Krakow, 27 Şubat 2018
Yıllardır böyle soğuk, böyle kar görmedim. Eksi on, on iki derece ve devamlı yağıyor kar.
Bu coğrafyada votkaya dönük düşkünlük herhalde dondurucu soğuktan ve de insanı hüzne boğan bu kasvetli, kurşuni havadan kaynaklanıyor.
Bach nasıl iyi ki varsa, Chopin nasıl iyi ki varsa, votka da öyle... Şömine iyi geliyor, yeni yakmışlar.
Tenha bir kahve.
Şömine karşısında bir masaya iliştim. Odunların çıtır çıtır yandığı şömine ateşi içime huzur veriyor.
Orhan Pamuk T24'e açıklama yapmış:
"Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’a verilen cezaları acımasız, haksız ve adaletsiz buluyorum.
Bizi birbirimize bağlayacak şey hapishane korkusu ve hiç bitmeyen tehditler değil, barış ve düşünce özgürlüğüdür.
Kıyıma ve haksızlığa uğrayan kamuoyunun kırk yıldır severek, tartışarak okuduğu bu değerli yazarlar değildir yalnızca... Bu ölçüsüz kararlarla zedelenen ve tükenen toplumdaki adalet ve güven düşüncesi; demokrasi ve kanun nizam ile yönetildiğimiz inancıdır da...
Bu temel duyguları kaybetmek bir milletin geleceğini zedeler... Cezalandırma ve hapse tıkma siyasetinden hükümet vazgeçmelidir. Bu kararın yeniden ele alınması lazımdır."
Memleketimde bugün savaşı değil, barışı savunmak suç!
Şömine çıtır çıtır yanıyor.
Ben 'savaş'ı düşünüyorum.
Memleketimde bugün savaşı değil, barışı savunmak suç!
Erdoğan barışı savunanları vatan haini ilan etmiş durumda. Aralarında benim de bulunduğum 170 kişi "Afrin'deki savaşı durdur!" diye bildiri yayınlayınca Erdoğan ses verdi:
Barış istiyorlarmış...
Hainler!
Teröristlere canlı kalkan
oluyorlar.
Biz de bugün savcılığa Erdoğan hakkında suç duyurusu yaptık:
Afrin harekâtına ilişkin, yurttaş ve seçmen sorumluluğumuzla parlamentodaki bütün milletvekillerine 170 imzalı bir mektup göndermiş, bu harekâtın ülkemiz ve halkımız için vahim sonuçları olacağını düşündüğümüzü ifade ederek, sorunların diyalogla, barış içinde çözülmesi dileğimizi iletmiştik.
Ardından, Sayın Erdoğan’ın Çorum parti konuşmasında ağır hakaretlerle başlattığı linç kampanyasının hedefi haline getirildik.
Aradan geçen sürede, o mektupta dile getirdiğimiz kaygılar ne yazık ki doğrulandı. Sınırlı kalacağı ifade edilmiş harekât, bizzat Cumhurbaşkanı’nın “Afrin’de fetih” ifadeleriyle, “sefer görev emri” hatırlatmalarıyla, müdahalenin ne kadar gerekiyorsa o kadar süreceği açıklamalarıyla genişledi ve ülkemiz Ortadoğu’da sonu belirsiz savaşın ortağı haline getirildi.
Rütbesi, sıfatı, konumu ne olursa olsun, hiç kimsenin kimseye hakaret etmeye ve konumundan yararlanarak hedef göstermeye hakkı olmadığını bir hukuksal ve ahlâki ilke olarak kayda geçirmek, yurttaşlık ve kişilik haklarımızı savunmak için buradayız.
Bir süre önce, bizleri kitleler önünde 'hain, ahlâksız, adî, soytarı' gibi sıfatlarla aşağılayan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz,yargının görevini yerine getirmesini bekliyoruz.
İmzalar:
Ayşe Erzan Silier, Ayşegül Akış (Devecioğlu), Burhan Sönmez , F. Nesteren Davutoğlu, Ferhat Tunç, Gençay Gürsoy, Hacer Ansal, M. Cengiz Arın, O. Gürhan Ertür, Oya Engin (Baydar), Hasan Cemal, A. Taner Akçam, Baskın Oran, Şanar Yurdatapan.
Cihangir'de, Nişantaşı'nda, Etiler'de 'hain' avı!
Savaşa karşı çıkmak suç değildir, Barışı savunmak suç değildir.
Sürekli tekrarlıyoruz ama...
Geçiyorum.
Türkiye'de bugünkü kadar savaş çığırtkanlığı yapıldığını gerçekten hatırlamıyorum.
Savaş dilinin gitgide bu denli keskinleşiyor olmasını aklım almıyor.
Gözümün önüne geldikçe ürperiyorum:
Erdoğan sahnede.
Yanında küçük bir kız çocuğu, bordo bereli asker üniforması giydirilmiş. Hüngür hüngür ağlarken, Erdoğan nutuk atıyor:
İşte bizim bordo berelilerimiz.
Bordo bereli ağlamaz.
JÖH, yarbay bordo bereli, maşallah.
Türk bayrağı da cebinde.
Şehit olursa, bayrağı da inşallah örtecekler, her şey hazır.
Erdoğan meydanda konuşurken sloganlar atılıyor:
REİS,
bizi Afrin'e götür!
Erdoğan çoşuyor:
Gitme kararını verdiğimiz zaman sizi bırakmayız.
İnşallah hep beraber gideceğiz. Sefer görev emri olanlar
öncelikle hazır olsunlar.
Savaş cephede de kalmaz,
içeri döner,
gün gelir toplumu patlatırsınız
Savaşın bu kadar kutsandığı bir dönemi hatırlamıyorum.
Savaş şiddet demek.
Savaş ölüm demek.
Savaş öldürmek demek.
Savaşın hiç bu kadar yüceltildiği bir dönem olmadı.
Çıldırdınız mı?
Stadlarda da savaş tam tamları. Gol atan futbolcu tribünlere koşup asker selamı çakıyor.
Berberlerde zeytin dalı figürlü saç kesimleri bedava...
Çok daha korkuncu, Akit TV’de bir programcının Cihangir'de, Nişantaşı'nda, Etiler'de hain avlamaktan söz edebiliyor olmasıydı.
Savaşı yüceltirseniz olacağı budur.
Savaş cephede de kalmaz, içeri döner.
Gün gelir toplumu patlatırsınız.
Savaş istemek serbest...
Barış demek suç...
Delirdiniz mi?
Sivriltilen savaş dili...
Köpürtülen milliyetçi fanatizm... Böyle bir ortamda her türlü kötülük hortlar, hortluyor da...
"Cihat olmadıkça ilerleme olmaz!"
Farklı olana yönelik nefret, öteki'ne dönük düşmanlık büyüyor.
Ektiğiniz zehirli tohumlardan yarın nasıl ürün verecek, farkında mısınız, düşünüyor musunuz?
Cumhur adı altında savaş ittifakları kuruyorsunuz.
Bu memlekette Erdoğan kadar savaşçı dil kullanan ikinci bir siyaset adamı hatırlamıyorum, görmedim.
Öylesine külhanbeyi bir üslup ki, ağzına geleni söylüyor.
Sürekli pala sallıyor yedi düvele. Neredeyse dünyaya savaş ilan edecek.
Amerikası, Avrupası ona vız geliyor.
Cihat açıyor Batı'ya!
Erdoğan böyle olunca, çevresi de ondan geri kalmıyor. TBMM Başkanı İsmail Kahraman konuşuyor:
Artık oyuna gelmiyoruz.
Biz o eski ihtişama doğru yürüyoruz evelallah.
Bakın şimdi Afrin'deyiz.
Dün Fırat Kalkanı'ndaydık. Büyük devletiz.
Cihat olmadıkça ilerleme olmaz, dik duramazsınız.
Kıtalar ötesi Amerika kovboyunun ne işi var buralarda, Afrika'da, Asya'da? Büyük devlet ayakta kalacak. Şehitlerimiz var.
Allah gani gani rahmet eylesin. Etrafımızı sağlama alacağız.
Ve Cumhurbaşkanımız, Allah onun ömrünü uzun etsin fevkalade bir şekilde dünya politikasına yön veriyor.
Bu sözleri okuyunca, Allah'ım, sen benim aklıma mukayyet ol, diyorum kendi kendime...
Ve Cezayirli edebiyatçı Kemal Daoud'un Huffington Post'ta yayımlanan, şu günlerde Cezayir'e gidecek olan Erdoğan'a açık mektubunu okuyorum.
Ülkemize hoş gelmediniz,
hayır Erdoğan,
Cezayir’de istenmiyorsunuz.
Biz daha önce ülkemize halifeliklerini dayatmak isteyenler yüzünden kan ve gözyaşı döktük.
Siz bize o günleri hatırlatıyorsunuz.
Özgürlükten nefret ediyorsunuz.
Bağımsız düşünceden nefret ediyorsunuz.
Din tacirliği yaparak bizim sırtımızdan bir halifelik hayal ediyorsunuz.
Bugün ülkemizdeki İslamcı partileri destekleyerek, onlara emrinizdeki şirketlerden hediyeler alarak, dernekler kurarak, camilerimizi kontrol ederek bu arzunuzu yavaşça gerçekleştiriyorsunuz.
Bir taraftan tabutlarımızı kazarken, öbür taraftan bize cenneti gösteren "Müslüman Kardeşler" örgütünün malum eski yöntemleri...
Siz paylaşacağımız bir insanlık değil, Osmanlı’nın kötü ve kanlı bir taklidini gerçekleştirmeyi hayal ediyorsunuz.
Güzel Türkiye’yi muhalifleriniz için bir hapishaneye çevirdiniz.
Siz sadece bir illüzyonsunuz.
Türkiye, size hiçbir vefa borcu olmayan bir mucize. Bu mucizeyi bu ulusun rönesansını sağlayan ve itibar kazandıran özgür ruhlu kadınlara ve erkeklere borçlusunuz. Tıpkı ömür boyu hapise mahkûm ettiğiniz Ahmet Altan gibilere...
Bizim islamcılarımız ve popülistlerimiz Vahhabi para babalarını kaybettikten sonra sizi yeni bir cüzdan olarak görüyor.
Yarın: Krakov'dan devam...