04 Mayıs 2022

Yönetmen Volkan Üce: Kurmaca filmlere verilen önem belgesellere de verilmeli

58. Antalya Film Festivali'nde En İyi Belgesel Film Ödülü'nü ve 41. İstanbul Film Festivali'nde Ulusal Belgesel kategorisinde Mansiyon ödülü alan Volkan Üce belgeseli "Her Şey Dahil" bugünlerde MUBİ'de muhakkak izlemeniz gereken yapımlardan. Avrupa'da büyüyen Türkiyeli yönetmen sohbetimizde, "Avrupa'nın Türkiye'yi zannedildiği kadar önemsediğini düşünmüyorum" diyerek bizi, tıpkı belgesellerinde olduğu gibi, günlük hayata başka bir açıdan bakmaya yöneltiyor

Her yaz başı binlerce genç Akdeniz ve Ege'deki çoğunluğu 3 ve 4 yıldız olan "her şey dahil" otellere iş başvurusu yapıyor. Biraz tecrübeli ve düzgün görünenler, yabancı dili olanlar resepsiyona, güçlü kuvvetliler bellboy tarafına, çat pat da olsa İngilizce konuşabilenler restorana… Çoğu benzer deneyimlerden geçiyor, şanslı ve akıllı olan bu deneyimleri doğru kullanıyor. İşte "Her Şey Dahil" bu binlerce gençten iki tanesinin gerçek hikayesi: İsmail ve Hakan. Biri 18, diğeri 25 yaşında.

Manavgat'ta ki bir otelde işe başlayan İsmail, ilk kez bir otelde çalışıyor. Urfa'dan gelmiş. Heyecanlı, cin gibi. Daha önce kuaför yanında çalışmış ve hayali kuaför olmak. Hakan ise Egeli. Eğitimine devam etmek istiyor, kitap okuyor, "izm"lere inanıyor ve belli ki kendini diğer çalışanlardan daha "kaliteli" buluyor. Bu iki tamamen farklı gencin bir yaz süren arkadaşlığını ve değişimlerini Volkan Üce "Her Şey Dahil" adlı belgeselinde o kadar güzel anlatıyor ki izlerken içiniz ısınıyor. Belgesel aslında tam olarak bu arkadaşlık hakkında değil ama özellikle İsmail parlıyor ve diğer konulardan daha çok dikkat çekiyor! Tüm bunların yanı sıra aslında çok da görünmeyen gençlerin neler yaşadığı, neler düşündüğüne şahit oluyoruz. 

2017 yılında çektiği ilk belgeseli Displaced ile birçok festivalde övgü alan Volkan Üce'nin son belgeseli olan Her Şey Dahil, sarkastik dili, renkleri, görüntü yönetmenliğindeki başarısı ve yakaladığı ince detayları ile Türkiye'ye ve çağımıza dair çatışmalara, çirkinliklere ve güzelliklere bakış atarken turistik beldelerde büyük duvarların ardındaki otellerden de bir kesiti sunuyor. 

Bir sonraki "Her Şey Dahil" tatilinizde belki otel çalışanlarına daha kibar davranırsınız bu filmi izledikten sonra ya da çalışanların gözlerinin içine bakıp siz tatil yaparken çalışan bu çocukların varlığını görürsünüz. Öncesinde MUBİ'nin hepimizi başka dünyalara, düşünmediğimiz gerçekliklere götüren seçkisindeki bu hakikaten başarılı filmi izlemeyi unutmayın.

- Politika okuduktan sonra sinemaya, belgeselciliğe geçmeye nasıl karar verdiniz?

Belçika'da doğup büyüdüğüm şehirde uluslararası ilişkiler okuduktan sonra üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Fakat o işi yaparken kendim gibi hissedemedim, hayatta istediğim şey o değildi ve kendimi araştırma görevlisi rolü yapıyor gibi hissediyordum daha çok. Bu sorgulamaları yaşarken 29-30 yaşlarımda şimdi ismini paylaşmak istemediğim bir yönetmenle tanışma imkânı buldum. Uzun sohbetler ettik, arkadaş olduk, benim sinema okulunda okumamış olmamdan dolayı duyduğum kaygılara rağmen beni sinema yapmam konusunda yüreklendirdi. Ben de bu karşılaşmanın ardından hayatımın yönünü değiştirmeye ve film yapmaya karar verdim.

- Nasıl çıktı Her Şey Dahil filminin fikri ortaya?

Çok sevdiğim Fransız bir yazar var, ismi Michel Houellebecq. Bir gün keşke bütün kitapları Türkçeye çevrilse de ben de Türkiye'den sevdiğim herkese hediye edebilsem diye düşünüyorum. Her Şey Dahil filmi için de onun her şey dahil otelleri incelediği Platform isimli kitabından esinlendim. Houellebecq, insan doğasını odağına alan yazan bir yazar ve kitabı okuduktan sonra her şey dahil otellerin de bunun için güzel bir abartılı mikrokozmos olabileceğini düşündüm. Masumiyetini kaybetmemiş, saf, temiz, dünyayı çok iyi bilmeyen biri bu mikrokozmosa, bu modernist dünyaya girince nasıl bir değişim geçirir, masumiyetini kaybeder mi, kaybederse nasıl kaybeder, neler olur gibi sorular sordum kendi kendime. Amatör bir antropolog olarak ilk defa yaşadığı yeri terk eden karakterlerle bu yeni dünyayı keşfederken, bu yeni dünyanın onlar üzerindeki etkisini görmek istedim.

- Mekânı neye göre, nasıl belirlediniz?

Mekânı belirleme süreci tahminimden çok daha zor geçti. Her şey dahil otellerin içine girmenin hiç kolay olmadığını anladım. Resort otellerin olduğu bölgede 400 kadar otel olduğunu okumuştum. Önce yaklaşık 100 adet otele sosyal medya ve e-mail aracılığıyla ulaşmaya çalıştım, hiçbir dönüş alamadım. Sonrasında İzmir'den araba kiralayıp Alanya'ya kadar gözüme kestirdiğim otellerin önünde durdum, aynı Hakan ve İsmail'in yaptığı gibi kapılarını çaldım. Bazen pazarlama müdürleriyle bazen otelin müdürüyle konuştum. Lojmanlar, mutfaklar dahil otelin her yerinde çekim yapmak istediğimi belirttim. 30-40 otel ziyaret etmişimdir, hepsinin yanıtı olumsuz oldu. Animasyon ekiplerini, reklamlarını çekebileceğimi söylediler. Bazıları burada hayvan yok ne belgeseli çekeceksiniz dedi. İnsan belgeseli çekeceğim dediğimde güldüler. Ziyaret ettiğim 40. otel, Manavgat'ta Nashiro Resort Hotel'di. O otelin sahibi Ezgican Aydoğan Bey sağ olsun, bu filmin kendisi adına da çalışanlarının nasıl hissettiği, ne istedikleri konusunda iyi bir araştırma olacağına güvenerek çekim yapmamıza izin verdi. Amacımın deşifre programı tarzında bir şey çekmekten ziyade kişisel değişimler üzerine psikolojik bir belgesel çekmek olduğunu anladı ve sonuçtan da çok memnun kaldı. Çekimler sırasında ya da sonrasında hiçbir şeye müdahalede bulunmadı.

- Karakterler neye göre belirlendi?

İzin alınmasından sonra otelin 1 Nisan'da açılacağını ve bu süreçte 350 kişiyi işe alacaklarını öğrendim. Benim kafamda başından beri filmde iki karakterin olması, ikisinin de ilk defa çalışacak olması ve ikisinin geçireceği dönüşümlerin birbirinden farklı olması vardı. Birbirini tekrar eden dönüşümler işlemek istemedim. 1 Nisan geldiğinde ben, kameraman ve sesçi otele gittik ve genelde Doğu'dan gelip sabah 8-9 gibi otellerin olduğu bölgeye inerek şanslarını deneyen gençleri beklemeye başladık. Otelin insan kaynaklarında çalışan ve filmde de gördüğümüz Alper bize çok yardımcı oldu. İş görüşmesi için gelenleri bize haber verdi ve biz de izin alıp görüşmelerini takip ettik, çekimler yaptık. Çektiğimiz epey insan arasından İsmail ve Hakan ile çok hızlı bir şekilde iyi bir ilişki kurduk ve onlardan hemen emin oldum. Bu çekimleri yapmadan önce yapımcımla da iyi bir bağ kuracağım, inanacağım, belgeseli taşıyabileceğini inanacağım insanları bulamazsam çekimleri bir sene erteleriz diye konuşuyorduk ama iyi ki Hakan ve İsmail'e denk geldim.

- Orada kameranın olması karakterlerin tavırlarını, konuşmalarını nasıl etkiliyor?

Hiç gizli çekim yapmadığımız için kameranın varlığı her zaman aşikardı. Hakan ve İsmail de yeni otele nasıl alıştılarsa kameraya da o şekilde alıştılar. En başta tamamen rahat değillerdi fakat ben kendim oldum, onlar kendileri kaldı, iyi bir ilişki kurduk. Ben onlara hiçbir zaman bir şey dikte etmedim, şunu yapın demedim. Öyle deseydim ilişkimiz bambaşka bir hal alırdı, bir dahaki sefer için ne yapalım diye sorarlardı, kendilerini oyuncu olarak düşünürlerdi. Ben onları tamamen serbest bıraktım ve hiçbir şey istemedim. O şekilde kamerayı unutturdum sanırım. Zaman zaman İsmail'in abisine ya da Hakan'ın şefine şu konuyu konuşsanız diye pas attığım oldu ama Hakan ve İsmail'e direkt müdahalede hiç bulunmadım. Bence kamerayla onlara bu kadar yaklaşabilmemizde bunun da etkisi oldu. Kameranın varlığının etkilediği başka bir taraf vardı o da kamera olduğunda turistlerin çalışanlara çok daha kibar davranıp kamera olmadığında muamelelerinin değişmesi, kabalaşmasıydı. 

- İsmail ve Hakan şimdi ne yapıyorlar?

İsmail askerliğini yaptıktan sonra tek başına İstanbul'a geldi ve şu anda Bayrampaşa'da hayalindeki işi yani kuaförlük yapıyor. Hakan da askerliğini yaptı ve şimdi Osmaniye'de köyünde ailesinin yanında kalıyor.

- Onların aileleri izledi mi? Tepkileri ne oldu?

Belgeseli önce İsmail ve Hakan'a izlettim çünkü onlar ana karakterler ve benim için en önemli olan onların düşünceleri. Filmde herhangi ajitasyon, üstten bakış olmamasını istedim, onlar da sevdiler. Montaj bittikten sonra filmi onlara bilgisayarımdan izletmiştim İstanbul Film Festivali'nde ilk kez büyük ekranda seyirciyle beraber izlediler ve çok güzel bir deneyim oldu. İsmail gösterim sırasında Hakan'ı 5-6 kez "En sevdiğim sahne geliyor bak şimdi." diye dürtmüş. Ailelerinden İsmail'in abisi izledi ve o da çok memnun kaldı, Hakan'ın ailesi izlemedi.

- Housekeeping tarafındaki kadınları neden bu kadar az gördük?

Film Belçika, Hollanda, Fransa ortak yapımı ve bütün yapımcılar kadın. Bu ekip olarak iki karakterden birinin kadın olmasını hep düşündük fakat belgeselin konusu ilk defa köyünü terk eden ve yalnız başına kalan insanlardı. Gidip konuştuğum çalışmaya gelen genç kadınların hepsi aileleriyle gelmişlerdi ve pansiyonda kalıyorlardı. Housekeeping kısmında ise genelde orta yaşlı kadınlar çalıştığı için onları dahil etmek yine belgeselin konusuna uygun olmadı.

- Filmin ekibi yabancı. Onların bu hikâyeyi takip ederken tepkileri ne oldu?

Sette küçük bir ekiple çalıştım. Ben, Belçikalı kameraman, Belçikalı sesçi ve fixer Öykü Altulun dört kişiydik. Ekip ile İsmail, Hakan ve diğer otel çalışanları arasında çok güzel bir bağ kuruldu. Çekim yapmadığımız zamanlarda da lojmanda çok uzun süre beraber vakit geçirdik. Hala bağını koparmayan, iletişime devam edenler var. Editörüm ise yine Belçikalı bir kadındı ve o da Hakan ve İsmail'i gerçek hayatta hiç görmemesine rağmen çok sevdi, çok benimsedi. Fakat Batılı editörle çalıştığım için filmde herhangi oryantalist ajitasyon olmaması konusunda ekstra dikkatli davrandım. Bu konuyu en başından net bir şekilde konuştuk ve sonrasında da anlatıda kolonyal bir bakış açısı, acındıran bir ton olmaması için sürekli tetikteydim. Yabancı ekipler Türkiye'de çekim yapınca yönetmenin Türk olmasından bağımsız olarak eğilim bu yönde olabiliyor ve ben bunu istemedim. Filmin Türkiye'de de sevilmesini çok önemsedim.

- İsviçreliler bu tarz otellere en az gelen ülke grubu. Ama film Zürih Film Festivali'nde gösterildi. Onların neden ilgisini çekti? Neydi oradan gelen tepkiler? 

Bu film belgesellere değer veren gelişmiş ülkelerde çok tutulan bir film oldu çünkü iyi bir belgesel. Her şey dahil oteline gitmeyenler daha da çok beğenebilir. O otellere gidip gitmemekten ziyade, gelişmiş ülkelerin belgesellere verdikleri büyük önemle açıklanabilir bir durum bana kalırsa. Bunu eleştiri olarak söylüyorum, Türkiye'nin maalesef bu konuda kat etmesi gereken çok fazla yol var. Gelişmeler var, çok güzel belgeseller yapılıyor ve medyanın, insanların da bu belgesellere daha fazla ilgi göstereceği ortada. Kurmaca filmlere verilen önem belgesellere de verilmeli. Son İstanbul Film Festivali'nde çoğu belgesel filmi izledim ve hepsini çok takdir ettim, çok kaliteli işler çıkarmış ekipler. Umarım hepsi hak ettikleri ilgiyi alırlar.

- Daha çok Rusların olduğu bir oteli seçmenizin bir sebebi var mı? Gelen turist profili çalışanları çok etkiliyor. Bunu göz önüne aldınız mı filme başlamadan?

Açıkçası müşteri portföyüne bakma lüksüm olmadı çünkü çekim yapabilecek otel bulabildiğime seviniyordum. Ayrıca Türkiye'nin gerçekleri olan durumlar bunlar, bu film 2018-2019 senelerinde çekildi. 10 sene öncesinde o otele sadece İskandinavya'dan müşteriler geliyormuş ama zamanla Avrupa'dan daha az turist geldikçe Rusya'dan gelenlerin sayısı artmış. Şimdi savaştan dolayı onlar da gelmez belki yerli turist gelmeye başlar, belki beş sene sonra Avrupalılar tekrar gelir. Filmde benim derdim turistler değildi, derdim parası olan ve olmayandı. Parası olduğu için kendini üstün görene karşılık benim gayem görünmez kahraman işçileri göstermekti. Dünyada ve bu otelde ayak işi diye tabir edilen işlerin anonim hale getirilmesi, bu işlerle uğraşan insanlara sanki bir makinenin değersiz parçaları gibi muamele edilirken parası olanların kral gibi davranması benim için sorun ve ben filmde bu rolleri değiştirdim. Parası olanları anonim, önemsiz et parçaları olarak gösterirken orada çalışan kişileri ön plana çıkardım, onlara değer verdim gerçek hayatın aksine.

- Arafta filminizde Avrupa'da yaşayan Türklerin ülkeye dönme isteklerini izlemiştik. Hem de ikinci nesil Türklerdi. "Ne Avrupalı ne Türk" olabildiklerini çok doğru şekilde ifade ediyorlardı. Her Şey Dahil'de ise genç bir çocuğun Avrupa'yı hayal edişini, yabancı ülkelere öykünüşünü izliyoruz. Temel konu bu olmasa da bu da var içinde. Köylerinden çıkıp gelmiş, ülkenin farklı kimliklerinden bu çocukların hepsi yabancıların daha kibar, daha eğlenceli olduğunu söylüyor ve gitmek istiyor. Siz belgeseli çekmeye karar verdiğinizde iki işiniz arasında böyle ters bir bağlantı olacağının farkında mıydınız?

İsmail Urfalı. Arap kökeni olan birisi. Urfa'da iş bulamadığı için otelde çalışmaya gitmiş. Yaptığım filmlerle ilgili fazla düşünmeye başlayınca sonunun gelmediğini hissettiğim için kendimi koruma amacıyla daha az düşünmeye çalışıyorum. Bütün işlerimde paralellik olsun gibi bir derdim yok. Ben içimden gelenleri, irdelemek istediğim hikayeleri anlatıyorum sadece ve geçmiş işlerim, kariyerim üzerinde düşüneceğim zamanı yeni projelere, üzerinde çalıştığım başka şeylere harcamak istiyorum daha çok.

- Gitmeyi düşünenler (ya da yakın zamanda gidenler) sadece daha eğitimsiz ve sosyo-ekonomik olarak daha alt seviyede olanlar değil. Sadece gençler de değil… Bu yeni göç hali, eğitimli "neo-göçmenler" Türkiyelilerle ilgili imajı değiştiriyor mu Avrupa'da?

Doğrusunu söylemek gerekirse Avrupa'nın Türkiye'yi zannedildiği kadar önemsediğini düşünmüyorum. Haberlerden takip ediyorum Türkiye'den Avrupa'ya göç eden eğitimli insanları ve çok üzücü bir durum kesinlikle. Fakat bunun Avrupa'daki Türkiye imajı üzerinde ciddi bir imaj değişikliğine sebep olduğunu sanmıyorum.

- Bundan sonra sırada nasıl projeleriniz var?

Cenazelerle ilgili komik bir belgesel çekiyorum şu anda. Yeni projeler konusunda kendimi kısıtlamak istemiyorum, tekliflere çok açığım. Başka bir yönetmenle beraber çalışabilirim; dizi, kurmaca, belgesel yapabilirim. Bazı fikirler mevcut şu an fakat net bir şey yok, net olan tek şey cenazelerle ilgili belgesel.

Yazarın Diğer Yazıları

Oyun devam ediyor: 'Squid Game'in başrol oyuncuları Lee Jung-jae ve Wi Ha-jun, ikinci sezonda izleyicileri nelerin beklediğini anlattı

Netflix’in en popüler dizilerinden olan Squid Game, 26 Aralık’ta ikinci sezonu ile karşımızda olacak. Dizinin iki başrol oyuncusu Lee Jung-jae (Gi Hun yani Oyuncu 456) ve polis rolündeki Wi Ha-joon ile dizinin yeni sezon basın lansmanında online olarak bir araya geldik ve sorduk: Şimdi neler bekliyor bizi?

Melsa Ararat: Türkiye için umutlu, dünya için umutsuzum

"Kadın bakışının girdiği şirketlerde kârlılık oranı artıyor. Ama genel olarak şirketlerin özellikle çevresel sorumlulukları, sosyal sorumlulukları, yasal haklarına saygı, işten çıkartmaların azalması, yeniden yapılanmaların azalması, risklerin daha iyi yönetilmesi açısından baktığımızda bütün sektörlerde kadınların aynı olumlu etkiyi yarattığını ortalamada görüyoruz"

Bilge Kağan Etil: Beste yaparken içsel olarak duygu bütünlüğünü hissetmem gerekiyor

Red Bull 60 Seconds Solo'da yaylı tambur tercih eden Bilge Kağan Etil, bunun nedenini "Kendime yaylı tanbur almıştım kısa süre önce. Enstrüman bir nevi seçilmiş oldu" ifadeleriyle anlattı

"
"