29 Kasım 2013

Sayın Başbakan artık kendisini devlet olarak düşünüyor!

"Sayın Başbakan, devlete de şirk kabul etmiyor. Hiçbir itiraz, hiçbir farklı görüş olsun istemiyor... Herkes önünde eğilsin, adeta kendisini kutsasın istiyor, hiçbir alternatif bakış istemiyor.”

"Sayın Başbakan, devlete de şirk kabul etmiyor. Hiçbir itiraz, hiçbir farklı görüş olsun istemiyor... Herkes önünde eğilsin, adeta kendisini kutsasın istiyor, hiçbir alternatif bakış istemiyor.” 

“2010 referandumu ve 2011 seçimlerinden sonra askeri vesayet iyice geriletildi, medya belli bir kıvama getirildi. ‘Tamamen devlet benim oldu’ düşüncesine kapıldılar. Tıpkı eski Kemalist-militarist devlet gibi…”

 

\

Bugün köşemi bir meslektaşıma, İngilizce yayımlanan Today’s Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’e bırakıyorum. Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’le yaptığı uzun konuşmanın bir bölümü aşağıda yer alıyor.

 

                                                  *  *  *

Bu ülkede, maalesef, ilkeli gazetecilik yapmak çok zorlaştı. İçinden geçtiğimiz şu son süreçte, şayet ilke gazeteciliği yapıyorsanız bazı bedelleri ödemeyi göze almanız gerekiyor.

Today’s Zaman kurulduğu 2007 Ocak ayından bu yana Türkiye'de demokrasinin standartlarının yükseltilmesi, şeffaflığın ve denetimin artması, hesap verilebilirliğin bir kaide haline gelmesi, temel hak ve özgürlükler alanının genişletilmesi, Avrupa Birliği'ni Avrupa Birliği yapan temel norm ve standartların bizim ülkemiz için de siyasi, hukuki ve ekonomik genel normlar olması konusunda hiç aralık vermeksizin çaba harcadık.

Bu çabalarımızdan dolayı yakın tarihe, yani özellikle askeri vesayetin geriletildiği ana kadar, devlet içindeki derin yapıların ve ordu içerisindeki cuntaların hedefindeydik. Yani ilk kez hedef olmuyoruz .

 

SORU: Şu anda da hedef olduğunuzu kabul ediyor musunuz?

Elbette kabul ediyorum.

Örgütlü ve sistematik kampanyalar aylardır devam ediyor.

İlk kez olmuyor.

Öyle ki, bu yıpratma, ötekileştirme, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma ve bir nefret objesine dönüştürme kampanyaları hayatımızın bir normali haline geldi maalesef.

 

'Dersane işi kızlı-erkekli ev çıkışına benziyor'

SORU: Dershaneler meselesinin neresinde duruyorsunuz?

Şöyle söyleyeyim, dershane sorununu çok daha büyük bir sorunun küçük bir parçası olarak görüyorum. Bu da sadece Hizmet Hareketi’ni ilgilendiren bir sorun değil, Türkiye'nin nereye gittiğiyle ilintili bir sorun…

Maalesef iyi bir yere gitmiyoruz.

Nasıl ki kızlı-erkekli evler tartışması başlatılabiliyorsa; nasıl ki ülkenin farklı yaşam tarzlarına sahip kesimleri yahut farklı düşüncelere sahip kesimleri tek tek hizaya getirilip bir şekle, bir forma sokuluyor ya da susturuluyorsa, burada da öyle bir sorun var.

“Neden Hizmet Hareketi bu kadar net bir tavır aldı?” diye soracak olursanız malumunuz Hizmet’le Hükümet arasındaki sorun ve gerilim yeni değil. Daha uzun bir tarihe dayanıyor.

Daha önce bürokratik kadrolarda, değişik devlet kuruluşunda Hizmet Hareketi’ne yakın olduğu düşünülen insanlar tasfiye ediliyordu. O tasfiyeler de zaten ayyuka çıkmıştı. Ama Hizmet Hareketi’nin ne medyasında, ne sosyal mecralarda, ne de Hizmet Hareketi’nin kurumları üzerinden bunlara yönelik hiçbir itiraz dillendirilmedi.

Belki itiraz sayılabilecek bir şeyler varsa Hocaefendi’nin üstü kapalı da olsa, ima yolluyla da olsa, yapmış olduğu bazı açıklamaları oldu. Bunları da anlayan anladı, anlamayan anlamadı.13 Ağustos'ta ise Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın 11 maddelik bir bildirisi geldi ve bu durum kamulaştırıldı.

Neden o konularda o güne dek bir gündem oluşturulmadı? Çünkü seçilmiş iktidarın bürokratik kesimlerde her türlü icraat ve her türlü tasarrufta bulunma hakkı vardır. Ve sivil bir hareket olarak Hizmet Hareketi de buna saygı gösterir.

Ama dershaneler konusunda ilk kez kamunun ve hükümetin alanının dışına çıkıldı. Doğrudan özel teşebbüs, insanların özel teşebbüs hakkından kaynaklanan ve bir sorunun sonucunda ortaya çıkmış olan bir alana girdi hükümet. Bu kadar da olmaz!

Bence dershaneler çok büyük bir problemin küçük bir parçası... Bu iş neye benziyor biliyor musunuz, tıpkı Başbakan'ın kızlı-erkekli öğrenci evleri çıkışına...

Ben de asla oğlum ya da kızımın böyle bir yaşam şeklini tercih etmesine izin vermem. Ama buna Başbakan değil, ben karar veririm. Başbakan da olsa benim mahremime giremez. Çünkü devletin, hükümetin böyle bir yetkisi yok.

Nasıl ki bu konuya, -iktidar özel hayatıma müdahale edemez- gözüyle bakıyorsam; dershane konusuna da böyle bakıyorum.

Sayın Başbakan artık kendisini devlet olarak düşünüyor. Devlete de şirk kabul etmiyor. Hiçbir itiraz, hiçbir farklı görüş olsun istemiyor... Herkes önünde eğilsin, adeta kendisini kutsasın istiyor, hiçbir alternatif bakış istemiyor.

 

SORU: Yol arkadaşlığı bitti mi?

Biz hiç bir zaman AKP'li olmadık ki...

 

'Şike yasasından bu yana AK Parti yerine AKP diyorum' 

 

SORU: Dikkatimi çekti, sürekli AKP diyorsunuz, AK Parti demiyorsunuz?

Evet, ‘Şike Yasası’ndan sonra, yani Aralık 2011’den bu yana AKP diyorum. Çünkü bir pisliğin üzerini örtüyorsanız her türlü pisliğin üzerini örtebilirsiniz. Bir yolsuzluğu kapatıyorsanız ve onun için özel yasa çıkarıyorsanız her türlü pisliğin üstünü kapatan yasalar da yapabilirsiniz.

Ben kuruluşundan bu yana AKP'ye oy vermiş, bu partinin demokratikleşme politikalarını desteklemiş biri olarak bunları konuşuyorum.

Benim verdiğim destek AKP'nin kurumsal kimliğine ya da Başbakan Erdoğan'ın şahsına verdiğim bir destek değildi. AKP'nin izlemiş olduğu veya vaat etmiş olduğu demokratikleşme politikalarına vermiş olduğum destekti.

Ama ve lakin 2010 referandumu ve 2011 seçimlerinden sonra askeri vesayet iyice geriletildi, medya belli bir kıvama getirildi. “Tamamen devlet benim oldu” düşüncesine kapıldılar... Tıpkı eski Kemalist-militarist devlet gibi farklılıkları bastırmaya, susturmaya, sindirmeye yöneldiler...

Sormak lazım:

Biz yeniden o 80'li, 90’lı yıllardaki despotik devlete mi dönüyoruz? İşte gelinen bu süreç bir kaygı oluşturuyor.

Vicdan, adalet, hak, hukuk ile güç dengelerini karıştırmamak lazım. Bakın bu ülkede yüzde 50 de destek alabilirsiniz, yüzde 60 da…

Ama bu ülkeyi toplumun sadece yüzde1’lik bir kesimini bile huzurlu yaşatamaz hale getirirseniz, bu memleketin tamamı da yaşanmaz hale gelir.

Asla yanlış anlaşılmasın Hizmet Hareketi bunu bu hale getirecek diye söylemiyorum. Ama ister Aleviler, ister Kürtler deyin, bu toplumun yüzde 100'ünü kucaklamak zorundasınız. Eğer kucaklamazsanız hem onların huzurunu kaçırırsınız, hem kendi huzurunuzu.

Gezi Parkı eylemlerine katılanların toplam Türkiye nüfusuna oranı nedir? Var mıdır yüzde 1, yüzde 2…

Zannetmiyorum.

Ama ülkeyi iki ay üç ay kilitlediler. İnsanları sokaklara dökmek, bu mudur istediğiniz, burası çıkar yol değil. Hizmet Hareketi toplumda huzur olsun, barış olsun istiyor. 

AKP'de bugün 327 milletvekili var. Gidin bunların çocuklarına bir bakın, acaba kaç tanesi dershaneye gitmiyor ya da gitmemiş? Ancak AKP milletvekillerinin ve hatta kabinenin artık hiçbir önemi yok. Çünkü bir avuç insanla ülke adeta gizli bir kabine tarafından yönetiliyor.

 

'Yüzde 5'in ideolojisi yüzde 100'e dayatılıyor, memleket yaşanmaz hale gelebilir' 

 

SORU: Başbakan Erdoğan’ın liderliğini şu günlerde nasıl buluyorsunuz? 

Çok kötü buluyorum. Hiç iyi bir liderlik sergilemiyor. Memleketin demokratikleşmesi, insan hakları ve özgürlüklerinin yüceltilmesi için kendisine verilen yetkiyi o kadar kötü kullanıyor ki, Kemalist-militarist devlet anlayışının yeniden hortlaması gibi görünüyor.

Ha bunları söylerken iyi şeyler de olmuyor değil. Mesela Kürt sorununda büyük yol kat edildi, ama tabii ki yöntem ve muhataplar tartışılır.

Ancak yanlışlar da çok fazla.

Gezi’den başlıyor bu yanlışlar… Kızlı-erkekli öğrenci evi çıkışı… Medyaya yönelik baskı... Veya medyaya yönelik baskıya gerek bırakmayacak ölçüde medya mühendisliği… Onun ötesinde eğitim imkânları, kamu imkânları kullanılarak toplumun yeniden dizayn edilmeye çalışılması. Bunlar geldiğimiz noktada yüzde 50’nin verdiği oyun neticesi olmamalıydı.

Bence Başbakan 2011’deki büyük zaferin ardından o sonuçları değerlendirdi ve yeniden bir analize tabi tuttu. “Mademki artık devlet biziz, neden aslımıza dönmeyelim” dedi.

Bana öyle geliyor ki Sayın Başbakan benim de içinde var olduğum yüzde 50’nin desteğine dayanarak yüzde 5’in ideolojisini toplumun yüzde 100’üne dayatmaya çalışıyor.

Bir nevi çıkardığı gömlekleri yeniden giydi. Belki de o gömleği hiç çıkarmadı. Sadece rengârenk yeni gömlekler geçirdi üzerine. Hangi kitleyi arkasına almak istiyorsa ona göre gömlek giydi.

Ama şimdi o gömlekleri teker teker çıkarıyor, geriye ne kalıyor, teni. O tende ne var, rahmetli Erbakan’ın hayatı boyunca giymekten gurur duyduğu Milli Görüş gömleğinden başka bir şey değil.

Onun için yüzde 50’nin verdiği oyu istismar ederek yüzde 5’in ideolojisini yüzde 100’e dayatmak istiyor. Bu Milli Görüşçülük’tür. Bu siyasal İslamcılık’tır. Bu demokratlık değildir. Bu muhafazakâr demokratlık hiç değildir.

Yerel seçimlerin yerel seçimler kıvamında kalmayacağından adım gibi eminim. Hatta Türk siyaseti üzerinde muazzam etkileri olacak diye düşünüyorum. Şayet yerel seçimlerde mevcut iktidarın güç temerküzünü teyit eden bir sonuç çıkarsa, bunun Başbakan Erdoğan’ın son iki, iki buçuk yıldır izlediği hükümet etme tarzını daha da güçlendireceğini ve memleketin yaşanmaz bir yer haline geleceğini düşünüyorum.

 

'Beyefendi rahatsız olmasın gazeteciliği her yere sindi' 

SORU: Hiç oto sansür uyguluyor musunuz, malum yeni medya düzeni?

Cennette bir gazete çıkarmıyoruz. Yani La Gazetta Paradiso’yu yapmıyoruz maalesef. Türkiye koşullarında gazetecilik yapıyoruz ve ödeyeceğimiz bedellerden, ödeyebileceğimiz kadarını göze alıp bu mesleği yapıyoruz. Manşetleri belirlerken de içimizden geldiği gibi manşetler atamıyoruz. Medyanın geldiği durum maalesef bu...

 

SORU: Bu ülkede gazetecilik yapılıyor mu sizce, oto sansür uyguladığını itiraf eden bir Genel Yayın Yönetmeni olarak yanıtlamanızı istiyorum? 

(Gülüyor) Sansür de var, oto sansür de... Ve bakın yazabilen bir gazete olarak “Oto sansür yapmıyoruz” diyemiyorum. Oto sansür yapmıyorum, diyen yalan söyler. Bu ülkenin bir gerçeği haline geldi artık. Elbette ki oto sansürün dereceleri var. Ben olabildiğince liberal davranmaya çalışıyorum. Daha tek bir yazarımın yazısına müdahale etmişliğim yok.

 

SORU: Medyanın genel gidişatını nasıl buluyorsunuz?

Rezalet! Türk medyası çok kötü bir sınav veriyor. Medya çok sesliliğini, farklılığını, rengini, çeşitliliğini korumak konusunda sıfır performansa sahip…Önemli bir bölümü korktuğu için sinmiş, susmuş durumda. Özellikle ana akım medya, “Aman başımıza bela almayalım!” derdinde. Hasan Cemal’in dediği gibi, “Beyefendi rahatsız olmasın gazeteciliği” arttı ve her yere sindi.

 

Twitter: @HSNCML

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Demirel'i darbeyle devirecektim!

Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor

Dostluklar insanı ayakta tutar!

Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın

"
"