Donald Trump, başkan seçilerek, 2017 başında, dünyamızın süper gücünün kudretli koltuğuna oturduktan sonra, maşallah, ABD’nin ilişki içinde olduğu ülkelerin neredeyse tamamıyla gerilim yaratmaya muvaffak oldu, ciddi sorunlar ve krizler çıkardı, attığı “ tweet”lerle muhatapları aleyhinde hakarete varan eleştirileri basında hep ilgi gördü.
Trump’ın saldırılarından en muzdarip iki ülke hangileridir diye sorulsa aklımıza derhal ve açık ara Venezuela ve İran gelir, ekonomik alanı da dahil edersek, Çin üçüncü ülke olarak öne çıkar. Bu listeyi içine Türkiye’yi de dahil ederek uzatmak çok kolay; çünkü Trump’ın uzun eli her tarafa ulaşıyor, değdiği yeri de kavuruyor.
Bugünün konusu, Trump yönetiminin Küba’ya verdiği zararlar: Bu sevimli Karayip ülkesi uzun “Trump muzdaripleri” listesinde neredeyse gözden kaçıyor. Gezegenin süper gücüne sadece 90 deniz mili uzaklıkta bulunan Küba’nın ABD ile ilişkileri Castro devriminden itibaren (1959 Aralık) hep sorunlu olmuş, iki komşu ülke hep itişmiş, bir iki kez çatışmış, daha büyük çatışmaların, hatta felaketlerin (1962 füze krizi) eşiğinden dönülmüş. ABD, dünya kapitalizminin lideri ve tüm Amerika kıtasının şerifi sıfatıyla, Fidel Castro liderliğindeki devrimci güçlerin bu ülkede iktidarı ele geçirdiği günden itibaren, Havana’daki sosyalist yönetimi hep devirmeye çalışmış. ABD yönetiminin Küba’da rejimi değiştirmek üzere, 60 yıldır mücadelesini fasılasız sürdürdüğünü ifade edersek, abartmaksızın bu ilişkinin tam adını koymuş oluruz.
ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında, SSCB’nin doğu Avrupa’ya hakim olması ve Varşova Paktını kurarak askeri tehdit haline gelmesinden itibaren, dünyanın her yerinde sosyalist yönetimlerin iktidara yürümesinden endişe duymuş, Kore ve Vietnam savaşlarında görüldüğü üzere, komünist güçlere karşı milliyetçi grupları destekleyerek, elinin uzandığı her yerde, kapitalizmin tercih edilmesini empoze etmeye çalışmıştır.
ABD, öte yandan, Latin Amerika’da esen sol rüzgârlardan ve artan Sovyet nüfuzundan da, tabiatıyla, alabildiğine rahatsız olmuş, Karayip’lerde, Orta ve Latin Amerika’da, seçimle veya devrimle iktidara gelen sol yönetimleri devirmek üzere elinden gelen çabayı göstermiş. Bu ideolojik açıdan baktığımızda, 1960 yılı başında Fidel Castro’nun Küba’da yönetimi ele geçirmesinin, Vaşington tarafından kabul edilmesinin ne denli zor bir siyasi gelişme teşkil ettiği daha rahat anlaşılacaktır.
En başından itibaren, Küba’ya ambargo ve yaptırımlar uygulayan Vaşington’un bu katı politikasının hiçbir zaman olumlu sonuç vermediğini, bilakis, Amerika kıtasında ve dünyanın geri kalan bölgelerinde, Küba’nın sempati toplamasına, ABD’nin ise Latin Amerika’da itibar ve zemin kaybetmesine yol açtığını biliyor ve izliyoruz.
ABD’nin Küba’ya uygulamayı sürdürdüğü ambargonun kalkması konusu, 27 yıldan bugüne, her sene sonbahar aylarında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Küba’nın sunduğu bir karar tasarısı çerçevesinde ele alınır. 190 civarında devletin onayıyla ABD ambargosunun sona erdirilmesi kararı verilir. Bu vesileyle Küba Dışişleri Bakanı ambargonun Küba halkına verdiği zararları ayrıntılarıyla dile getirerek uluslararası toplumun dikkatini çeker. Ancak ABD, tüm dünyanın bir arada verdiği bu mesajı kaale almaz, bildiğini okumaya devam eder, Küba ambargosuna ABD lehinde oy veren yegane ülke ise tabiatıyla İsrail’dir.
ABD-Küba ilişkileri, Havana’da görev yaptığımız dönemde, önceki ABD başkanı Obama’nın 2008 yılındaki seçim kampanyasında dile getirdiği, “Küba ile ABD arasında yeni bir başlangıç” vaadi doğrultusunda, 2014 yılı sonunda beklenmedik biçimde düzeldi. Önceki yönetimlerin katı Küba politikalarının sonuç vermediğini, soğuk savaş dönemi zihniyetini yansıtan ABD politikasının mağdur edilen Küba halkına ve Havana yönetimine sempati kazandırırken, Vaşington’a prestij kaybettirdiğini kavrayan Obama, görev döneminin ilk yıllarında, Küba’ya uygulanan bazı kısıtlamaları kaldırdı, Küba kökenli amerikalıların Küba’daki akrabalarına para göndermelerine imkan tanıdı, ABD’li turistlerin Küba’yı kültürel ve eğitim amaçlı ziyaret etmelerine müsaade etti. Bu olumlu adımların devamında, Vatikan’ın aracılığıyla, Kanada’da gerçekleştirilen 18 aylık gizli görüşmeler sonucunda, Raul Castro ile 2014 yılı sonunda, ilişkilerde çeşitli ileri adımları kapsayan bir paket üzerinde mutabakata vardı. Bu çerçevede, 2015 yazında, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler tekrar başladı ve karşılıklı büyükelçilikler açıldı.
Bu arada okuyucularımızın aklına Obama’nın ambargoyu niye tamamen kaldırmadığı suali gelebilir; ambargoyu kaldırmak ABD Kongresinin yetki alanına girmektedir ve Kongre'de bu yönde bir çoğunluk dün olmadığı gibi, bugün de mevcut değildir. Başkan Obama 2016 Mart ayında Küba’ya tarihi bir ziyaret gerçekleştirerek iki ülke arasındaki ilişkileri, dönemin şartları ve yasal zemini içinde en üst seviyeye çıkarmayı başarmış, Florida sahillerinin iki komşusunu barıştırmıştır.
Küba’daki görevimiz 2016 yılı aralığında sona ererken, ülkede ekonomik sıkıntılar giderek artmaktaydı. Havana’nın bir numaralı ticaret ortağı ve petrol tedarikçisi Venezuela’da yaşanan siyasi karmaşa ve ekonomik çöküşün Küba’yı giderek etkilemeye başladığı göze çarpıyordu. Bölgede Küba’ya destek veren diğer güçlü ülke Brezilya’da (Lula dönemi), başkan Dilma Rousseff’in iktidardan uzaklaştırılmasının ardından, Küba-Brezilya ilişkileri üzerine adeta yıldırım düşmüştü. Yıllardır ekonomik güçlüklerle mücadele eden Küba halkı, Latin Amerika’daki güçlü ticaret ortaklarının zayıflamasından veya geri çekilmesinden kaynaklanan sıkıntıların, ABD ile gelişmekte olan ekonomik ilişkiler sayesinde giderileceğine ekseriyetle inanıyordu. Obama, siyasi cesaret ve akıllı açılım politikasıyla, duvarın ötesine geçerek Küba halkına ulaşmış ve ümit vermişti.
İşte böyle bir ortamda ABD siyaset sahnesinde tahmin edilemeyen şeyler oldu. Devlet tecrübesi olmayan, ancak ihtiras ve egosu sınırsız, iş adamı Trump, Cumhuriyetci Parti içindeki rakiplerini geride bırakarak demokrat Hillary Clinton’a rakip oldu. Daha da ileri giderek Hillary Clinton’a karşı yarışı önde bitirdi.
Trump döneminde korkulan oldu. Yeni Başkan, 2014-16 yılları arasında ABD-Küba ilişkilerinde yaşanan “detant dönemine” noktayı koydu. Havana’daki ABD Büyükelçiliği personeline karşı Küba istihbaratı tarafından “sonik saldırı” düzenlendiği iddiasıyla , personel sayısını asgariye indirdi, Büyükelçiliğin faaliyetlerini kısıtladı, her yıl ikili anlaşmalar çerçevesinde Kübalılara tahsis edilen 50 bin civarındaki göçmen ve turist vizesi itası durduruldu. ABD vizesi almak isteyen Kübalılar bu ülkenin Guyana’daki Büyükelçiliğine gitmek zorunda bırakıldı. ABD’li turistlerin Küba’yı ziyaretleri zorlaştırıldı. Mevcut Küba yönetimi “yolsuzluklara bulaşmış tiranlar iktidarı” şeklinde tanımlandı. Bu yönetim iktidardan ayrılıp, mahkeme önünde hesap verip ve insanlığa karşı suçlardan yargılandıktan sonra ilişkilerin normale döneceği duyuruldu. Küba yönetimine karşı suçlamalara ABD’nin saldırgan Venezuela politikası da bahane edildi. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Küba’nın Venezuela’da emperyal güç olduğunu ve 20 bin asker bulundurduğunu dahi iddia edebildi. Trump yönetimi son defa Küba limanlarına uğrayan turistik kruvaziyer seferlerini yasakladı. 1959 devriminin ardından Castro yönetiminin el koyduğu veya devletleştirdiği gayrimenkul veya fabrikaların sahiplerine karşı ABD mahkemelerinde dava açılması hakkı tanıdı.
Küba, tükettiği gıda maddelerinin yarısından fazlasını ithal eden, gıda ithalatına her yıl 2 milyar dolar ödemek zorunda kalan, kronik biçimde dış ticaret ve cari açık veren, dış yatırıma ihtiyaç duymakla birlikte yatırımcı çekmekte zorlanan, tükettiği petrolün yarısını ithal eden, ithalatını ve dış borç ödemelerini gerçekleştirmek üzere daimi döviz sıkıntısı yaşayan bir ülke olmaktan henüz maalesef kurtulamamıştır.
Vaşington’un, John Bolton’un aklına uyarak soğuk savaş dönemi zihniyetine geri dönmesinden ötürü, Küba’da yaşam, her geçen gün daha da zorlaşmakta, gıda maddeleri kuyrukları uzamaktadır. Başkan Trump, Havana’daki sosyalist yönetimi veya silahlı kuvvetler mensuplarını değil, günahı ve suçu olmayan Küba halkını cezalandırmaktadır.