02 Ocak 2022

Mutluluğu bulmak ve bulunca konum atmak

Arayan herkesin bulamayacağı, buna karşılık bulanların ise her zaman arayanlar olduğuna dair yaygın bir kanı vardır bizde. Bulmak tanımının ilk karşılığına bakılırsa aramadan da bulabiliriz mutluluğu. İkinci tanıma göre ancak kendi emeğimizle elde edilen bir şey olarak mutluluğun sahibi olabiliriz

2021 yılının sonlarında, sıklıkla geçtiğim yola bakan kırtasiyecinin camında, "Mutluluğu Bulan Konum Atsın" yazısını gördüm. Yazı, başka bir dükkânın vitrinindeki "Mutluluğu Kaybettiğin Yerde Arama" kitabını anımsattı bana. Okuduğum yazı ne zamandan beri oradaydı, bilemiyorum. Kim bilir, ne çok okuyanı vardı ve kaç zamandır gündemde dolaşıyordu da ben yeni görmüştüm camdaki sözü. Her ne olursa olsun, "mutluluğu bulan konum atsın" uyarısı, kendimi sınamamda benim için yeniydi orada. Yazıyı okuyup yoluma devam ederken mutluluğu bulan ya da bulabilecek kişilerden biri olup olmadığımı düşündüm. Hadi mutluluğu buldum diyelim, yaklaşık bir yıldır akıllı telefon kullanıyor olmama karşın kimseye konum atmadım ki, dedim kendime. Uzaktaki bir kişiye konum atmaktansa yakınımdakilerle paylaşırım diyerek avuttum kendimi, mutluluk bulmuş şanslılar gibi.

Mutluluk ve konumuyla meşgulken Dostoyevski düştü aklıma, 22 Aralık 1849'da Andre Gide'e yazan Dostoyevski. "Bugün 22 Aralık. Semionovski Meydanı'na götürdüler bizi. Orada hepimize ölüm yargımız okundu, haçı öptürdüler, başlarımızın üstüne kılıç kırdılar ve en son süsümüz yapıldı (beyaz gömlekler). Sonra, içimizden üç kişiyi asmak üzere idam sehpasına çıkardılar. Ben, altıncıydım, üçer üçer çağırıyorlardı; bu duruma göre, ikinci dizideydim ve birkaç dakikalık ömrüm kalmıştı… En sonunda dur borusu çalındı, boynuna ip atılmış olanları geri getirdiler ve bize, Haşmetmeaplarının hayatımızı bağışladıkları okundu." Dostoyevski'nin bu mutluluğunun tanımını ve konumunu sorup durdum kendime epey süre.

Türkçemizde 'bulmak', özellikle başka sözcüklerle kalıplaşarak deyim anlamıyla kullanıldığında anlamları çoğalan bir sözcük. Türkçe Sözlük (TDK, 2005) 'bulmak' için bazılarını cümleyle örneklendirerek on üç ayrı anlam veriyor. Mutluluğu bulmak için tanımların ilk üçünü aktarmak istiyorum: 1. Arayarak ve aramadan bir şeyle, bir kimse ile karşılaşmak. 2. Bir şeyi elde etmek. 3. Kaybedilen bir şeyi yeniden elde etmek. Aynı sözlükte, yalnızca bir karşılığı verilen 'mutluluk' tanımı: Bütün özlemlere eksizsiz ve sürekli olarak ulaşmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık.

Arayan herkesin bulamayacağı, buna karşılık bulanların ise her zaman arayanlar olduğuna dair yaygın bir kanı vardır bizde. Bulmak tanımının ilk karşılığına bakılırsa aramadan da bulabiliriz mutluluğu. İkinci tanıma göre ancak kendi emeğimizle elde edilen bir şey olarak mutluluğun sahibi olabiliriz. Bence burada asıl konuşulması gereken, üçüncüsü "kaybedilen bir şeyi yeniden elde etmek" yani. Kırtasiyecinin camında okuduğum yazı, kaybedenin kim olduğu bilinmese de bulununca konum atılacak olanın kaybedilmiş "bir şey' olduğu izlenimi bıraktı bende. Böyle değil de kendi çabamızla elde ettiğimizin başkalarında sahici bir karşılığı olamaz ki konum atalım onlar da sahiplensin. Aradığımız ve varlığından haberdar etmekle başkalarını sevindireceğimiz mutluluk ne ki dediğimizde çok bilinmeyenli denklemin çözümünü göze almak gerek.

Tarifiyle tarihinin en dış kenar çizgisinde durarak söylesek bile mutluluğun kitaplardan öğrenilebilir olmadığını, belki böyle bir öğrenmeye gerek de olmadığını söylemek mümkün. Kendi adıma, okulların ya da benzer kurumların salonlarında konuşturmak üzere çağırdığı 'kişisel gelişim uzmanı' söz yazarı tüccarların kitaplarını gördükçe mutluluğun tanımındaki kavramların her geçen gün değer kaybına uğradığını söylemeliyim. Yaşamak ve dolayısıyla da mutluluk söz konusu olduğunda Memduh Şevket Esendal'ın öykü kişisinin "hayat ne tatlı şey, insanın ömrü olmalı da yaşamalı" dileğine bağlarım ben işin özünü.

Mutluluğu bulmak yolculuğunda çok daha öncesine gidilebilir elbette ancak benim, başka bazı konulardakine benzer biçimde "yaşamak ve keyif almaktan başka hiçbir amacı olmayan" Montaigne durağında inmem gerekiyor bu yolculukta. Varacağım son nokta, "Her birimiz kendini hissettiği kadar iyi ya da kötüdür. Öyle olduğunu sanan kişi değil, ona kendiliğinden inanan kişi mutludur." gerçeğinden fazlasını öğretmez bana. Dört ciltlik Denemeler (2019) kitabını okuyunca insanlığın bütün hallerinin o kitaplarda bir yerde olduğunu gördüm açıkçası. Talihin sağladığı iyilikler ne olursa olsun tadını çıkarabilmek için onları hissetmek gerekir, diyen Montaigne'in bu sözü, mutluluğu bulmak için arayanların, kendileri varken öyle sanıldığı türden uzun yolculuğa çıkmalarına gerek olmadığını anlatır. "Yaşamdan keyif almak için, ona kendi yaşamını katmak gerekiyor." uyarısı, mutluluğun tanımıdır gerçekte ancak bu, "bir şeyi elde etmek" için kişisel çabayı gerektiren mutluluktur da öyle kaybedilmişi bulmanın sevinciyle konum atılan türden yitik malı mutluluk değildir.

Montaigne'in zamandaşı, çok şey 'üstüne' yazmış Francis Bacon, "gerçekte mutluluk çok çok kötülüğü, mutsuzluk da erdemi doğurur" düşündüğünden olmalı 'mutluluk' değil de "mutsuzluk üstüne" (Denemeler, 2000) yazmış. Ona göre mutluluğun insana kazandıracağı erdem "ölçülülük" iken mutsuzluğun erdemi ise "yüreklilik"tir. Bir ömür kalıba girmektense yürekli yaşamayı kim istemez ki… Üstüne üstlük kendimize, birçok olaya ve başka insanlara karşı bir tür savaş olduğundan, mutluluk bahtımıza hiç çıkmayabilir de.

Çağdaş İngiliz filozofu Bertrand Russell, ilk bölümünde "İnsanlar Neden Mutsuz Olurlar?" sorusuna gerekçeleriyle açıklık getirdiği kitabının ikinci bölümünde "Mutlu Olmak Halâ Mümkün müdür?" diye sorarken onun da koşullarını sıralar. Mutlu Olma Sanatı (2013) kitabının, "mutluluk, kısmen dış koşullara, kısmen de kişinin kendisine bağlıdır" yargısıyla açılan "Mutlu İnsan" başlıklı son yazısı, Montaigne'i anımsatan 'sehl-i mümteni' türünden sözleri içerir. Russel, mutluluk için yapmamız gerekenin, "kendimize yönelmiş tutkularımızdan kaçınmak ve kendimizi dinlemekten bizi kurtaracak sevgiler ve ilgiler edinmek" olduğunu söyler ve ekler: "Mutlu insan dış dünyada yaşar; özgür sevgileri ve geniş ilgileri vardır; mutluluğunu bu ilgilerden, bu sevgilerden ve bunların onu başkaları için sevimli ve ilgi ekici yapması gereğinden sağlar." Keşke okunduğu kolaylıkta olsaydı Russell'ın sözlerinin yaşamda uygulanışı…

Tanzimat şairi Ziya Paşa'nın, "Asûde olam dersen gelme cihana" dizesi belleğimde lakin mutluluk için kitap sayfalarından çıkıp Russell'ın deyişiyle "hayat ırmağına dalınarak" yaşanması gerektiğinden yanayım. Bunu söylerken kollarını, bizi kucaklamak için açmış bir dünyanın olmadığını da pekâlâ biliyorum. Yaşamın içinde her birimiz Sait Faik'in, "Dülger Balığının Ölümü" öyküsündeki İsa'nın, "uzun parmaklı elleriyle" denizden çıkarıp da "iki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş" olduğu balık değil de neyiz ki. Balık gibi kulağımıza fısıldanan şey bilinmiyorsa da uysallaştığımız kesin.

Konu anlatımlı Türkçe kitaplarının 'somutlama' başlıklı bir bölümünde "soyut olan bir kavramın somut bir sözcükle anlatılması" olarak tanımlanır ifade. Örneğin; aşk, özgürlük, akıl, sevgi, mutluluk, adalet, düşünce, hayal, özlem vb. sözcükler, beş duyunun herhangi birisiyle algılanamayıp bellekte tasavvur edilebildiğinden 'soyut' sözcüklerdir. "Tozpembe hayallerim vardı; pembesi gitti tozu kaldı." dediğimizde 'soyut' olan 'hayal' sözcüğü, 'toz' ve 'pembe' ile somutlaştırılmış olur. Bir gülen yüz ya da peşin satan tablosu örneğin. Mutluluk da böyle anlık somutlamalar ile yaşanabilir olduğundan o anın kıymetini bilmek gerekiyor. Her günkünden daha çok para toplamış dilencinin mutluluğu, diğer köşe başındaki dilencinin bir lira fazla topladığını öğrenmesiyle anında kayboluyor. Cezaevinden kaçmayı başaran bir mahkûmun mutluluğu, henüz konum atmayı başaramadan yakalanmasıyla kâbusa dönüşüyor. Uzun uğraşlardan sonra nikâh masasına oturmayı başarmış gençlerin salonu aydınlatan mutluluğu, imza anındaki bir densizlikle uçup gidiveriyor. Zil sesiyle uyandığımızda yok olan rüya mutlulukları yaşamımız…

Cumhuriyet şairi Cahit Sıtkı'nın 1937'de yayımlanan "Memleket İsterim" şiiri, 'dört bir köşesi cennet' Türkiye'm için somutlaştırılmış mutluluk tablosuydu herhalde. "Memleket isterim/Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;/Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.//Memleket isterim/Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;/Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.//Memleket isterim/Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;/Kış günü herkesin evi barkı olsun.//Memleket isterim/Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;/Olursa bir şikâyet ölümden olsun." Yüzüncü yılına az bir şey kalmış şiiri bu günlerde yazmış olsaydı Cahit Sıtkı; enflasyon, sınav sistemi, kadın cinayetleri, döviz kuru, çevre kirliliği vb. ayrıntıları eklerdi şiirine muhtemelen.

"Saman Sarısı" başlıklı hayli uzun şirinde Nazım Hikmet, "sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin" diye sorar ya benzer biçimde istatistikler yapılıyor 'mutluluk' için. Birleşmiş Milletler, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı 150 ülkeyi kapsayan Dünya Mutluluk Raporu yayınlamış, isteyen görebilir. Listede adı geçen yüz elli ülke arasında Türkiye ölçeğinde kaç ülkenin, tarihin derinliklerinden gelen 'büyük devlet tecrübesi' vardır bilemiyorum ancak listeye göre 2021'de Bangladeş, Türkmenistan ve Libya gibi ülkelerin gerisinde kalmış Türkiye, 'mutluluk' sıralamasında 104. sırada yer alıyor. Dünya ölçeğinde "ülkelerin gelir, sosyal destek, sağlıklı yaşam süresi, karar alabilme özgürlüğü, cömertlik ve yolsuzluk düzeyi bakımından kıyaslanarak" hazırlanan raporda Finlandiya, birkaç yıldır listenin ilk sırasındaki yerini koruyormuş. Şimdi elimize bir atlas alarak önce Finlandiya ülkesinin yerini bulalım, ardından dünya tarihi kitabı edinerek Finlandiya'nın tarihine bakalım ve bir de ikinci büyük şehrimiz ayarında nüfusu olan Finlandiya ülkesinde "gelir, sosyal destek, sağlıklı yaşam süresi, karar alabilme özgürlüğü, cömertlik ve yolsuzluk düzeyi" bize göre nedir diye araştıralım. Türkçe Sözlük elimizdeyken bu 'neden böyle' sorusu için 'hamaset' ve 'icraat' sözcüklerine bakılabilir. Mutluluk; gelen değil, kendisine gidilendir.

Görünüşe bakılırsa dinlerin, ideolojilerin, toplumsal projelerin, felsefi sistemlerin, siyasal partilerin her biri, bizim mutluluğumuz için seferber olmuş ancak ortada esenlik adına kayda değer bir gelişme yok. Saydıklarımın eski ve güçlü olanı kuşkusuz dinler. Sürekli aradığımız ve bulunca da paylaşıp başkalarını sevindireceğimiz mutluluk için belki şunu sorabiliriz: İlahî/göksel irade, insana arzuladığı mutluluğu kazandıracakken aşağının projeleri mi bu mutluluğu engelledi yoksa ilahî/ölümsüz güç, yetersiz kaldı da dünyalık/ölümlü olanı yardıma mı çağırdı acaba? Mutluluğumuzun engellenmesinde faturanın bir kısmını uygarlığa kesen Freud, engelleri sıralıyor: "Doğanın üstün gücü, kendi bedenlerimizin zayıflığı ve insanların aile ve devlet ve tolum içerisinde birbirleri ile ilişkilerini ayarlayan düzenlemelerin yetersizliği." (Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları, 2000). Neden mutsuz olduğumuza yönelik tartışma, mutluluk listesinin ilk sıralarında yer alabilmek için umut verici olabilir.

Dünyanın ilk büyük savaşının tanığı Rilke'nin, kılıcı susturan kalemine (Kalem ve Kılıç, 2003) öylesine özlem varken hemen bütün ülkelerde 'güvenlik' öncelikli sorundur. Dolayısıyla harcamaların önemli bir kısmını güvenlik yatırımları oluşturuyor. SIPRI (Uluslararası Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü) raporuna göre "savunma harcamalarının yaklaşık 2 trilyon dolara ulaştığı" 2021 yılında, "en çok savunma harcaması yapan 40 ülke içinde" 17,7 milyar dolarlık harcamasıyla Türkiye 16. sırada yer alıyormuş. İlginç değil mi, aynı rapora göre Covid salgını nedeniyle dünyanın ekonomisi küçülürken savunma harcamaları artmış. Dünyanın üç devleti; Bhutan, Venezuela ve Birleşik Arap Emirlikleri, 'mutluluk bakanlığı' kurmuş. Umalım ki mutluluk bürokrasiye kurban gitmesin.

Mutluluk, ilk bakışta son derece bireysel bir kavrammış gibi görünüyor ancak payımızı almaya kalktığımızda hiç de öyle olmadığını anlamak güç değil. Schopenhauer haksız değil: "Kolay şey değildir mutluluk, kendimizde bulmak çok zor, başka yerde bulmak imkânsızdır." Kendimizden dünyaya açılıyoruz sonra çaresizce kendimize döndüğümüzde Gündüz Vassaf'ın kitabının adıyla Ne Yapabilirim? (2016) sorumuzun karşılığı yine kendimizdedir: "Bir an için dünya kötüye gidiyor fikrini benimseyelim. Maliyeti o kadar büyük ki. Böyle dediğimizde psikolojik katliam yapıyoruz. Kendi kuşağımızı, gelecek kuşakları katlediyoruz. Daha iyi bir dünyayı yaşanabilir kılmanın tersine, hadım ediyor, sorumluluğumuzdan soyunuyoruz. Kötü karşısında kötümserlik, kötüye güç vermek, onu iktidarda tutmak demek. Hiçbir şey yapamayacağım, çaresizliğimi benimsiyorum demek." 

Çoklukla faiz, kur ve dolar sözcükleriyle sahte içkiden ölenlerin haberlerini duyduğumuz 2021'in son günlerinde televizyon kanalarında dönen reklamın şarkılı sözleri kulaklarımda: "Yeni yılda mutluluklar var." Ben de konum atmayı denemeliyim artık.

Yazarın Diğer Yazıları

1959’dan günümüze Yusuf Atılgan üzerine yazılar kitabı ve eleştiride ‘özür’ beyanı

Edebiyat ortamında Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarıyla kendisine özgü bir yer edinmiş az yazan Atılgan, bundan böyle çok okunur mu, üzerinde durulmaya değer. Atılgan, kendi okurluğuyla yazarlığını “Okuyacak bunca güzel kitap varken yazarak ne diye canımı sıkayım,” sözüyle anlatmıştı, bu içtenliği umarım kendisine olumlu geri dönüş olur

Halit Ziya, roman, dizi, yeniden "Aşk-ı Memnu" ve "edebiyatta ahlak" meselesi

Halit Ziya'nın, Aşk-ı Memnu romancısı olmaktan çok daha başka bir şey oluşu gibi Servet-i Fünun da yalnızca bir "dergi" ya da "edebi topluluk" değildir

Oya Baydar ve Türkiye coğrafyasında "ormanı yanmış ayılar" olmak

Oya Baydar, André Green'in "hayat malzemesinin edebi malzemenin hizmetine sunulmasının" yaşayan bir örneği olarak "aşkın bir işlev" ilkesiyle yazmıştır. Rilke, "Yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman ya da yaşar mıydınız eskisi gibi, bunu açıklayın kendi kendinize" sorusunu genç şaire değil de henüz "ormanı yanmış ayılar" grubuna dâhil olmamış Oya Baydar'a sormuş olsaydı ondan alacağı karşılık tartışmasız, "Evet, yazamasam ölürüm ya da eskisi gibi yaşayamam" olurdu. Bu durumda sorun, yakılan orman ve ortalık yerde kalan ayılar/mı/dır?

"
"