Ayinesi iştir kişinin
Şaşıracaksınız ama çok değil, birkaç yüzyıl öncesine kadar büyükçe bir boy aynası servet niteliğindeydi; böyle bir aynaya sahip olmak çok büyük bir zenginlikti. Zaten ben de orta çağda yazılmış bir kitabın sayfaları arasında gördüğüm bir ifadeden sonra fark ettim "ayna" sahibi olmanın o yıllarda ne kadar önemli olduğunu. Okuduğum o metinde, zengin bir toprak sahibi, "şatosunu bir boy aynası ile takas ederek hayatının en karlı alış-verişini yaptığını" söylüyordu. Dediğine göre, gününün büyük bir kısmını geçirdiği ayna karşısında mutluluğu ve huzuru yakalamıştı; yaşamı bütün gücüyle kavramıştı.
Çok değil, 3-4 asır önce, tabaka halinde cam dökmek de, büyük boy ayna yapımı da tam olarak bilinmiyordu. Yani sistematik olarak cam ve ayna üretimi yoktu. Bundan sonra Avrupa'daki katedralleri, devasa yapıları gezerken o göz kamaştırıcı vitraylara bir de bu gözle bakın. Çünkü büyük mekanlarda aydınlık alanlar yaratmak için ufak tefek cam ve ayna parçalarını kurşun çubuklarla birleştirip boş bırakılan yerlere takmaktan başka çare yoktu. O halde döneminin önemli temalarıyla süsleyen o nadide vitraylar, zorunluluktan hatta yokluktan doğmuş, diyebiliriz. Demek ki, sanat ihtiyaçtan da doğabilir, günün birinde ihtiyaca da dönüşebilir.
Sanırım aynayı irdelemeye, iki ayak üstüne kalkan ve doğayı anlama - taklit etme mücadelesinde bugünlere kadar gelen insanoğlunun yeryüzündeki var olma tarihinden başlamak gerekiyor. İnsanoğlu evrimsel gelişimi içinde aynayı ilk kez doğada fark etmiş. Bilinen en yaygın efsaneye göre, Narkissos bir gün suda kendi görüntüsünü görmüş ve suya düşen kendi aksine, yani kendi libidosuna aşık olmuş. Su üstünde beliren kendi aksinin peşi sıra derinlere dalmış ve libidosunu yakalama uğrunda boğulmuş. Bu mitolojik öyküye göre, Narkissos'un öldüğü yerde yetişen "nergis" çiçekleri, insanoğlunun kendini ilk kez gördüğü anın izlerini günümüze taşıyor.
Tarihsel süreç içinde, bazı taşlar, su, tunç, volkanik doğal cam, kemik, bakır, bronz, altın, gümüş, teneke gibi çeşitli metaller, kristal top, fildişi ve bazı yağlar, yansıtıcı özelliklerinden dolayı ayna görevi görmüş. Mısır'dan başlayan bir süreç içinde de ayna zaman zaman sanat objesi haline gelmiş ve zenginliğin dışa vurumu olmuş. El aynalarının arka yüzlerine desenler oyulmuş, günlük yaşamı simgeleyen kompozisyonlar çizilmiş; dönemin sanatı aynaların ardındaki küçük yüzeylerde sergilenmiş. Yani bir tarafıyla sahibine libidosunu göstermiş, arka yüzüyle de onun zenginliğini yansıtmış.
MÖ 1500'lü yıllara tarihlenen bu antik Mısır aynası, New York Brooklyn Müzesinde sergileniyor
Arkeolojik kazılarda çıkan bulgular, Anadolu'da, eski Mısır'da, Türkistan'da, Mezopotamya'da, Roma, İskit, Etrüsk uygarlıklarında ve Çin'de tarih öncesinden beri, aynanın varlığının bilindiğini, hatta yoğun olarak da kullanıldığını gösteriyor. Bugün gerçek olup olmadığı tartışılsa da, M.Ö. 287 - 212 yılları arasında yaşamış olan Arşimet'in, Sirakuza kuşatmasında dev aynalarla güneş ışınlarını yansıttığı ve bu yolla da Roma donanmasını yaktığı savı mitolojiden kopup gelen, aynalı efsanelerden sadece biri…
Ayna yapımı ustaları, kralların imparatorların iltifatlarıyla yaşamışlar ve gizlerini yıllarca saklamışlar
Ayna yapan ustalar, kaçırılma tehlikelerine karşın devletlerin istihbarat servisleri tarafından korunuyormuş. Çalıştıkları yerler gizliymiş ve camın nasıl aynaya dönüşeceği konusunda ulaşılan bilgiler saklanıyormuş. Belki de bu yüzden yüzyıllar boyunca gizli kalmış üretim gizlerini aynanın arka tarafına "sır" diyerek devam ettiriyoruz.
Dünya üzerindeki farklı kültürlerin ayna ile ilgili inanışları, mitosları, hatta hala yaşatılan toplum içi ritüelleri var. Ayna Semavi dinlerden önce yaşayan toplumlarda kutsal ve uğurlu sayılmış; kırılması şamanlarda da, Roma'da da, Anadolu topraklarında da 7 yıl sürecek uğursuzluk olarak görülmüş. MÖ 500'lü yıllara varan bir Çin inanışına göre, şeytanın sadece aynada görülebileceği öngörülmüş ve insanların sırtlarına yansıtıcı özelliği olan şeyler bağlanarak kötülükleri uzaklaştıracağı düşünülmüş. Ayna, Hititlerin yaşamında ve sanatında da "kadınlığın" simgesi olmuş.
Ayna, 1420'li yıllarda, Filippo Brunelleschi'nin Floransa Katedralinde gerçekleştirdiği ünlü perspektif deneylerine de önemli bir araç olmuş. Brunelleschi kendisinden önce perspektifi anlamaya çalışanların tecrübelerinden de yararlanarak yaptığı bu çalışmalarda, gökyüzünü gümüş renkli ayna sır'ı ile boyadığı resminin perspektif kaçış noktasını delmiş. Sonra da önüne bir ayna koymuş ve izleyicilerin, resmin arkasındaki bu delikten aynadaki yansısına ve aynanın arkasındaki genel manzaraya bakmasını sağlamış. Perspektif görüş noktası böylece ilk kez gerçekte olduğu gibi inandırıcı bir biçimde belirlenmiş. Bu deney merkezi perspektif tarihinin ilk imgesi sayılsa da, yüzyılları bulan deneylerin ve isimsiz araştırmacıların çabalarının da bir iz düşümü olmalı. Perspektifin bulunuşu sonrasında gerek mimaride, gerekse de resim sanatında figürlerin yerleştirilirken hesaba katılmayan derinlik ögeleri önem kazanmaya başlamış ve Rönesans yolunda önemli bir eşik geçilmiş.
Filippo Brunelleschi'nin Floransa Katedrali'nde ayna kullanarak gerçekleştirdiği denemeler sonrasında "perspektif" keşfedildi ve 3 boyutlu algılamanın önü açıldı
Yapılan araştırmalar insan dışında sadece orangutanların aynada kendini tanıyabildiğini gösteriyor. Lacan'a göre, insan bebeğinin kendini aynada tanıma süresi, altı ay ila on sekiz ay içinde gerçekleşiyor. Ayna düşsel olanla simgesel olanı birbirinden ayıran, sınırları çizen bir olgu aynı zamanda
16. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul'da 100'e yakın ayna dükkânı varmış
Savaşlara sebep, şiirlere, romanlara konu olan Venedikli ayna üreticileri ile Murona'lı aynacılar arasındaki rekabet özellikle 1400'lü yıllarda başlamış ve yüzyıllarca sürmüş. Aynı dönemlerde Osmanlıda da ayna üretimi var. Evliya Çelebi, 1582 yılında, III. Murad' ın oğlu Şehzade Mehmed'in, yani sonrasında tahta çıkan III. Mehmed'in sünnet düğününü anlatırken, padişahı selamlayarak önünden geçen meslek grupları arasında aynacıların da olduğundan bahsediyor ve " esnaf-ı âyineciyan " olarak tanımladığı bu üretici grubun İstanbul'da 90 dükkân ve 105 çalışandan oluştuğunu yazıyor.
Evliya Çelebi, 1582 yılında, aynacı esnafının İstanbul'da 90 dükkan ve 105 çalışandan oluştuğunu yazıyor
Leonardo Da Vinci de günümüze kadar gelen ve hayretle karşılanan çalışmaları içinde iki adet iç bükey ayna taslağı hazırlamış ve ayna üzerinde çalışmalar yapmış. Da vinci sanatsal faaliyetlerinde de, bilimsel arayışlarında da, sorularına mantıklı cevaplar bulabilmek için aynayı ve lensleri sık sık kullanmış. Günümüze kadar gelen ve yıllarca anlaşılamayan simgeli yazısı, tesadüfen ayna tutulduğunda çözülebilmiş. Yani o yazılarını hayalindeki aynaya düşen haliyle sağdan sola doğru yazıyormuş.
1620'lerde Johannes Kepler ‘de fotoğraf makinelerinin bulunması yolunda kendisinden önce başlayan "camera obscura" dizaynını geliştirmeye çalışmış ve araştırmalarında delikten geçerek ters yansıyan imgelerin düzeltilmesi için ayna kullanılmasını tavsiye etmiş. Ayna fotoğraf makinelerinin gelişiminde de sıkça kullanılmış ve sinematografiye giden yolda basamak taşı olmuş.
Leonardo Da Vinci'nin yıllarca çözülemeyen şifreli yazıları, tesadüfen ayna tutulduğunda anlaşılmış
Ayna, 17.Yüzyılın ilk çeyreğinde, Avrupa'da olduğu gibi Osmanlı'da da dekorasyon ögesi olarak kullanılmış. Kasımpaşa'da Hasköy'de bulunan ve bir zamanlar Haliç sahilinin en büyük yapısı olan Tersane Sarayı arazisinde yer alan Aynalıkavak Kasrı, aynanın Osmanlı mimarisinde kullanılmasında ilklerden olmakla beraber, isimlere yansımasının da bir başlangıcı. Venediklilerin 1718 yılındaki yapılan Pasarofça Antlaşması sonrasında, Osmanlı sarayına hediye olarak gönderdiği aynalar bu sarayın bazı dairelerini süslemiş. Öyle ki, bir iddiaya göre de bu "kavak kadar uzun endam aynaları", halk dilinde sarayın adının Aynalıkavak Kasrı'na dönüşmesine neden olmuş. Düz pencere camının bile olmadığı yıllarda Venedik Doc'unun Sultan'a hediye ettiği kristal aynalara yakışan bir kasır yapılması, Osmanlı mimarisindeki önemli bir değişikliğin haberci olmalı!
Osmanlının ilk Fransa elçisi Yirmisekiz Çelebi Mehmed, Gobelins ayna fabrikasını ziyaret etmiş
1667 yılında, Fransa Kralı XIV. Louis'in emriyle, maliye bakanı ve aynı zamanda mercantilism akımının kurucusu Jean Baptiste Colbert tarafından kurulan
Gobelins fabrikasında ilk kez dökme cam üzerinde sistematik olarak ayna üretilmiş. İlginçtir, fevkalade elçi olarak Paris'e gönderilen ve 1710-1721 yılları arasında burada Osmanlı'yı temsil eden Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin sefaretnamesinde, bu fabrikaya yaptığı ziyaret de işleniyor. Sonrasında dilimize de geçmiş olan "goblen ayna" bu tarihten sonra yavaş yavaş düşen fiyatlarıyla birlikte herkes tarafından ulaşılabilir olmuş ve her evin ihtiyacı olma yolunda mesafe kat etmiş.
1700'lü yıllarda yapılmış ağaç oymalı, altın varaklı bu tür aynalar, Avrupa'daki müzayedelerde 10-15 bin dolar arasında satışa çıkıyor
1700'lerin başından itibaren Avrupa'nın büyük şehirlerindeki umuma açık yerler gösterişli aristokratik mimarinin unsuru olarak aynalarla kaplanmaya başlanmış. Sonrasında Amerika'ya da sıçrayacak olan bu akım, burjuvalaşmanın işareti olarak dekoratif bir unsur gibi görülse de, hareketli ortamlarda insanları gözlemek ve gözetlemek için bakışların tahakkümüne aracı olmuş, olmalı.
Dünyanın önemli müzelerinde küçüklü büyüklü tarihi aynaların sergilendiği özel bölümler var. Aynı zamanda ayna koleksiyonerler için de önemli bir biriktirme teması. Cep aynasından duvar aynasına, arkeolojik olan tiplerinden ünlülere ait kullanılmış olanlarına kadar çok farklı tipleri koleksiyonerleri tarafından büyük bir coşku ile toplanıyor.
Aynalarımıza iyi bakalım; ayna kişinin kendisidir. Gizlerimizi gizleyemediğimiz, bastırdığımız kötü tutku ve düşüncelerimizi saklayamadığımız tek yer aynanın karşısıdır. Ne dersiniz, aynanın ardındaki sır perdesi hala devam ediyor mu? Yoksa aynanın gizemi, gerçeği ve sonsuzluğu simgelemesinde mi?
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.