11 Haziran 2013
Taksim Meydanı geçen pazar günü büyük mitinge hazırlanırken öğle üzeri hoparlörlerden The Beatles patlıyor. Imagine şarkısını söylüyor John Lennon, “Hayal et / Bütün insanların tüm dünyayı paylaştığını...” diyerek. Aklıma takılıyor. Tayyip Erdoğan kendi gençliğinde hiç Beatles’ı, John Lennon’ı dinlemiş olabilir mi? Dinlemiş olsa, Gezi Parkı direnişçilerini en azından bir parça anlamaya çalışmaz mıydı?
Büyük mitinge hazırlanan altı kadın direnişçi anlatıyor: “İstediklerimizin olacağını düşünüyoruz. Aslında kazanmasak da istediklerimizi aldık. Basının yalanlarını gördük. Bu bizim için önemli bir deneyim oldu. Gezi Parkı direnişiyle ‘Hiçbir şey değişmeyecek’ yargısı kırıldı.”
Feministlerin çadırında Lale Bakırezer, AKP'nin kadınları patlama noktasına getirdiğini söylüyor. “Yaklaşık 2 bin 500 kadın, Tayyip’e ve tacize karşıyız, diyerek yürüdük. Başörtülü kadınlara şiddete karşı yürüyen arkadaşlarımızı da Taksim'de karşıladık” diyor. Feministlerin sloganlarında küfürlü muhalefete de tepki var: “Küfür değil, inatla diren! Kadına, ibneye, orospuya küfretme!”
Taksim Meydanı geçen pazar günü büyük mitinge hazırlanırken öğle üzeri hoparlörlerden The Beatles patlıyor. Imagine şarkısını söylüyor John Lennon:
Mülkiyetin olmadığını hayal et,
Yapabilir misin merak ediyorum
Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok
İnsanların kardeşliği
Hayal et
Bütün insanların tüm dünyayı paylaştığını...
Aklıma takılıyor. Tayyip Erdoğan kendi gençliğinde hiç Beatles’ı, John Lennon’ı dinlemiş olabilir mi? Dinlemiş olsa, Gezi Parkı direnişçilerini en azından bir parça anlamaya çalışmaz mıydı?
Bilemiyorum.
Rengârenk çadırlar... Bazı siyasal parti ve oluşumların, sivil örgütlerin bayrakları, flamaları ve çadırları... BDP çadırı, Öcalan posteri ve PKK bayrağı... Önünde coşkuyla halay çekenler Kürtçe şarkılarla... Öte yanda devrilmiş, parçalanmış polis araçlarının üzerinde fotoğraf çektirenler…
Bir kenarda ünlü BDP çaycısı, beyaz bir kâğıda yazılı Sakine Cansız Komünü adı arkasında servis yapıyor. BDP Gençlik Kolları’ndan Rıdvan Öztürk’le konuşuyoruz.
Öztürk, 22 yaşında, Marmara Üniversitesi’nde gazetecilik okuyor. Ve Gezi Parkı’nı anlatıyor:
“Eylemin başından beri buradayım. 24 saatimi burada geçiriyorum. Çatışmadan sonra karnaval alanına döndü alan, biz de BDP çadırını açtık. Sonra Önderimizi ve PKK bayraklarını hazmedemeyen ulusalcılar bize saldırdı. Biz de kitlemizi koruyarak varlığımızı alanda muhafaza etmeye çalıştık. Ama sürekli bir gerginlik hali var. 23 yaşındaki arkadaşımız Edip Meriç bıçaklandı. Şimdi sağlığı iyi, bacağına üç dört dikiş attılar. Bunların olabileceğini tahmin ediyorduk. Kıramadığımız bir algı var, medya ve devlet nedeniyle... Ama bizim çadırımız herkese açık. Bizimle halay çeken ulusalcı, Atatürk bayraklı insanlar da var. Sonuçta anlıyoruz onları, sadece 23 Nisan’da, 19 Mayıs’ta sokağa çıktılar, yüzde 97’sinin faşist bir düşüncesi yok. Yine de Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganından rahatsız oluyoruz.”
Kafasına Atatürk posterli başlık geçirmiş bir kadın geliyor BDP çaycısının yanına. Çıkış yolunu bulamayıp BDP’lilerin arasına düştüğü için telaşlanıyor. Kadın asık suratla hızla ayrılırken, alandan biri “Dursaydı, Dersim’de ne olduğunu soracaktım” diyerek çevresindekileri güldürüyor.
‘Ses sanatçısı’ Beykozlu Kemal huzurlarınızda... Kendisini böyle tanıtıyor. Küçük çadırında sigara, yiyecek ve içecek topluyor. Sonra da bunları direnişçilerle paylaşıyor.
“Polis müdahalesinden önce geldim, çadırımı kurdum. Polis müdahale ettiğinde çadırımdaydım” diye başlıyor söze. Beykozlu Kemal’in tek isteği, Taksim’i hükümetin elinden kurtarmak ve Başbakan Erdoğan’ı “koltuğundan indirmek...” İstedikleri olsa bile, bir ay daha çadırını kaldırmayıp nöbet tutacağını söylüyor.
Sonra da bağırmaktan kısılmış sesiyle şarkısına başlarken kendisini YouTube’dan da dinleyebileceğimizi belirtmeyi ihmal etmiyor:
Atar mı bu kalp Taksim olmasa,
Feryat eder mi Taksim olmasa.
Ne olur Taksim, gel yanıma…
Tam karşımızda, Gezi Parkı Çapulcular Eğitim ve Araştırma Hastanesi. Ama fotoğrafını çekmek yasak!
“Lütfen kabuklu yemiş atmayınız” tabelası. Çevreciler... Altı kadın direnişçi, isimlerini kullanmamızı istemiyorlar. Biraz bunalmışlar anlaşılan. Dertlerini bir anda döküyorlar:
“13 gündür buradayız. İstediklerimizin olacağını düşünüyoruz. Aslında kazanmasak da istediklerimizi aldık.”
Biri sözü basına getiriyor:
“Basının yalanlarını gördük. Bu bizim için çok önemli bir deneyim oldu.”
Şöyle devam ediyor:
“Gezi Parkı’nın yıkılmasını kesinlikle kabul etmiyoruz. Burasının park olarak kalmasını istiyoruz. AKM yıkılsa da yerine yeni bir kültür merkezi yapılacağı konusunda emin değiliz. Burada neyin ne olduğunu öğrendik. Artık hiç güvenimiz kalmadı. Ama Gezi Parkı direnişiyle ‘Hiçbir şey değişmeyecek!’ yargısı kırıldı. Bu bizim için çok önemliydi. Artık bir şeylerin değişebileceğini biliyoruz.”
Park’taki güvenlik konusunda dedikleri:
“Kesinlikle taciz gibi bir şeyle karşılaşmadık. Kimse kimseye karışmıyor. Bu direnişle korunmaya ihtiyacımız olmadığını gördük. Polis varken bu kadar güvende hissetmiyorduk kendimizi. Taksim’in arka sokaklarında artık yalnız başımıza ve rahatlıkla yürüyebiliyor, dolaşabiliyoruz.”
İstanbul Valisi Mutlu’nun Twitter üzerinden özür dilemesine ilişkin bir görüş şöyle:
“Vali’nin özrünün bizim için hiçbir değeri yok. Onların ne durumda olduğunu gördük. Tayyip Erdoğan kendi partisini bile terörize ediyor. Bakanların açıklamaları ve Başbakan’ın konuşması birbiriyle çelişiyor. Hepsi birbiriyle tutarsız. Başbakan’ın İstanbul’a dönüşünde havaalanında yaptığı konuşmada, yanındaki bakanların ne halde olduğunu da gördük. Şimdiye kadar hep halkını tehdit etti. Fakat artık rayından çıktı. Mevzu iki ağaç değil artık. Kimse bunun arkasına sığınmasın. Artık insanlar öfkelerini kusmaya başladı.”
Biri, din konusuna getiriyor sözü:
“Dini kullanmalarından ciddi şekilde rahatsızız. Din kimsenin tekelinde değildi. Dine inanan bir insan asla yalan söylemez. Erdoğan, vandalist diyor bize, ama kendisinin de anlamını bildiğini düşünmüyoruz. Yeni neslin duyarsız olduğunu düşünüyorduk. Ancak bu atmosferi, buradaki dayanışmayı, duyarlılığı görünce pişman oldum. Ve bu pişmanlıktan inanılmaz mutluluk duyuyorum.”
Şöyle devam ediyor:
“’Dediğim dedik, çaldığım düdük’ anlayışından bıktık. Gezi Parkı direnişine kadar Recep Tayyip Erdoğan’ın halkı çok iyi tanıdığını düşünüyorduk. Alt kattaki komşumu ben tanımıyorken, onlar tanıyordu. Fakat şimdi bakıyorum ki Erdoğan halkı hiç tanımamış. Ben yanılmışım.”
‘Çevreciler’le konu biraz daha felsefi bir hal alıyor ve sohbet Marx’a uzanıyor:
“Burası imkânsızın başarıldığı yer. Şu an Gezi Parkı tıpkı Marx’ın felsefesindeki gibi. Burada hiçbir sınıf yok. Herkes eşit, herkes bir. Din, dil, ırk ayrımı yok. Umarım bunları görüyordur. Onun başaramadığını Erdoğan başardı.”
Hükümet kadar muhalefete de güvenmediklerini ekliyor:
“Hiçbir derneğe veya partiye üye değiliz. Hiçbirine güvenmiyoruz. Duruşumuz onlara da karşı... Çünkü bu durum onların da başarısızlığı.”
Miting zamanı yaklaştıkça, Taksim Meydanı’na kalabalık basıyor. Yürümek gitgide zorlaşıyor. Bu arada insanlar akın akın direnişçilere destek için geliyorlar.
Adı, Furkan Duru. Hukuk fakültesi öğrencisi. 13 gündür Gezi Parkı direnişine destek veriyor. Dolmabahçe’de polisin attığı biber gazından yaralanmış. Annesine de bir biber gazı fişeğinin isabet ettiğini söylüyor ve anlatıyor:
“Bu yıllardır süren bir baskının sonucu. Sadece Erdoğan’ın dönemiyle de sınırlı değil, daha öncesi de etkili bu isyanda. Direnişe okulda başladık. Rektörlük ve dekanlık hiçbir şekilde eylem yapmamıza izin vermedi. Forum kuruldu. İlk başta 40-50 kişilik direnişçi arkadaşlarımız, 300-400 kişiye ulaştı. Sınavlara birçok arkadaşımız girmedi. Girenlerse, kâğıtlarına direniş ile ilgili mesajlar yazıldı.”
Sözü, iktidar kanadından gelen mesajlara getirdi:
“Hükümet, Bülent Arınç’ın açıklamalarıyla geri adım atmış gibi gözüktü. Arınç’ın mesajları bizler için çok olumluydu. Erdoğan’ın da görüşü değişene kadar bu direniş sürecek. Biz Gezi Parkı’nın park olarak kalmasını istiyoruz.”
Muhalefetten de umutsuz:
“Muhalefet partilerinin de hükümetten geri kalır yanı yok. BDP’nin tavrı çok umutsuz. CHP asla iktidara alternatif bir parti görüntüsü vermiyor. Ölen arkadaşımız Abdullah Cömert CHP Gençlik Kolları üyesiydi. Ama ne Kılıçdaroğlu, ne de diğer partililer herhangi bir açıklama yapmadı.”
Parkın belki de en renkli direnişçileri... Bir yandan gitar çalıyor, bir yandan şarkı söylüyorlar. Mert’in açıklamaları az ve öz:
“Olayların başladığı günden bu yana buradayız. Eskiden Taksim Meydanı’ndaki çeşmelerden su dağıtılıyordu. Şimdi ‘hak’ların taksim edildiği yer oldu. Kimse AKP’nin çoğunlukculukla elde ettiği faşizmi yaşamak istemiyor. Irk, din, dil ayrımı üzerinden aydınlığa gidilmez. Hiçbir parti mert değil. Başbakan emlakçılık yapmasın.”
Cem Karaca’nın sesi, Nazım Hikmet’in şiirinden bestelenen Ceviz Ağacı şarkısıyla patlıyor... Bir çadırın önünde oturan bir grup yaşlı kadınla sohbet. Fotoğraf çekilmesini istemiyorlar. Gündüzleri çalıştıkları için direnişe gece desteği veriyorlarmış. İçlerinden biri diyor ki:
“Sonuna kadar burada mücadele edeceğiz. Tayyip Erdoğan’ın istifa etmesini istiyoruz. Muhalefeti de düşünmüyoruz. Güven duymuyoruz. AKM de yıkılmasın!”
Bir direnişçi, adı Muharrem Yılmaz. “Buraya kışla yapılmasını istemiyoruz” diyor, sözü Erdoğan’a getirerek, “Özür dilerken bile insanları birbirinden ayırıyorlar. Dolayısıyla samimi bulmuyorum. Özrü masum insanlardan diliyorlar. Bu kadar insan burada ve bu insanların isteğine kulak verilmeli...”
Bir başka direnişçi, Güneş Cansever:
“Bu direnişle aydınlanma yaşadık. Bu alanda direnerek bir şeyler yapılabileceğini gördük. Bu sadece ağaç meselesi değil, Gezi Parkı’yla birlikte herkes hakkını aramaya başladı.”
Adı Yıldıray Öztürk, direnişçi:
“Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Bakanı… İçlerinden biri istifa ederse çadırımı kaldıracağım. İstifa mekanizmasının çalıştığını görmek istiyorum. Artık mesele Gezi Parkı olayından çıktı, özgürlük hareketi haline geldi. Kullanılan aşırı güç ile ilgili dilenen özrü samimi ve yeterli bulmuyorum. AKM’nin kesinlikle yıkılmasını istemiyorum. Çünkü yıkılırsa, yenisinin yapılacağına inanmıyorum. Yıkılmasın, onarılsın.”
İlginç bir isim takmış kendine, Robin Musab, bir eylemci. Gezi Parkı direnişi için şunları söylüyor:
“Buraya önce ağaç için geldik. Şu an demokratik özerklik istiyorum. İstanbul Valisi, Abdullah Öcalan’ın mesajından sonra özür diledi. Bakıyoruz biri hapiste, diğeri olayların tam göbeğinde... Dolayısıyla samimi de bulamıyorum. Mesela bizim hiç uzun boylu başbakanımız olmamıştı. Medya, 40 yıldır Güneydoğu’da olanlara çapulcu diyordu. Bugün burada halk olarak hepimiz ‘çapulcuyuz’. Medyanın ikiyüzlülüğünü de ortaya çıkardık. Tarih dışında medyada yer alan her şey yalan... Olayı iki ağaca indirgeyenlere ithafen, bir baltaya sap olamadık ama o ağacın baltaya sap olmasını engellemek için buradayız.”
Feministlerin çadırı. Lale Bakırezer, Gezi direnişinin sembollerinden “kırmızılı kadın” logolu bir tişörtle çadırın önünde duruyor. 50 yaşında.
“Cuma günü ilk gazla birlikte alanlara çıktım. Salı günü de buraya çadırımızı kurduk” diyerek çadırı ve üstündeki “Tayip’siz ve tacizsiz hava sahası” yazısını gösteriyor. Özetle diyor ki:
“Kadın Bakanlığı’nın Aile Bakanlığı olması, üç çocuk dayatması, kürtaja karşı girişimler, kadınlara yönelik yanlış istihdam politikaları ile AKP, kadınları patlama noktasına getirdi. Bu hafta yaklaşık 2 bin 500 kadın yürüdük, Tayyip’e ve tacize karşıyız, diyerek. Cuma günü de başörtülü kadınlara uygulanan şiddete karşı Kabataş’tan alana yürüyen arkadaşlarımız oldu. Biz de onları Taksim Meydanı’nda karşıladık.”
“Tacize, küfre, kadın bedeni üzerinden yapılan muhalif politikalara karşı olduklarını” söyleyen Bakırezer, Gezi Parkı’nda küfür ve erkek egemenliğe karşı iki atölye çalışması yaptıkları söylüyor.
Duvarlarda, kapılarda, yerlerde yazan cinsiyetçi küfürlerin ne kadarını silebildiklerini soruyoruz, yanıtı:
“Hepsinin önüne geçmemiz mümkün değildi. Zaten biz de silmenin yanlış bir eylem olduğunu düşündük. Ve üstüne bir çizik atıp, ne görmek istiyorsak onu yazdık. Bu eylemlerin en devrimci unsuru kadınlar ve gençler. Muhalefetin dilinin bu denli cinsiyetçi olmasından hicap duyuyoruz. Yeni bir dil için yeni bir zemin oluşturmalıyız.”
Sloganlarına gelince:
“Küfür değil, inatla diren!”
“Kadına, ibneye, orospuya küfretme!”
Hükümetten beklentiniz ne sorusuna Bakırezer şunları söylüyor:
“Gezi Parkı korunmalı. Topçu Kışlası Ermeni mezarları üzerine kurulmuş. Tarihe göndermemiz böyle olamaz. Bugün devlet büyüklüğünü göstermek için geri adım atmıyor, ama başta valiler olmak üzere yetkililer açığa alınmalı.”
Ve ekliyor:
“Bu eylem başta beyaz yakalıydı. Ancak AKP’nin otoriter tavrı ve kendileri dışındakileri yok sayan politikaları burada her kesimden pek çok insanı birleştirdi.”
Aslı Zengin, 32 yaşında, Kanada’da doktora öğrencisi. Neden geldiğini anlatırken, “Herkes sözünü söylüyor ve demokratikleşme için söylenecek çok söz var” diyor.
Kadınların ve akademisyenlerin içine sokulduğu durumu eleştiriyor ve AKP’nin eğitim sistemindeki neoliberal politikalarının sonuçlarını şöyle sayıyor:
“Kanun tasarısı olarak da olsa, kampüslerde polis sistemi kurulması konuşuluyor. Bunun tasarı seviyesinde tartışılması bile çok sorunlu. Üniversitelerin sayısının arttığını söylüyorlar ve artıyor, ama eğitim sisteminin kalitesi gittikçe düşüyor. Doktoralı bir işsizler ordusu var. Şansa bağlı, belirsizliği ağır basan, emniyetsiz bir geleceğe neden oluyor bu sistem.”
Zengin, Gezi Parkı’nın kendisini neden heyecanlandırdığı hakkında da şunları anlatıyor:
“Yan yana duruyoruz burada. Bazen çarpışarak da olsa yan yana olmayı öğreniyoruz. Prof. Nilüfer Göle, Gezi Parkı eylemlerini siyaset alanı olarak görmemek lazım, diyor. Ben buna tamamen karşıyım. Gündelik olanın siyaseti üzerinden gelişen bir arada yaşama hali var burada.”
Şöyle devam ediyor:
“Gezi Parkı direnişi sayesinde bir üst jenerasyonun bana yaptığını ben de bir alt neslime yaptığımı fark ettim. Daha önce bilgisayar başındalar dediğim 90’lılar bütün Türkiye’ye bir sürü şey öğrettiler. Örneğin, LGBT’ler (lezbiyen, gay, biseksüel, trans) ‘Homofobik devlet hesap vermeli!’ diye slogan atarken, bir kadın ‘Homonorik ne demek’ diye soruyordu. Yanındaki arkadaşı da ‘Çok seks yapan demekmiş’ diyerek yanıtlıyordu. Bazı insanlar ilk kez LGBT’lerle bir araya geliyor, onlarla yürüyor, onlarla oturup konuşuyor.”
Devam ediyor:
“Bir çocuk ‘Translara ibne diyordum. Ama limon attılar, süt verdiler. Çok utanıyorum onlara ibne dediğim için’ diye annesiyle konuşuyordu. Burada Öcalan ve Atatürk posterleri yan yana. Ve bunlar gerilimlerin içinden geçerek oldu, insanlar öğrendiler. Daha geçen gün aynı yere önce biri çıkıyor Türk bayrağı asıyordu, sonra diğeri çıkıp Öcalan bayrağı asıyordu. En son ikisi de tepedeydi.”
Ekliyor:
“Bir arada yaşamayı öğrenme Gezi Parkı’nın beni en çok heyecanlandıran özelliği...”
Bir çadırın üstünde “Tekme atmayın!” yazıyor. İçeride uzanan gençler, yazıyı görmesine rağmen kalabalıktan çadıra takılıp özür dileyenlere, “Kafa atanı gördük, bir şey olmaz. Siz vurmayınca biz uyuyamıyoruz zaten” diyor.
Ece Ayhan’ın “Aşk örgütlenmektir” dizesinin yazılı olduğu bez çantalar satan bir çocuk. Adı, Ali Eken Keser, 20 yaşında. Çanta satma görevini arkadaşına bırakıp LGBT çadırına götürüyor bizi.
“Sekiz gündür buradayım. Eylemler ağaçtan çıktı, ama polis şiddeti ve devletin anlaşılmaz inadıyla herkes taleplerini dile getirmek için eylemleri fırsat bildi” diyor ve kendi taleplerini şöyle sıralıyor:
“Başbakan değişsin istiyorum. Yeterince sıktı bizi Tayyip... Yeni gelecek olan da isteklerimizi görsün. Ben eşcinsel evlilik istiyorum. Ama bugün Anayasa’da bize dair bir şey bile yok! Birimiz ölüyor, ama kim vurduya gidiyor. Devletin ve insanların beyninde artık eşcinseller yer alsın.”
Alanda bir pankart:
“Özrün kabahatinden büyük - Yeter artık - Kasımpaşalı çapulcular!”
Hemen altında başörtülü bir kadın var. “Kasımpaşalı mısınız” diye soruyorum, “Yok, ben Eyüp’lüyüm” diyor.
İsmi Hasibe Kurtuluş, 36 yaşında, ev kadını. DSP Eyüp İlçesi Kadın Kolları Başkanı olduğunu söylüyor ve şöyle diyor:
“Çapulculara destek için buradayım. Başörtülü kadınlara karşı yapılan tacizlere karşı Beşiktaş’tan buraya yapılan yürüyüşe de katıldım. Burada insanların coşkusu, sevinci, kardeşliği var. Herkes omuz omuza...”
Başbakan Erdoğan’a ilişkin şunları söylüyor:
“Üç çocuk, diyor sürekli. O yapmış, bakıyor ama vatandaş bakabilecek mi? Benim iki çocuğum var, ama zor geçiniyoruz…”
Gezi Parkı’nda bedava yiyecek ve içecek dağıtılıyor. Standlarda uzun sıralar var. Taksim Dayanışma Platformu masasına yaklaşıyorum. “Ne kadarlık yemek stoğunuz var, ne kadar dayanabileceksiniz” sorusuna Kenan Ağbulut’un yanıtı:
“Bir aylık yemeğimiz net var. Halk yardım ettikçe burada yıllarca kalabiliriz. Bizim bugünkü ihtiyaçlarımız daha çok koordinasyona ilişkin. Daha fazla telsize ihtiyacımız var."
“Müdahale olursa ne yapacaksınız?”
“Olursa kalacağız. Tedbiri elden bırakmıyoruz. Şu an müdahale olacakmış gibi hazırız.”
Miting saati yaklaşırken, Taksim mahşer yerine dönüyor. Galatasaraylı taraftarlar “Çare Drogba!” sloganıyla Gezi sahnesine giriyorlar. Ve Taksim’de binlerce kişi, Bandista’nın “Çav Bella”sını hep bir ağızdan söylüyor...
Yukarıdaki uzun yazı benim sayılmaz. T24’ten gazeteci meslektaşlarım Sinem Babul, Ahmet Küçük ve Hazal Özvarış hem notları hazırladılar, hem de fotoğrafları çektiler. Bana da şöyle bir üzerlerinden geçmek, biraz da yeniden yazmak düştü. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.
Twitter: @HSNCML
Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu
Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor
Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın
© Tüm hakları saklıdır.