12 Haziran 2021

Afganistan: Elimizde bir koz mu, saatli bomba mı?

Ne olursa olsun Türkiye'nin BM desteğinde yürütülecek ayrı bir NATO misyonu olmaksızın Afganistan'da asker bulundurması doğru olmayacaktır

Afganistan, resmi adıyla Afganistan İslam Cumhuriyeti, Orta Asya'nın güneyinde İran ile Pakistan arasında sıkışmış, karaya çıkışı olmayan bir ülke. Çoğunluğunu Peştunların oluşturduğu 40 milyona yaklaşan ülke nüfusu, homojen bir yapıya sahip değil. Tacikler, Moğol kökenli Hazaralar ve Beluciler'in yan ısıra, Özbekler, Türkmenler, Aymaklar ve Kırgızlar gibi Türk kökenli topluluklar nüfusun geri kalan kısmını oluşturuyor. Krallar ve Cumhuriyet dönemindeki siyasi liderler, ABD'nin Afganistan'ı işgal ederken işbirliği yaptığı Kuzey İttifakı hariç, hep Peştunlar arasından çıkmış. Son iki cumhurbaşkanı Hamid Karzai ve Eşref Gani de Peştun. Türkiye'ye yakınlığı ile bilinen, ancak özel hayatındaki bazı uygunsuz davranışları nedeniyle itibarını kaybeden General Dostum ise Özbek kökenli. Ülke genelinde 20 ila 40 arasında değişik dil ve lehçe konuşuluyor. Zengin kaynaklara sahip Hindistan'a geçiş güzergahı ve sıcak denizlere iniş yolları üzerinde yer alması nedeniyle stratejik önemi haiz. Afganistan tarih boyu dış güçlerin iştihanı kabartarak sürekli istilaya uğramış. Yunanlılardan İranlılara, Harzemşahlılardan Moğollara, Ruslardan İngilizlere, neredeyse Afganistan'ı işgal etmeyen kalmamış. Yakın geçmişte de on yıl arayla iki süper güç Sovyetler Birliği ile ABD tarafından istila edilmiş.

Tarihi Türk-Afgan dostluğu

Türkiye ile Afganistan arasındaki dostluğun kökleri, cumhuriyet öncesi döneme kadar uzanıyor. Geçtiğimiz Mart ayında iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 100. yıldönümü kutlandı. Tam bir asır önce, 10 Haziran 1921 tarihinde Ankara'daki Afganistan Büyükelçiliği'nin açılışında, direğe Afganistan bayrağını Atatürk kendi elleriyle çekmiş. Türkiye Cumhuriyeti'ne resmi ziyarette bulunan ilk devlet başkanı da, 1928 yılında, Atatürk'ün devrimlerinden çok etkilenen Afgan Kralı Emanullah Han olmuş. Mustafa Kemal Atatürk ordunun eğitimi için Afganistan'da görevlendirilecek Türk subaylarının seçimi konusunda Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'a özel bir talimat gönderir. Atatürk'ün gerektiğinde kendi vatanları için savaşır gibi, Kral Emanullah Han'ı savunmaları emrini verdiği bu telgraf, dışişleri arşivinde muhafaza ediliyor.  

Maalesef, Afganistan'da 1979 yılında Sovyetler Birliği'nin işgaliyle artan şiddet sarmalı ve silahlı çatışmalar hâlâ devam ediyor. Terör eylemleriyle akan kanı durdurmak bir türlü mümkün olmuyor. Sovyetlere karşı direniş hareketinde desteklediği gruplardan biri olan Taliban, bugün Amerika'nın baş belası haline gelmiş durumda. Uluslararası koalisyonun desteklediği resmi Afgan hükümetinin kontrolü neredeyse Kabil ve diğer kent merkezlerinin yakın çevresi ile sınırlı. Belirli bir çıkış stratejisi olmadan girdiği her ülkeden arkasında büyük bir kaos bırakarak çekilen ABD, şimdi de aynı senaryoyu Afganistan'da uygulayacağa benziyor.

Garip bir Doha Anlaşması

Amerikan kuvvetlerinin Afganistan'dan çekilmesine temel teşkil eden 29 Şubat 2020 tarihli Doha Anlaşması diplomatik açıdan tam bir komedi niteliğinde. Anlaşmanın tam başlığı şöyle: "ABD ile Taliban olarak bilinen, ABD'nin devlet olarak tanımadığı, Afganistan İslam Emirliği arasında Afganistan'a Barış Getirme Anlaşması" Metin içerisinde de Taliban adının geçtiği her yerde, ABD tarafından devlet olarak tanınmadığı tekrar ediliyor. Devletler hukukunda "de facto" tanıma diye bir kavram vardır. Devlet olsun veya olmasın birileriyle masaya oturup kendisini tanımladığı ismiyle anlaşma imzalayacaksınız, sonra da "Ben seni tanımayrum" diyeceksiniz. Ama ABD söz konusu olduğunda, bir kılıf uydurularak hukuk kolaylıkla bir kenara bırakılabiliyor. Hukuki açıdan geçerliliği sorgulanabilecek böyle bir anlaşmayla, Afganistan'a nasıl barış getireceksiniz, insan düşünmeden edemiyor. Zaten Anlaşmanın üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, ne ABD öngörülen çekilme takvimine uyabildi, ne de Taliban ABD ve müttefiklerine yaptığı saldırıları sona erdirdi.

Türkiye'nin Afganistan'daki barış çabalarına katkıları

Türkiye, bugüne kadar Afganistan'da NATO çerçevesinde önemli sorumluluklar üstlendi. Gerek 11 Eylül saldırıları sonrasında hayata geçirilen "Uluslararası Güvenlik Destek Gücüne (ISAF)", gerek bu gücün yerini alan "Kararlı Destek Misyonu"na askeri destek verdi. Rahmetli Tümgeneral Akın Zorlu 2002-2003'te NATO'nun Afganistan'daki kuvvetlerine komuta etti. Önce Hikmet Çetin, daha sonra da Büyükelçi İsmail Aramaz, Kıdemli Sivil Temsilci olarak Afganistan'da NATO'yu temsil ettiler. Her ikisi de görevlerini başarıyla tamamlayarak arkalarında iyi birer isim bıraktılar.

Şimdi en çok merak edilen, Amerikan'ın çekilmesinden sonra Afganistan'da neler yaşanacağı. Ülkenin her yöresinde, kontrolü altında silahlı gruplar bulunan "savaş ağası" yerel liderler var. Bunlar önemli ölçüde yasadışı işlere de bulaşmış kişiler. Kalıcı bir siyasi çözüm bulunmazsa savaş ağaları ile Taliban arasında yeniden silahlı mücadele başlaması kaçınılmaz. Taliban güç paylaşımına yanaşmayıp, "sahada kazandım, ama bana masada kaybettirecekler" gibi takıntılı bir tutum içine girmiş görünüyor. Bu durumda, ülkenin, 1990'ların ilk yarısında olduğu gibi, yine kanlı bir iç savaşa sürüklenmesi olasılığı hayli yüksek. Katar'ın ev sahipliğinde, Doha'da yürütülen müzakereler dışında, ABD'nin çekilmeden sonraki döneme ilişkin açıklanmış bir planı yok. Bu sürecin de nasıl sonuçlanacağı belli değil. Süreç çerçevesinde ilgili ülkelerin de katılımıyla, İstanbul'da yapılması öngörülen Afganistan toplantısı, Taliban'ın ikircikli tutumu nedeniyle iki kez ertelendi. Henüz yeni bir tarih de yok.

NATO'nun Afganistan'daki varlığının geleceği hem NATO zirvesinin, hem de Erdoğan-Biden görüşmesinin önemli gündem maddelerinden birisi olacak. Bu kere bizim değil de Amerika'nın talepkâr olmasına ne kadar sevinsek az. Hiç olmazsa Biden'la yapılacak görüşmede elimizi kuvvetlendirecek bir koz var. Türkiye'nin Afganistan'daki mevcudiyeti, halen Kabil havaalanını korumakla sınırlı. O da havaalanının tel örgülerinde bitiyor. Oysa havaalanının kullanılabilmeye devam edilmesi için yakın çevresinin ve havaalanını çevreleyen tepelerin de güvenli olması gerekiyor. Asıl pazarlığın da bu güvenliğin nasıl sağlanacağı üzerinde döndüğü anlaşılıyor. NATO'dan çıkıp çıkmayalım diye tartışıp dururken, NATO'nun yardımına sadece Türkiye'de değil, Afganistan'da da ihtiyaç duyduğumuz apaçık ortaya çıktı. Ne olursa olsun Türkiye'nin BM desteğinde yürütülecek ayrı bir NATO misyonu olmaksızın Afganistan'da asker bulundurması doğru olmayacaktır.

Aman dikkat! Suriye ve Libya'dan sonra bir de Afganistan batağına düşmek var. Afganistan elimizde saatli bombaya dönüşmesin.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirve maratonu

G-20 Zirvesi'nin bildirisinde sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden BM güvenlik konseyi reformuna, iklim değişikliğinden kadın cinayetlerine kadar ne ararsanız var. Ama İsrail ve Rusya’nın saldırılarını sona erdirmeleri çağrısında bulunan tek bir cümle yok. Acaba tüm bu zirveler ne için yapılıyor?

"
"