aracılığıyla yürütülmüş.

Avrupalı Hükümdarlar kolay parayı keşfediyor

Tampliye Şövalyeleri'nin mali güçlerinin ve ilkel bankacılık yönündeki verdikleri hizmetlerin ortadan kalkmasıyla birlikte İtalya'nın Floransa ve Cenova şehirlerinde eş zamanlı bir hareketlilik yaşanmış. Bugün anladığımız şekliyle bankacılık sistemi içeren “Banco di San Giorgio” 1400'lerin başında kamu borçlarını – alacaklarını yönetmek amacıyla kurulmuş. 

İtalya'da 1400'lerin başında kurulan “Banco di San Giorgio” kamu borç ve alacaklarını yönetmeye başlamış.

Finansman yönetimi 12. ve 14. yüzyıllar arasında, Kuzey İtalya'dan gelen iş adamlarının döviz işlemleriyle büyük ölçüde gelişmiş, kambiyo senedi aracılığıyla, belirli bir tarihte, ulusal veya yabancı para cinsinden bir kişiyi belirli bir muhabir nezdinde akredite edebilecek hale gelmiş.  

Birçok tüccarın üçüncü şahıslarla olan işlerini halletmek için bankalara başvurmasına, bir komisyon karşılığında, bankacılarının kendilerini temsil etmesine ve onlar adına uzlaşmasını sağlayan bu sistem sayesinde ayaklanmaya - yeşermeye çalışan bankacılık kurumu bir anlamda Rönesans geçirmiş.

İtalyan bankerler, İsviçre’nin Cahors Bölgesi'ne yerleşmişler ve oradan da başta Londra ve Paris olmak üzere Batı Avrupa'nın tüm büyük şehirlerine yayılmışlar. Bu genişleme ile birlikte işletmeleri finanse etmenin yanı sıra şahıslara borç vermişler, teminatlı krediler kullandırmışlar ve bazen de kamu kurumlarına finansman aktarmışlar. 

İtalyan bankerler, İsviçre’nin Cahors Bölgesi'ne yerleşmişler; başta Londra ve Paris olmak üzere Batı Avrupa'nın tüm büyük şehirlerine yayılmışlar.

Sonunda, Avrupa'da hüküm süren hükümdarlar da bankacılık kurumlarının değerini ve önemimi fark etmişler. Tüm yönetimler, kraliyetler, yaşanan zor günleri telafi etmek için oluşturdukları ortak havuzdan günün şartlarına göre borç almaya, harcamalara uzun vadeli finansman sağlamaya başlamışlar. Zaman zaman mali güç krallıkları gereksiz savurganlıklara, maliyetli savaşlara, komşu ülkelerle gereksiz ve halkı yoksul kılacak silahlanma yarışlarına götürse de Kıta Avrupa’sı içindeki para tüccarları, silah satıcıları, faiz simsarları ve para değiştiricileri bu durumdan hep memnun olmuş. 

Yüzyılda Almanya’da Augsburg'lu Fuggers ailesi çok önemli bankacılar arasına girmiş. 

1656'da kurulan Bank of Stockholm ve günümüzdeki Bank of Sweden'in öncüsü “Stockholms Banco” banknot basarak bankacılık alanında yürümeye başlamış. Çin hükümetinin yüzyıllar önce denediği “kâğıt para” basımı tekrar hayata geçmiş.

1694'te Bank of England, 1695 yılında da Bank of Scotland kurulmuş; her ikisi de ada ülkesinde verdikleri kredilerle ticareti teşvik etmeye ve tüccarların faaliyetlerini finanse etmeye başlamışlar. Önceleri Londra ve büyük şehirler ile sınırlı olan yapılanmalar, 18. yüzyılın sonlarına doğru taşra kasabalarına yayılmış. 

Hindistan'daki ilk banka, 1770 yılında o zaman Hindistan'ın başkenti olan Kalküta'da "Bank of Hindustan" adıyla kurulmuş; ancak bu banka çalışamamış ve 1832 yılında faaliyetlerini durdurmuş.  

İlk seyahat çekleri 1772'de İngiltere'de basılmış, artık insanlar uzak coğrafyaları merak ediyor, paralarını güvenle kullanabilecekleri bir ortamda farklı kültürlerle tanışmak istiyorlarmış. 

1723 – 1790 yılları arasında yaşayan, ekonominin ve kapitalizmin babası" olarak anılan İskoç filozof, politik ekonominin öncüsü ve İskoç Aydınlanması'nın önemli figürü Adam Smith, ulusların zenginliğinin nedenlerini irdelediği çalışmalarında bankalara özel önem vermiş, sanayileşmeyi teşvik etmede bankacılığa çok önemli bir rol atfetmiş.

ABD'de Bank of North America ilk ticari banka olarak 1782 yılında kapılarını açmış. Aynı yıl Fransız Francisco Cabarrús tarafından 2 Haziran tarihinde ilk İspanyol Bankası kurulmuş. Brezilya ve Arjantin’de 1808, Şili’de 1811, Meksika’da 1821 yılında bankalar kurulmuş.

1856 yılında bir İngiliz sermayesi grubunun öncülüğünde 500 bin İngiliz lirası sermaye ile kapısını açan (Bank-ı Osmani), 1863 yılında İngiliz - Fransız ve Türk sermayesi eşliğinde Sultan Abdülaziz’in fermanı ve Kraliçe Victoria’nın “charter”ı ile Bank-ı Osmani-i Şahane’ye dönüşerek (Imperial Ottoman Bank) ismiyle bizim coğrafyamızın ilk merkez bankası olmuş; modern bankacılık ülkemizde bu şekilde ayağa kalkmış. Aynı yıl Tuna vilayeti valiliği sırasında Mithat Paşa tarafından 20 Kasım 1863’te Pirot kasabasında bugünkü Ziraat Bankası'nın temelini oluşturan “Memleket Sandıkları” kurulmuş.   

19. yüzyıl modern bankacılığın gelişimine sahne olmuş.

Bankacılık krizleri 

1557'de İspanya Kralı II. Philip’in ülkeyi çok sayıda anlamsız savaşa sürüklemesi sonucu tüm ulusal gelirin yüzde 40'ının borç ödemeye gitmesi yüzünden dünyanın ilk ulusal iflası yaşanmış, bu etki küresel kriz olarak tüm Avrupa ülkelerini sararak ikinciyi, üçüncüyü ve dördüncüyü de beraberinde getirmiş. 

1793, 1814, 1816 ve 1825 yılları, insanların güvenlerini kaybedip paralarını çekmeye çalıştıkları, bankalara baskın krizler yaşattıkları dönemler olmuş. Bir bankasının başarısızlığı ve itibar kaybı diğerlerine de yansımış, dalgalar halinde yayılmış. Bankacılık sistemi krizlerle karşılaşmayı öğrenmeye ve nasıl baş edeceğini düşünmeye başlamış. Öncelikle küçük bankalarının çoğu büyük bankalarla birleşmiş, gücü kontrollü yönetme konusunda uzmanlar kafa kafaya vererek çözüm yolları için çıkar yollar aramışlar.

1793 - 1825 yılları arasında yaşanan bankacılık krizleri toplumsal kargaşaya yol açmış.

1833'te İngiltere Merkez Bankası tarafından basılan banknotlar kanuni ödeme aracı haline getirilmiş. Hala yasal olarak özel bir banka şeklinde faaliyet gösteren Bank of England “bankacılık departmanı” ve “tahvil ihraç departmanı” olarak iki bölüme ayrılmış. O andan itibaren İngiltere’de yalnızca altın veya devlet taahhüdü ile desteklenen tahvil çıkarabilme izni bu kuruma verilmiş, Bank of England, İngiltere'de senet basabilen tek banka haline gelmiş. 

İngiltere’de hazırlanan 1844 tarihli bankacılık tüzüğü yasası konuya farklı sınırlamalar ve sıkı kontrol mekanizmaları getirmiş. Artık bankaların ve ellerindeki rezervin toplumun her kesimini etkileyebileceği biliniyormuş.

Tanrının bankeri   

Bugün tüm inanç sistemlerinin hatta kılcal damarlar misali toplumlara nüfus eden mezheplerin bile mali varlıklarıyla gerek müritleri gerekse de siyasi erk üstünde güç oluşturmaya çalıştıkları biliniyor. “Tanrının Bankeri” olma yolunda verilen bu uğraş içinde dini oluşumların Dünyanın en büyük finans yapıları bünyesinde etkili oldukları savı sinemadan edebiyata, basından sosyal medyaya kadar konu oluyor.

Papaların, kardinallerin, dini cemaat önderlerinin finans ilişkileri hep merak edilenler arasında. Konu üzerine konuşulup yazılıp çizilenler arasında devasa büyüklüğe ulaşmış mali güçlerinin yanında şüpheli ölümlerin, açıklanması zor mali işlemlerin, üstü kapatılan dosyaların ve yer altı dünyasının dev isimleriyle olan birlikteliklerinin izleri sürülüyor.

Geçtiğimiz yıllarda tarihinde ilk kez sahip olduğu mülklerin dökümünü kamuoyu ile paylaşan Vatikan, 50 sayfayı aşan bir döküm yaparak belgelerde 5 binden fazla mülkün sahibi olduğunu açıklamış. Buna göre; İtalya içinde 4 binden, yurt dışında da binden fazla mülkün sahibi olduğu ortaya çıkan Vatikan'ın büyükçe bir finans kuruluşu gibi varlıklarını yönetmeye çalıştığı, faiz ve kira gelirleriyle geleceğe hazırlandığı belli olmuş.

Vatikan, açıkladığı mal varlığıyla “Tanrının Bankeri” olma yolunda çaba sarf ediyor.

Bankacılık, koleksiyonculuk için önemli

Koleksiyonculuk açısından bankaların ve bankacılığın önemi büyük! Kimi koleksiyonerler bankaların verdiği çek defteri, senet, hesap cüzdanı, takvim, ajanda, her türlü promosyon eşyası, hisse senedi, reklam afişi, kalem ya da bu listeye sizlerin ekleyebileceği akla gelmesi zor temaları topluyor, kimi koleksiyonerler de birikimlerini geniş kitlelere sunabilmek adına bankaların sponsorluğundan medet umuyor.

Ülkemizde örneklerine sıkça rastladığımız şekliyle dünyada da bankalar sergilere, sempozyumlara ev sahipliği yaptığı gibi farklı alanlarda basılan kitaplara ve satın aldığı koleksiyonlarla kültür hayatına da destek oluyor. Büyük meblağlara mal olan değerli koleksiyonlar bankaların yardımıyla müze haline getirilerek halka sunuluyor ya da geçmişe dair değerlerin geleceğe aktarılması konusunda bankaların sorumluluk aldığına dünyanın her yerinde rastlanılıyor.  

Pulla birlikte dünyanın en yaygın koleksiyon alanlarından birini oluşturan her çeşit para biriktirmek “nümismatik” adı altında toplanan ve bir bilim dalına dönüşen çok zevkli, aynı zamanda da önemli bir uğraş. Latince “numisma” kelimesinden türeyen ve çok dile bu şekilde yerleşmiş olan “nümismatik” terimi, genel olarak eski sikkelerin, tedavülde olmuş paraların, madalyaların incelenmesi uğraşı. Bu paraların kullanılmış olduğu medeniyetler, o yıllardaki sosyal şartlar, savaşlar, paranın ulaştığı uzak coğrafyalar, metalinin özellikleri, üzerinde olan yazılar, hükümdar adı, basan devletin ekonomik gücü ve darp edildiği yerler yüzyıllar sonra çok şeyle alakalı olarak bilime - kültüre ışık tutacak önemli bir yere sahip.

Nümismatik terimi; genel olarak eski sikkelerin, tedavülde olmuş paraların, madalyaların incelenmesi uğraşı

Bu konunun amatörü olsam da üyesi olmaktan onur duyduğum Türk Nümismatik Derneği çatısı altında koleksiyonunu yaptıkları paraya, madalyaya, madalyonlara, sevgileriyle değer katan nümismatlara paranın ve bankacılığın tarihi üzerinden selam ediyorum.

Tapınak mahzeninden dijital bankacılığa 

Gördünüz, varlıkların saklanması, değerlendirilmesi ve kullanılmayan birikimlerin teşebbüs sahiplerine aktarılması tarihin her döneminde insanın kültürel evrimiyle eş zamanlı gelişim göstermiş; bankacılık tarihi, aynı zamanda her dönemin sosyokültürel değişimlerinin bir sonucu olan evrimlerle karakterize edilmiş. İnsanlığın mali tarihi krizlere karşı refah arayışının süreci içinde hem akılcılığın ve iyi niyetin hem de fırsatçılığın iç içe geçtiği dikenli yollara dönüşmüş. Yokluklar, geçmiş krizler geleceğe ışık tutmuş, yaşanan acılar ve zorluklar insanlara unutmamayı ve her zaman uyanık olmayı öğretmeye çalışmış.

Banka çatısı altında başkasının varlığına yön vermeye çalışan emekçiler her daim kendi derdini unutup müşterilerinin çıkarlarıyla uğraşmalarının yanında en gelişmiş teknolojik sistemlerin uygulandığı kontrol mekanizmaları içinde mesai arkadaşlarının yanı sıra kendiyle de yarışır olmuş, her gün daha ileriye konan hedeflerine ulaşmak için özel hayatından kısmaya başlamış. Görülen o ki, bir yandan paranın gücü kompradorların beklentilerini büyütürken bir yandan da banka sahipleri her teknolojik gelişmeyi çalışanlarının boyunlarına dolayacak yeni zincirlerin yöntemleri olarak görmeye devam ediyor. Tüm banka çalışanlarına ve bankalardan iyi haberler bekleyenlere selam olsun. 

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.


Kaynakça 

https://www.investopedia.com/articles/07/banking.asp#:~:text=Banking%20has%20been%20around%20since,just%20as%20they%20do%20today.

https://localhistories.org/a-history-of-banking/

https://www.britannica.com/topic/bank/Historical-development

https://relayfi.com/blog/evolution-of-banking

https://hindi.nvshq.org/history-of-banking-in-india/

https://www.deepawali.co.in/banking-system-history-india-hindi-.html

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/614885

https://bigthink.com/the-past/knights-templar-crusades-finance/

https://www.cmfchile.cl/educa/621/w3-article-26922.html

https://empirica.do/1262/una-breve-historia-de-la-banca

https://hbancaria.org/es/inicio/

https://www.britannica.com/topic/bank/Regulation-of-commercial-banks

https://www.nisanyansozluk.com/kelime/tezg%C3%A2h


İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… 

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Jübilenin kültür tarihi

Tarih öncesinde kölelerin "azat" edilmesi için kullanılan "jübile" sözcüğü yıllar içinde evrilmiş, emeklilikten araba kornasına hatta tarlaları nadasa bırakmaya kadar farklı imgeleri yüklenmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Oy vermenin kültür tarihi

Antik tarihte suçlular ve istenmeyen kişiler de oylanmış; en fazla oy toplayanlar sürgüne gönderilmiş

Dünya Kukla Günü kutlu olsun: Koleksiyoncunun kaleminden "kuklanın tarihi"

Kukla, hareketli hikâye anlatımında eğlenceli olduğu kadar kendini ifade etmenin de bilinen en eski sanatsal gösterim biçimlerinden biri