Dört buçuk yıllık görevin ardından 2016 yılı sonunda ayrıldığım Küba’ya, bu defa aralık ayı başında, turist statüsüyle giderek 12 gün kaldım, nelerin değiştiğini görmeye, soruşturmaya gayret ettim. Ülkenin, soyadı Castro olan bir aile tarafından değil de, devrim sonrası doğan genç bir lider önderliğinde yoluna devam etmesi, tabiatıyla en büyük değişiklik. Bununla birlikte, Raul Castro’nun Küba Komünist Partisi’nin 2021 yılında düzenlenecek 8. Kongresi’ne kadar partinin birinci sekreteri koltuğunda oturacağını da aklımızda tutalım.
Küba’daki son yılımda, 2016 Ağustos ayında, Fidel’in 90. yaş günü kutlandı. Hastalığı nedeniyle, 10 yıl önce görevi bırakmak zorunda kaldığından, halkın ve basının karşısına nadiren çıkan yaşlı liderin onuruna düzenlenen bu özel etkinlik halk tarafından ilgiyle izlendi. Kübalıların liderlerine büyük ekseriyetle samimiyetle sahip çıktıklarını yakinen gözledim.
24 Kasım günü (2016) Havana’dan kesin dönüş için ayrıldım. Birkaç gün sonra, Fidel Castro’nun ölüm haberini Bogota’da, Kolombiya televizyonlarından öğrendim. Küba Devrimi 56 yıl sonra tarihi liderini yitirmiş oldu, bir devir böylece sona erdi.
Havana’da her şey neredeyse bıraktığım gibi diyebilirim, restorasyonu yıllar süren, başkentin önde gelen mimari yapıtları arasına dahil olabilecek tarihi Manzana Oteli dış cephesi aynen korunmak suretiyle ve zemin katı şık bir pasaj haline dönüştürülerek, nihayet geçtiğimiz yıl faaliyete geçmiş, Capitol’ün bulunduğu tarihi bölgeye ilave bir mimari zerafet katmış. Ünlü Prada Caddesi üzerinde yıllarca atıl duran iki harabe binanın yerlerine inşa edilen otellerden birisi bitmiş, Malecon’a cephesi bulunan diğerinde de sona yaklaşılmış, bölgedeki tarihi mimariyi yansıtan bu yeni ve şık binaların Havana’ya ve şehir turizmine katkı yapacakları muhakkak.
2018 yılının Küba’ya getirdiği ikinci değişiklik ise ülkenin yeni anayasası. Soğuk Savaş döneminde kabul edilen anayasa artık değişiyor, hazırlanan taslak ağustos ayından itibaren halkın tartışmasına açılmış, muhtemelen sene sonu parlamento tarafından onaylanacak ve 2019 ilkbahar aylarında halkın tasvibine sunulacak.
Yeni anayasa, 1991 yılında SSCB yıkıldıktan sonra Küba’da meydana gelen değişiklikleri yansıtacak olmanın yanı sıra, Raul Castro döneminden itibaren uygulamaya konulan ekonomik açılımların (reformların) yasal zemine oturtulmasını sağlayacak, Küba halkının ve yönetiminin gelecek yıllarda tabi olacakları ana kuralları ve istikameti ortaya kuracak.
Beklenildiği üzere, yeni anayasaya göre, Küba Komünist Partisi yegane yasal parti olmayı sürdürecek, toplum için öncü ve rehber rolüne devam edecek. Üretim araçlarının mülkiyeti devletin kontrolünde kalacak, planlı ekonomi modeli sürecek ve sermayenin temerküzüne (zenginleşme-enriquecimiento) müsaade edilmeyecek. Bu genel çerçeve içinde kalmak şartıyla, yeni anayasa taslağında, özel sektör ile tarımsal ve tarım dışı kooperatifler yasal hale getirilirken, pazar ekonomisi ekonomik hayatın parçası kabul ediliyor, yerel ortağı bulunan veya tamamen yabancı sermayeli şirketler teşvik ediliyor.
Küba halkının yeni anayasayı ne ölçüde tartıştığı, ne kadar benimsediği veya benimsemediği hususları seslendirip seslendiremeyeceği gibi sualleri cevaplandırmak mümkün değil. Duyduğum kadarıyla “gay” hakları, aynı seks arası evlilikler gibi magazin konular bol bol tartışılmış, ancak “zenginleşme”nin niye yasaklandığı yönündeki soru işaretleri tavanda asılı kalmış.
Küba halkı nezdinde itibarları bulunmayan, ancak Batı ülkeleri kamuoyunda hayli rağbet gören Kübalı muhalifler, özellikle Miami basını aracılığıyla, yeni anayasanın yukarıdan empoze edildiğini, tek parti yönetiminin insanlara zorla dayatıldığını, kapitalizm ile sosyalizm arasında bir seçime müsaade edilmediğini öne sürmeye devam ediyorlar.
Bir başka değişiklik büyük komşu ABD ile ilişkilerde yaşanıyor. Eski ABD Başkanı Obama’nın gayretleriyle iki ülke ilişkilerinde büyük ilerleme kaydedildiğini, karşılıklı büyükelçilikler açıldığını ve Obama’nın Küba’ya 2016 Mart ayında tarihi bir ziyaret gerçekleştirdiğini hatırlıyoruz. Yeni başkan Trump, her ülkeyle olduğu gibi, Küba’yla ilişkilere de darbe vurdu. Havana’daki ABD Büyükelçiliği mensuplarına karşı “sonik saldırı” düzenlendiği gerekçesiyle, Büyükelçilik personeli sayısını asgariye indirerek turist ve göçmen vizesi itasına son verdi. Malecon’daki ABD Büyükelçiliği önündeki ABD bayrağı gerginliği yansıtacak şekilde yarıya indirilmiş duruyor. Artık, ABD vizesi almak isteyen Kübalılar Guyana’daki ABD temsilciliğine başvurmak zorundalar. Geçtiğimiz yıl, Trump etkisi ve İrma Kasırgası nedeniyle Küba’ya gelen ABD’li turist sayısındaki düşüş trendinin bu sene tekrar yükseldiğini görüyoruz. San Fransisko meydanında dolaşırken limana yanaşmış iki ABD kruvaziyer gemisi bu mânâda göze çarpıyor.
2018 yılının Küba’ya yönelttiği bir başka ciddi olumsuzluk, Brezilya’da seçimleri kazanan aşırı sağcı Devlet Başkanı Bolsonario’dan geldi. Yılbaşında görevi teslim alacak yeni başkan ülkesinde görev yapan 12 bin civarındaki Kübalı doktoru memleketlerine geri gönderiyor. Kronik bütçe açığı ve cari açık sıkıntısı yaşayan Küba maliyesi bakımından Brezilya’dan apar topar dönmek durumunda kalan doktorların yol açacağı döviz kaybı küçümsenmeyecek mahiyettedir.
Tükettiği petrolün yarısını ithal etmek mecburiyeti bulunan, her yıl 2 milyar dolar gıda ithal etmeye devam eden Küba, ihracatını çeşitlendirerek arttırmakta hayli zorlanmaktadır. Yurt dışına gönderilen doktor, sağlık personeli, öğretmen ve spor uzmanları üzerinden kazanılan dövizler ile turizm gelirleri Küba’nın dış ticaret açığını kapatmaya kafi gelmemektedir. Ülkeye giren yabancı yatırım miktarı da beklentileri karşılamaktan uzaktır. Öte yandan ülkeninciddi bir dış borç sorunu mevcuttur. Raul Castro ve daha önceki dönemlerden devralınan bu ekonomik güçlükler ülkenin genç lideri Diaz-Canel’in önünde aynen durmaya devam etmektedir. Yeni ekonomi yönetimi, bu geleneksel sorunları aşmak üzere siyasi cesaret gerektiren radikal adımları atabilir mi acaba? 12 günlük turistik ziyaretimde böyle bir izlenim almadığımı itiraf edeyim. Makul olan partinin 8. Kongresi’ni beklemek değil midir?