04 Mayıs 2021

Haklı davada haksız duruma düşmemeli

İster iki devlet, ister federasyon temelinde olsun, varılacak çözüm her iki kesimde de referanduma sunulacağı için Kıbrıs Türklerinin özgür iradesiyle de uyumlu olmalıdır. Aksi takdirde Annan planında güneyde yaşananlar, bu kere kuzeyde tekrar edebilir

Yıllardır Türk diplomatlarının en fazla uğraştığı dış politikamızın kronik gündem maddeleri, Ermeni ve Kıbrıs sorunlarında geçen hafta arka arkaya hareketli anlar yaşandı. Önce 24 Nisan konuşmasında Başkan Biden, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımladı. Ardından da, 27-29 Nisan tarihlerinde Cenevre'de Kıbrıs'ta çözüm için ortak zemin arayışı olarak nitelendirilen gayri resmi toplantılar gerçekleştirildi. Bugüne kadar Birleşmiş Milletler gözetiminde Ada'daki iki toplum arasında yürütülen görüşme formatında da değişikliğe gidilerek garantör ülke sıfatıyla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de Cenevre'de masada yer aldılar.

Haklı dava

Bakanlığa girdiğimiz yıllarda çok sevdiğim meslek büyüklerimizden ve sayılı Kıbrıs uzmanlarımızdan Ömer Akbel'in beni her gördüğünde "Haklı davayı anlatmaya devam ediyor musun? Hiç kuşkun olmasın, bu Kıbrıs işi beni de, seni de emekli eder" diye takıldığını dün gibi hatırlıyorum. Ömer Akbel rahmetli oldu, bizler emekli olduk, bu gidişle bugün mesleğe başlayan genç diplomatlarımız da görünür bir gelecekte Kıbrıs sorunu için uğraş vermeye devam edecekler. Sadece Dışişleri koridorlarında değil, halk arasında da yıllardır haklı dava denildiğinde Kıbrıs sorunundan bahsedildiği hemen anlaşılır. Maalesef haklı olduğumuzu 58 yıldır uluslararası camiaya kabul ettirebilmiş değiliz. Çoğu kimse Kıbrıs sorununun hâlâ 1974 yılında Türkiye'nin Ada'ya müdahalesiyle başladığını zannediyor. Londra ve Zürich anlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin 1963 yılında Kıbrıs Türklerinin yönetimden dışlanılmasıyla yıkıldığını bilmiyor. Allah'tan Yunanlı dostlarımız gibi Kıbrıslı Rumların da ihtirasları çoğu zaman akıllarının önünde gittiği için ciddi hatalar yapıyorlar. Nasıl 1 Haziran 1995'de Yunan Parlamentosu'nun karasularının 12 mile çıkarılmasını talep eden kararı, Türkiye'nin böyle bir hareketin savaş nedeni (casus belli) sayılacağını ilan etmesiyle, Yunanistan'ın elini kolunu bağladıysa 1974 yılında Ada'daki Nikos Sampson darbesi de Türkiye'nin müdahalesine zemin oluşturdu.

Kıbrıs'ın yakın geçmişindeki en büyük hatayı ise Ada'da nihai bir çözüme ulaşılmadan Kıbrıs Cumhuriyeti'ni üye olarak içine alan Avrupa Birliği yapmıştır. Üstelik tam da Kıbrıs'ın geleceğini belirleyecek hayati bir referandumun arifesinde. Zamanın Cumhurbaşkanı Papadopulos'un yerinde kim olsa o da eminim referandum sırasında "hayır" kampanyası yürütürdü. 27 AB ülkesinin desteğini arkasına alan Kıbrıs Rum yönetimine, artık Annan planında aldıklarından daha fazlasını vermeden, herhangi bir çözüm kabul ettirilebileceğini beklemek safdillik olacaktır. Ortada ne havuç kalmıştır, ne de sopa.

Cenevre görüşmeleri

Gelelim geçen haftaki 5+1 formatında yapılan Cenevre Toplantılarına. Kıbrıs Türk tarafı Türkiye'nin de desteğiyle bir süre önce dillendirmeye başladığı iki devletli çözüm önerisini, ilk kez geçen hafta masaya getirdi. Bu çerçevede Genel Sekreter Guterres'e verilen altı maddelik paket önerisi de sunulur sunulmaz, Rum tarafınca basına sızdırıldı.1974 yılından beri maruz kaldığı ambargolara rağmen iyi niyetle müzakerelere devam eden, Birleşmiş Milletler'in hazırladığı tüm planlara evet diyen Kıbrıs Türklerinin mevcut durumdan duydukları hayal kırıklığını anlamamak mümkün değil. Ancak, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu değerli yalnızlıktan kurtulmaya çalıştığı, pandemi nedeniyle Kuzey Kıbrıs'ın iki temel gelir kaynağı turizm ve üniversite sektörlerinin can çekiştiği bir ortamda, parametreleri tamamen değiştiren bir öneriyle ortaya çıkmanın zamanı mıydı? Bu da çok tartışılabilir. İnsan 2004 yılındaki referandumun veya Crans Montana'da ortaya çıkan paketin Rumlar tarafından reddedilmesinden hemen sonra bu teklif gündeme getirilseydi, daha iyi bir zamanlama seçilmiş olmaz mıydı? sorusunu sormadan edemiyor.

Cenevre'ye her iki tarafın da sanki aman bir sonuç çıkmasın havasında gittiği anlaşılıyor. Guterres'e sunulan öneri paketinin en can alıcı birinci maddesinde Genel Sekreter'den iki tarafın uluslararası eşit statüsünü ve egemen eşitliğini garanti altına alacak yeni bir güvenlik konseyi kararı çıkarması isteniliyor. Bırakın veto olasılığını, dünyanın büyük olduğu beş'lerden kaç tanesi görünür bir vadede böyle bir karara evet diyecektir. O da ayrı bir soru. Deneyimli gazeteci Barçın Yinanç, Türkiye'nin yeni Kıbrıs politikasını aşağıdaki başlıkla çok güzel özetlemiş:
"Gerçekçi ol; imkansızı iste."

İki devletli çözümde ısrar edilecekse her şeyden önce Türkiye'nin KKTC'nin egemen bir devlet olduğunu kabul edip bu gerçeğe göre davranması gerekir. Yunanlılara Kıbrıs politikalarını sorduğunuzda, "Kıbrıs hükümeti kendi kararını kendisi verir, Yunanistan destekler" cevabını alırsınız. Oysa Türkiye tam tersi bir görüntü sergiliyor. Onun için Rum Tarafı, KKTC'li muhatapları yerine, ısrarla Türk liderlerle görüşmek istiyor. Aynı nedenle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kıbrıs davalarında faturayı Türkiye'ye çıkarıyor.

İki devletli bir çözüm temelinde müzakerelere başlamak mümkün olmadığı takdirde, Abhazya'nın KKTC'yi tanımaya hazır olduğu, Abhazya'nın ardından iyi ilişkiler içerisinde olduğu Rusya'nın ve orta Asya cumhuriyetlerinin birbiri ardından KKTC'yi tanıyacağı gibi son günlerde Avrasyacı çevrelerce sıkça dillendirilen fikirlere de kati surette itibar edilmemelidir. Dış politikada dini ve etnik temelli dayanışmaya güvenerek hareket ederseniz, hüsrana uğrarsınız. Türkiye'nin ABD'den önce bağımsızlığını tanıdığı Kosova, İsrail'deki Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyan ilk ülkelerden biri olmadı mı? Filistin davasına İslam Konferansı ülkelerinin yıllardır verdiği destek ortada. İslam dayanışmasını bizden başka takan yok.

Nelere dikkat edilmeli?

Son tahlilde Kıbrıs'ta arzu edilen çözüme ulaşılmak isteniyorsa, diplomasinin piri İngilizlerle yakın çalışılmalıdır. Kıbrıs sorununun bu hale gelmesinde özel sorumlulukları bulunan İngiltere, sahip olduğu bilgi birikimi ve eşsiz diplomatik becerisiyle Brexit sonrası daha yapıcı bir rol oynayabilir. Esasen ortada dolaşan İngiliz planıyla bunun işaretleri gelmektedir.

İster iki devlet, ister federasyon temelinde olsun, varılacak çözüm her iki kesimde de referanduma sunulacağı için Kıbrıs Türklerinin özgür iradesiyle de uyumlu olmalıdır. Aksi takdirde Annan planında güneyde yaşananlar, bu kere kuzeyde tekrar edebilir.

Masa devrildiği takdirde -ki görünen vaziyet odur- sorumluluğun Kıbrıs Türk tarafına yüklenmesine neden olabilecek eylem ve söylemlerden kaçınılmalıdır. Aman dikkat haklı davada, haksız duruma düşmeyelim.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirve maratonu

G-20 Zirvesi'nin bildirisinde sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden BM güvenlik konseyi reformuna, iklim değişikliğinden kadın cinayetlerine kadar ne ararsanız var. Ama İsrail ve Rusya’nın saldırılarını sona erdirmeleri çağrısında bulunan tek bir cümle yok. Acaba tüm bu zirveler ne için yapılıyor?

"
"