17 Temmuz 2022

Sıra dışı üç balığın hikâyesinde özgürlük arayışı ve iktidar biçimleri

Edebiyatın sanatsal metinleri, kişiyi şaşırtan sembolik bir dille yazılmışlardır bu nedenle insanın 'düşünce' eylemiyle buluşmasındaki 'hazır olma' ve 'yola çıkış' benzeri durumunda edebiyat metinlerinin etkili olduğunu düşüyorum. Bu dünyada ne çok kişinin başına elma düşmesi olasılığı varken yalnızca bir 'tek' kişinin bunu 'yer çekimi' diye adlandırabilmesi, 'hazırlık' gerçeğine işaret sayılmalıdır. Edebiyat metinleri, okurun bu yazının üç öyküsünde tanıdığı; aymaz güçsüzler, karşıtlarını yutan güçlüler ve aklını kullanan meraklı canlılarla gerçek yaşamda karşılaşınca 'acaba' diyebilecek iyi okurlarını bekliyor

İnsanın yaşıtı 'iktidar' ve 'özgürlük' sözlerini 'balık' ile yan yana getirmek, uygun düşmemiş görülebilir. Şöyle bir baksak yaşamımıza, özgürlük ile iktidar önceliğimize karşılık balık, öncelikler listemizin neresindedir, pek bilinmez. Toplumsal projelerin odağındaki 'özgürlük' ve 'iktidar' kavramlarının yanına 'balık' eklemek düşüncem, insan tekinin olmazsa olmazı bu iki soyut kavramı, onlarsız olamayan insana, balık gibi somut bir nesneyle anlatan edebiyat metinlerinden yardım beklememdendir. Bakınız, balık sözcüğüyle mesajlar ilettiğimiz ne çok söz var dilimizde. Karakterleri balık ne çok kurmaca metin yazılmış, insan olduğumuzu anımsayalım diye. Kural değişmedi, balık yine baştan kokuyor bu dünyada.

Özgürlük ve iktidar sözlerinin tarihi, Âdem ile Havva söylencesine çıkarır yolumuzu. Bir iktidar kazanımı, bir ölçüde özgürlük kaybı ise mevzu derinleştikçe derinleşir demektir. Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi (1977) kitabının "Kazık" maddesinde ilginç bilgiler verir. Anlatılana göre sadece doğayla savaşmak zorunda olduklarından, "toplumsal sorunları" olmayan ve birbirlerine "ne iyilik ne de kötülük ediyor" olan göçebe topluluklar, toprağa yerleşince sorunları başlamıştır. Sonrasında aralarından biri, "bir toprak parçasının çevresine kazıklar çakıp, burası benimdir" deyince, "eşitlik bozulmuş" ve "güçlülerle güçsüzler" çatışması başlamıştır: "İnsanlık tarihi, artık, bu kazığı çıkarmak için çekilen acıların tarihidir." 

Havaya yayılmış nem benzeri baskıcı iktidarın adından söz edildiğinde başvurduğum İktidar (2014; çev. Mete Ergin) kitabında filozof Bertrand Russell, "Enerji nasıl çeşitli biçimler alıyorsa iktidarın da aynı şekilde, servet, silah gücü, sivil makamlar, düşünceye söz geçirme biçimleri vardır." derken, iktidarın biçimsel çeşitliliğine, denkleminin çok bilinmeyenli oluşuna dikkat çekmiştir. İktidar biçimlerinin bu sınırsızlığına benzer biçimde Zygmunt Bauman da Özgürlük (2015; çev. Kübra Eren) kitabının hemen "giriş" yazısında, "Bir bakıma özgürlük, soluduğumuz hava gibidir. Bu havanın ne olduğunu sormaz, onun hakkında düşünüp tartışmaya zaman harcamayız. Şayet kalabalık ve havasız bir odada nefes darlığı çekmiyorsak." açıklamasını yapar. Dikkat edilirse insanla zamandaş her iki kavram da bir tür 'mecburiyet' sonrası görülendir. Homeros'un, Odyesseia destanında, adamlarıyla İthake'ye dönen Odyesseus'un uzun yolcuğu baştan sona denizlerde geçmesine karşın balık yoktur onların yiyecekleri arasında çünkü balık pek 'makbul' değildir. Yolculuğun sonlarında balıktan söz edildiğine göre başka yiyecekler tükenmiş, yani bir mecburiyet doğmuş gibidir. 

Yazımın başlığındaki ilk öykü Sait Faik'in, Mahalle Kahvesi kitabındaki "Sinağrit Baba"sıdır. İkincisi, Alman yazar Bertolt Brecht (1898-1956)'in 1930'larda yayımlanmaya başlamış Bay Keuner'in Öyküleri kitabındaki "Köpek Balıkları İnsan Olsaydı" öyküsüdür. Andıklarımın üçüncüsü, Azeri asıllı İranlı yazar Samed Behrengi (1939-1967)'nin, dünyanın çocuk edebiyatına eklenmiş öyküsü Küçük Kara Balık. Her üç öykünün de 'balık' olmayan balıkları var, ayrıca üç öykünün yazarı da yirminci yüzyılın zamandaş isimleri. Dikkat ettiniz mi bilemem, çağdaş filozoflar soyut kavramların yanında hayvanları ekliyorlar felsefelerine.

Sait Faik'in öyküsündeki Sinağrit Baba, bir balıktır ancak düşünen bir balıktır o. Denizin fırtınalarına benzer, fırtınalı bir yaşam sürmüş Sinağrit Baba, kendince bitimine yaklaştığı "yorucu ömrü", bir balıkçının oltasını seçerek "artık bitirmeli" diye düşünür. Bu seçimi, "her yeri pırıl pırılken, mantosu sırtındayken, daha eti mayoneze gelirken" kendi iradesiyle yapmazsa iyice güçten düştüğünde adice bir ölümle karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunun bilincindedir. Kararı kesindir Siğarit Baba'nın, kendisini suyun üstündeki dünyanın "akıllı" kişilerinden birine teslim edecektir. Onun için asıl güç olan, "bir zaferle dolu ömrün sonunu" masasında yer alarak getireceği bir "akıllı mahlûk" belirleyebilmektir.

Suyun derinliklerine uzatılmış oltaları tek tek koklayarak bir tür 'kalite kontrolü' yapan Sinağrit Baba, aşağıdaki insanlık dersine çağırır yukarıdakileri. "Sinağrit Baba oltalardan birini kokladı. Bu balıkçı Hiristo'dur; kusurlu adam. Gözü açtır onun. İçinden pazarlıklıdır. Evet, fukaradır ama kibirli değildir. Sinağrit Baba fukaralıkta gururu sever. Öteki oltaya geçti. Kokladı. Bu balıkçı Hasan'dır. Geç. Cart curt etmesine bakma! Korkaktır. Sinağrit Baba cesur insanlardan hoşlanır. Bir başka oltaya başvurdu. Balıkçı Yakup iyidir, hoştur, sevimlidir, edepsizdir, külhanidir. Ama kıskançtır. Kıskançları sevmez Sinağrit Baba. Geç. Şu olta hasisin tuttuğu olta. Sinağrit Baba cömertten hoşlanır. Ama bu oltaya bir baş vurmaya değer. Bir baş vurdu. Hasisin oltasının iğnesini dümdüz etti. Sinağirt Baba iğneden kopardığı yarım kolyozu çiğnemeden yuttu. Hasis oltasını hızla topladı."  

Suyun altındaki "lacivert âlem içinde" kendisinden başka balıklarının davranışlarını gözlemleyen Sinağrit Baba, bu kez de toplumbilim dersi verir. Mercan balıkları, başkaları ve çoğalan oltalarla oldukça hareketlenen suyun altında bir ölüm kalım savaşı başlamıştır. Elleri boş dönmek istemeyen balıkçılar, türlü oyunlarla balıkları yakalamayı başarırlar. En çok da ışığı görünce kovuklarından çıkıp "budalaca" yakalanan mercan balıkları dikkatini çeker Sinağrit Baba'nın. Onların, yukarıya çıkacakken son kez "gözleri büyümüş bir halde" aşağıya bakmalarının artık yararı yoksa da bu aşağıya bakış, bir bakıma Sinağrit Baba'dan yardım istemek içindir. Balıkçının oltasına bir diş vurarak kesebileceğini bilse de bunu yapmaz Sinağrit Baba çünkü o, "ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat âleminde olsun bir kişinin aklıyla hiçbir şeyin halledilemeyeceğini" biliyordur. 

Kurtuluşun mücadelesi, ancak örgütlü olduğunda başarılı olabilir. Sinağrit Baba, balıklar âlemi için yukarıda iktidarı temsil eden balıkçılara karşı birlikte ve aynı sorumlulukla davranılmasından yanadır yoksa onunkisi mercanlara karşı vurdumduymazlık değildir. Yaşama hakları elinden alınan balıkların hepsi "oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin bir neticesi ve faydası olabilir" olduklarında kazanacaklar demektir. Bu, 'birlikten kuvvet doğar' felsefesidir. İktidarın, örgütlü muhalif güçleri dağıtmasına Babil Efsanesi ilk örnektir. Sait Faik, zaferle sonuçlanacak kurtuluş mücadelesinin kişisel bir güç ile yürümeyeceğini, böyle olduğunda direncini kaybederek yenilgiyle sonuçlanacağını bilge balığın iç konuşmasıyla hissettirir. "Yoksa gidip Sinağtrit Baba oltayı kesmiş, biraz sonra Sinağrit Baba tutulduğu zaman kim kesecek? Kim akıl edecek yakamozu dişlemeyi?" 

Edebiyat dünyasında "ayakkabıdan çok ülke değiştiren yazar" bilinen Bertolt Brecht'in "Köpek Balıkları İnsan Olsaydı" öyküsü, hancının kızının Bay K'ye, "Köpek balıkları insan olsaydı, küçük balıklara daha iyi davranırlar mıydı?" sorusuyla başlar. Çağdaş Alman Edebiyatı (1983) kitabında Brecht ve eserleri hakkında bilgiler veren Gürsel Aytaç, Bay Keuner'in Öyküleri kitabından nedense hiç söz etmemiştir. Öykülere ad olan karakter Bay Keuner'in, 'hiç kimse' anlamındaki 'keiner' sözcüğünden geldiği kayıtlardadır. Köpek balıkları hakkında açıklamaya gerek yok ya belirteyim, Sait Faik'in bilge balığı da "zaferle dolu ömrü" kendi iradesiyle tamamlamazsa "bir gün pis bir 'vantos'un" diş darbesiyle yok olup gideceğinden korkmaktadır.

İki sayfalık "Köpek Balıkları İnsan Olsaydı" öyküsünün öylesine ironik bir dili var ki Bay K'nin cevaplarının ilk anda bir tür olumlama olduğunu düşünebilirsiniz oysa anlatılan tam karşıt bir durumdur. Dünyanın gerçekliğinin kısacık bir öyküye sığdırılışını görünce Brecht'in gezdi(ril)diği ülkelerin sayısı çok gelmiyor gözünüze. 

Kurgusal dünyada köpek balıkları insan olsaydı ilk işleri, içlerinde gıda malzemeleri ve taze suları olan çok büyük sandıklar bulundurmak, bir de sağlık hizmetlerini eksiksiz karşılamak olacağını söyler Bay K. Bu iyilikler ile balıklar için düzenlenecek şenliklerin gerekçesi, köpek balıklarının zevki içindir. Küçükleri yiyecek köpek balıkları, "hayata küsmüş balıklar" yerine daha lezzetli olan "neşeli balıklar" istiyormuş yemekte. Denizin dibindeki o çok büyük sandıkların içinde bir de "okul" olacakmış. Okulun müfredat programı daha da ilginç! Bu okulun öğrencileri olan küçük balıklar, "köpek balıklarının ağzına doğru nasıl yüzeceklerini öğrenirler" imiş derslerinde. Aynı okulun "coğrafya" dersinde, "miskin miskin yatan" köpek balıklarını nasıl bulacakları öğretilirmiş küçük balıklara. Müfredatındaki "ahlak" dersinde küçük balıklara, "kendisini seve seve feda etmesinin en büyük ve en güzel şey olduğu, tüm köpek balıklarına inanmaları gerektiği, hele hele köpek balıkları onlara iyi bir gelecek sözü veriyorlarsa onlara inanmak zorunda oldukları" öğretilmekteymiş. Vaat edilen bu "iyi bir gelecek" için küçük öğrenciler ders çalışarak değil de "itaat etmeyi öğrendikleri takdirde" başarıya ulaşabileceklermiş. İtaat önemli çünkü tiranların iktidarı için "gönüllü kulluk" ordusu itaat edenlerden kurulur. Aşağının sanat dünyasının tablolarında köpek balıklarının "dişlerinin canlı renklerle, ağızlarının ise insanın içine zevkle dalabileceği tam bir eğlence parkı gibi" betimlenir. Müzik dersinde küçük balıklar, rüyaya dalar gibi köpek balığının ağzına dalar, tiyatro dersindeyse küçük balıkların "heyecanla köpek balıklarını ağzına doğru yüzdükleri" sahne canlandırılırmış. Denizin altı da üstü gibi karışık, orada da iktidar savaşı olacak kuşkusuz. Kimler savaşıp ölecek iktidarın devamı için derseniz kuşkusuz küçük balıklar ölecektir. Kazara birkaç düşman balık öldüren çıkarsa da yakasına "yosundan bir madalya takıp kahraman unvanı" verilebilir onlara. Aşağının din dersi, "küçük balıkçığa gerçek yaşamının köpek balığının karnında başladığını öğretir" bir 'uyutma' dersidir. 

Son cümlesi, "Kısacası denizin dibinde bir uygarlık kurulurdu, eğer köpek balıkları insan olsaydı." olan öykü, öylesine özün özü bir dille kurgulanmış ki öykü özetlenebilecek gibi değil. Dikkatle bakılsın, hancının kızına anlatılan denizin derinliğindeki kurmaca uygarlığın gerçeği, dünyanın bütün coğrafyalarında iktidar güçlerinin eğitim programındadır. Öykü, sosyal bilimler alanlarının her biri için ders kitabı olacak zenginliktedir. Bugünkü akademi, öykü için hazırlanacak tezlerin savunmalarını dinlemeye inanın ki zaman bulamaz. 

Kısacık ömrünü halk kültürü çalışmalarına adamış Behrengi'nin masal hikâyesi Küçük Kara Balık, pek çoklarının 'çocuk kitabı' deyip geçtiği bir metindir oysa yanlış bir yargıdır bu. Metinde, hikâyesi "ay ışığını görmek" özlemiyle başlayan bilge Küçük Kara Balık; akla, özgürlüğe, eşitsizliğe dair dersler anlatır yetişkinlere dedenin ağzından.

Kuş, kanadıyla insan, merakıyla uçar ya… Küçük Kara Balık da annesiyle birlikte yaşadıkları yosunlu ırmağın "nereye kadar gittiğini görmek" ve "başka yerlerde neler olup bittiğini öğrenmek" merakıyla ötesini aramak çabasına girişir. Alışılagelmişin dışına çıkmak, "dünyada başka şekilde yaşamak mümkün mü" sorusuyla başlar. Küçük Kara Balık, öğrenme merakıyla alışılagelmişin dışına çıkınca çevresinin tepkileriyle karşılaşır. Onun, karşısındaki komşuları, emrindekileri sürü bilen ve arayışı engelleyip bireysel düşünceye tahammülü olmayan otoriter yapıyı temsil eder diyebiliriz. Alışılagelmişe boyun eğmemek, "şelaleden atlayıp su birikintisine düş"mekle, başkalarının başaramadığı bir şeyi göze almakla başlar.

Öğrenme yolculuğunda, farklı görüşleri olanlarla ve pek çok tehlikeyle karşılaşan Küçük Kara Kalık, bulduğuyla yetinen ve aklını kullanma cesareti göstermeyen meraksızların gözlerini açmaya çalışırsa da nafiledir çabası çünkü onlar, "bunun dışında başka bir dünya daha" olduğunu görmek için küçücük çıkarlarından vazgeçemezler. Pelikanın ölüm torbasında başka balıklarla birlikte mahkûm Küçük Kara Balık, tek tek yakalanan mercan balıklarını gözlemleyen bir Sinağrit Baba'dır. Pelikanın, "Şu geveze balığı boğarsanız, özgürlüğünüzü kazanırsınız." oyununa gelen torbasındakileri, "ödül olarak" diri diriyken yutması, örgütlü muhalefeti parçalayan iktidar kurnazlığıdır. Sonunda denize ulaştığında uygarlığı temsil eden insan ile karşılaşan Küçük Kara Balık, "Bir gün ister istemez ölümle karşılaşacağım; bu önemli değil. Önemli olan benim yaşamamın veya ölümümün başkalarının yaşamını nasıl etkileyeceği..." kaygısıyla güçsüzlerin ve meraksızların özgürlüğü adına endişelidir.

Edebiyatın sanatsal metinleri, kişiyi şaşırtan sembolik bir dille yazılmışlardır bu nedenle insanın 'düşünce' eylemiyle buluşmasındaki 'hazır olma' ve 'yola çıkış' benzeri durumunda edebiyat metinlerinin etkili olduğunu düşüyorum. Bu dünyada ne çok kişinin başına elma düşmesi olasılığı varken yalnızca bir 'tek' kişinin bunu 'yer çekimi' diye adlandırabilmesi, 'hazırlık' gerçeğine işaret sayılmalıdır. Edebiyat metinleri, okurun bu yazının üç öyküsünde tanıdığı; aymaz güçsüzler, karşıtlarını yutan güçlüler ve aklını kullanan meraklı canlılarla gerçek yaşamda karşılaşınca 'acaba' diyebilecek iyi okurlarını bekliyor.

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961’de Trabzon’un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı’da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980’li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, ‘kitap’ eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile ‘Edebiyat Ufku’ , ‘K24’ ve ‘Gazete Duvar’ adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı ‘kitap kültürü’ dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile ‘T24 Haftalık’ ve ‘Aksi Sanat’ sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk’ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır

Yazarın Diğer Yazıları

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı altmış iki yıl sonra hatırlamak…

"Tanpınar'ın romancılığını, onun zengin dünyasından seçeceğim birkaç sözcük ile anlatacak olsaydım -bu olmaz ya- Tanpınar için kültürün, hüznün, zamanın ve insanın romancısı derdim herhalde"