Aman Allahım!
O ne müthiş goldü, Robben’in İspanya ağlarını dalgalandırdığı, bir futbol devini çökerttiği 5’inci gol...
Soldan, kırk elli metreden atılan enfes bir pas.
Top havada süzülüyor.
Robben, avının kokusunu almış bir tazı gibi seyirtmeye başladı.
Öylesine koşturuyor ki, yakalayabilene aşkolsun!
Deparı akıl alır gibi değil.
Yetişemiyorlar Robben’e...
Robben'in havadan süzülen topu, öylesine yumuşak bir yere indirişi var ki... Bu enstantanede futbolun saklı güzellikleri kendini ele veriyor
İspanyol takımının ikisi de 1.90’lık kule gibi stoperleri Ramos’la Piquet bu korkunç atak karşısında çaresiz...
Ben bu Robben’i, büyük topçuyu, golcüyü kaç yıldır hayranlıkla izlerim.
Ama hiç ‘futbolcu’ya benzetemem.
Yamru yumru kel bir adam.
Yeşil sahada bir o yana bir bu yana sarsakça yürüyen hımbıl biri...
Ama topla buluştuğunda başka türlü bir adam oluyor.
Topu Robben’in ayağından sökmek ya da onun çalımından kurtulmak çok zorlaşıyor.
Havadan süzülen topu, sol ayağıyla öylesine yumuşak, zarif bir bilek hareketiyle kontrol edip yere doğru indirişi var ki...
Bu enstantanede belki de futbolun tüm saklı güzellikleri kendini ele veriyor.
İki İspanyol devi, stoperler Ramos’la Piqeut birer tank gibi geliyorlar Robben’in üstüne doğru...
Ama nafile.
Sahada bir o yana bir bu yana sarsakça yürüyen hımbıl Robben, topla buluştuğunda başka türlü bir adam oluyor
Topu saklayan ve son derece kıvrak bir feyk atan Robben, ikisini yatırıp etkisizleştirirken karşısında Casillas’ı buluyor.
Yılların kalecisi ve takım kaptanı, Real Madrid’li Casillas, Robben’in akıllara durgunluk veren çalımlarıyla, yeşil sahada bir o yana, bir bu yana sürünüyor ne yazık ki...
Ve bu 5. golle İspanya Milli Takımı'nı, bir futbol devini yıkıyor Robben...
Ve 2010 Güney Afrika Dünya Kupası’nda, benim de Johannesburg’da, Soccer City’de seyrettiğim finalde İspanya’ya karşı harcadığı iki muhteşem gol fırsatıyla kupanın acısını da fena halde çıkarmış oluyor.
Futbolde 5 çekmek vardır.
5 gol farkla yenmenin keyfi başka olur.
Sağ elinin 5 parmağını kocaman açarsın...
Bir yandan beş beş diye bağırırken, bir yandan da elini karşı tribünlere doğru neşeyle kendinden geçmiş bir halde sallarsın...
Şimdi hatırlıyorum.
Fenerbahçe’yi Olimpiyat Stadı’ndan 5 golle yenip Türkiye Kupası’nı kaldırmıştık.
Yani Fener’e 5 çekmiştik!
Sonra da sevgili iblis Mehmet Ali Birand’la CNN Türk’e çıkıp beş beş beş diye tezahürat yaparken, ben de sağ elimle sürekli beş işareti yapmıştım. Fanatiklik işte böyle bir şey...
Fenerli dostların İspanya'yı
tutmalarının nedeni
Cuma gecesi Hollanda- İspanya maçını bir arkadaş grubuyla birlikte seyrettik.
Fenerli dostlar çoğunluktaydı.
Dikkat ettim, İspanya’yı tutuyorlardı.
Oysa İspanya ‘sarı-kırmızı’dır.
Buna rağmen İspanya’dan yana olmalarının tek nedeni vardı:
Sneijder!
Sneijder’in Cimbom’da oynuyor olması ve Arena’da son maçtaki tek golüyle Fenerbahçe’yi yıkması, anlaşılan, Fenerli dostları İspanya’ya yöneltmişti.
Ben de uzun yıllardır Barcelona ve İspanya taraftarı sayarım kendimi.
İspanyollar dünya futboluna kaç yıldır hükmediyorlar. 2008 Avrupa, 2010 Dünya ve 2012 Avrupa Şampiyonası kupalarını üstüste kaldırdılar. Futbol tarihinde böyle bir üçlüyü yapabilen tek milli takım oldular.
Daha önce bir kere Almanlar 1972 ve 1974’de, bir kere de Fransızlar 1998 ve 2000’de üstüste iki de defa Dünya ve Avrupa kupalarını kaldırmışlardı.
Ama üç kez kaldırmak sadece İspanya’ya nasip oldu.
Koca dev çöktü
İspanya-Hollanda maçı başlarken ben de İspanya dedim.
İlk golü de İspanya attı.
Ama arkasından van Persie’nin, büyük Hollandalı golcünün havada uçarak attığı o müthiş kafa golüyle birlikte, İspanyolları bıraktım ve Sneijder’in takımına döndüğümü ilan ettim.
Fenerli dostlar beni biraz makaraya aldılar tabii... Hollanda’nın golleri birbiri ardından gelmeye başlayınca da suskunlaştılar.
İspanya peşin favoriydi.
Ama koca dev çöktü.
Futbol böyle bir oyun.
Her türlü sonuca açık olduğu için güzel oyun...
'Tika taka'nın sonu gelmiş gibi
Futbolda da her çıkışın bir inişi var.
İspanyol futbolu için de geçerli bu.
Barça’yla birlikte İspanyol Milli Takımı da inişe geçti. Muhteşem paslı tika taka oyununun sonu gelmiş gibi.
Bu etkili oyunun şifreleri çözüldü.
Baş oyuncular da yaşlandı.
Rıdvan Dilmen’in NTV’deki maç sonrası yorumunda bir sözcük kulağıma takıldı:
- Doydular, dedi.
Galiba öyle.
Yıldız İspanyol futbolcuları kupaya da, başarıya da, şöhret ve paraya da doymuş durumdalar.
Artık yenilenme zamanı!
Del Bosque bu turnuvayı kurtarabilir mi? Ve portakallar en nihayet şeytanın bacağını kırabilir mi?
İspanya, Hollanda karşısında maçın ilk golünü penaltıdan atıp 1-0 öne geçince, del Bosqeu’ye gözüm takılıyor.
Her zamanki gibi sakin.
Sevincini ele vermiyor.
Tonton ve kendi kendisiyle barış halinde kulübenin önünde dimdik duruyor.
Kim bilir belki de, futbol topunun ne kadar öngörülemez olduğunu, bitiş düdüğüne kadar nelere kadir olduğunu bildiği için, sakin sakin maçın sonunu beklemeyi tercih ediyor.
Bir İngiliz yorumcu, del Bosque’yi ‘polis komiseri’ne benzetmiş.
Bizim memlekette Beşiktaş’ı çalıştırırken ona Yeniköy manavı lakabı uygun bulunmuştu kimilerince...
Robben’in 5. golü sonrasında İspanyolların büyük hocasını, del Bosque’yi izliyorum.
Babacan tavrıyla kulübedeki topçularını -ya da evlatlarını- her birinin tek tek omuzlarını okşayarak teselli ederkenki hali ve o sırada yüzünü yalayıp geçen hüzün dalgası benim de biraz içimi acıtıyor.
Del Bosque bu turnuvayı kurtarabilir mi?
Böyle bir yenilginin şokunu atlatabilir mi takımı?
Zor gözüküyor.
Portakallar şeytanın bacağını kırabilecek mi?
Peki ya Hollanda?
Portakallar?...
En nihayet şeytanın bacağını kırıp bir dünya kupası kaldırabilirler mi?..
İspanyol futboluna da total futbol anlayışını sokan Johan Cruyff’lu Hollanda 1970’lerde zirvelerde dolaşmıştı.
Cruyff, van Basten, Gullit, Bergkamp, Rijkaard gibi futbol büyükleri Hollanda’dan çıkmıştı sahneye.
Ama bir türlü kupayı kaldıramadılar.
Hep çok iyi başlayıp, sonunu getiremediler.
Portakallar bu yüzden gönüllerin şampiyonu olarak kaldı.
2010 yılında Güney Afrika’da yapılan ve Hollanda’yla İspanya arasında Johannesburg’un Soccer City Stadı’ında oynanan Dünya Kupası finalinden yazdığım yazım şöyle biter:
120 dakikalık öylesine heyecan dolu bir final oldu ki, kaçan gollerin, uçuşan sarı kartların haddi hesabı yoktu.
Sonunda Hollandalı bir topçu kırmızı görerek oyun dışı kaldı.
Robben, o büyük golcü, herhalde Robben olalı iki muhteşem gol fırsatını ilk kez mirasyedi gibi harcayarak ülkesini belki de Dünya Kupası’ndan etti.
Buna karşılık maçın adamı seçilen İniesta, 116. dakikada altı pasın üzerinden çaktığı voleyle ülkesinin ilk kez Dünya Kupası’nı kaldırmasını sağladı.
Ne büyük bir heyecan fırtınasıydı o gol anı!
Sahanın hakimi yine İspanyollardı. Xavi’yle İniesta’nın müthiş oyun kuruculuğuyla sahayı parsellediler.
Robben’i durdurmakta ise zorlandı İspanyol defansı ama Sneijder’i oynatmadı, kilitlemesini bildi.
İspanya ilk yıldızı göğsüne takarken, hiç kuşkusuz, Dünya Kupası’nı bileğinin hakkıyla aldı ve futbolda dünyanın en iyisi olduğunu kanıtladı. Gözüm, Vincente del Bosque’ye ilişti, bu kez sevincini belli ediyordu.
Gözleri dolu doluydu.
Futbol deyince, bir teknik direktör, bir takım ve bir ülke için Dünya Kupası’nı kaldırmaktan daha büyük bir ödül ve onur elbette olamazdı.
Ne güzel!
Ben de sevindim.
İniesta’nın golü Hollanda ağlarını dalgalandırdığında ben de ayağa fırladım, gooolll diye...
İyi ki futbol var!
İyi pazarlar!
Ve dip not:
Bakın, Tayyip Erdoğan’sız da yazı yazılabiliyormuş!
Ben en iyisi Brezilya’ya gideyim bir aylığına…