Başbuğ Paşa, yeni kitabında “Ben ne teğmenken, ne de Genelkurmay Başkanı iken hiçbir zaman darbeci olmadım” diyor. Anlaşılan o ki, , ‘darbecilik’ten hazzetmiyor. Olabilir. Olabilir ama bu, TSK'nın darbeci geleneğini değiştirmez. Kendini her zaman seçimle gelmiş meclislerin, hükümetlerin üzerinde gören bir gelenektir bu.
Bugün birçok olay "hukuk mu gukuk mu" diye sorgulanıyorsa, bunda askerin darbeci geleneğinin payı büyüktür. Mensubu olduğu kurumun darbeciliği hakkında ne düşünüyor İlker Paşa? 27 Mayıs... 12 Mart… 12 Eylül… 28 Şubat… 27 Nisan… Sarıkız... Ayışığı... Bu konularda TSK'ya dönük herhangi bir eleştirisi, özeleştirisi yok mu?
Eski Genelkurmay Başkanı, emekli Orgeneral İlker Başbuğ ömür boyu hapis cezasıyla demir parmaklık arkasında iki yıldır yatıyor.
Ama boş durmadı, bir kitap yazdı.
Kaynak Yayınları’ndan çıkacak olan kitabı, Suçlamalara Karşı Gerçekler adını taşıyor.
Şu satırlar İlker Başbuğ’un:
“Benden iki yıl çaldılar. Bu tarihi süreçte yargı aldığı kararlarla sınıfta kaldı. Siyaset, sadece konuşarak ve seyrederek sınıfta kaldı. Medya, gerçeklere dokunmaktan çekinerek sınıfta kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri, muvazzafı ve emeklisi ile silah arkadaşlarına vefasızlık göstererek sınıfta kaldı.”
İlker Başbuğ, kendisi hakkında terör örgütü kurma ve yönetme iddiasını duyduğunda, ‘dünyasının karardığı’nı da anlatıyor kitabında.
İlker Başbuğ Paşa’nın bu duygu ve düşüncelerinde gerçek payı elbette var.
Özellikle ‘terör örgütü kurma ve yönetme’ iddiası bence de herhangi bir inandırıcılıktan yoksun. Bu noktayı yazılarımda belirtmiştim.
Başbuğ’un yakınmalarını anlıyorum.
Ama ben bu yazımda bir başka meselenin üstünde durmak istiyorum.
Başbuğ Paşa kitabında şöyle diyor:
“Ben ne teğmenken, ne de Genelkurmay Başkanı iken hiçbir zaman darbeci olmadım.”
Anlaşılan o ki, emekli Orgeneral, ‘darbecilik’ten hazzetmiyor.
Olabilir.
Olabilir ama bu da, mensubu olduğu kurumun, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbeci geleneğini değiştirmez.
Bu öylesine bir gelenektir ki, kökleri ta Osmanlı’ya, İttihat Terakki’ye uzanır.
Siyasetle içiçe bir gelenektir bu.
Kendini her zaman seçimle gelmiş meclislerin, hükümetlerin üzerinde gören bir gelenektir bu.
‘Sivil’i son tahlilde başıbozuk gören, bu nedenle ‘sivil’e güvenmeyen bir gelenektir bu.
Onun için de, ‘asker’i sivil karşısında memleketin kurtarıcısı olarak konumlandıran bir gelenektir bu.
Darbe dönemlerinin ürünü olan anayasaların içindeki kırmızı çizgiler ile sivil siyasetin alanını her zaman daraltmış bir gelenektir bu.
“Memleketin Kürt sorunu gibi şu şu şu temel meseleleri benden sorulur, onlara sakın ola ki karışmayın!” diyen bir gelenektir bu.
Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Askeri Şûra gibi platformlarda halkın oyuyla belirlenmiş başbakanlara, bakanlara yıllar boyu ince ya da kalın balans ayarları yapmış bir gelenektir bu.
Darbe zamanlarında başbakan, bakan asmış bir gelenektir bu.
Darbe zamanlarında meclislerin, partilerin kapısına kilit vurmuş bir gelenektir bu.
Darbe zamanlarında halkın seçtiği siyasetçileri hapse atan bir gelenektir bu.
Darbe zamanlarında siyasetçilere siyaset yasağı koyan bir gelenektir bu.
Bu gelenek hukuk devletini sürekli engelledi
Bu öylesine bir asker geleneğidir ki, Türkiye’de birinci sınıf demokrasiyi, birinci sınıf hukuk devletini sürekli engellemiştir.
Üstelik bilinçli olarak engellemiştir.
Türkiye komünist olur diye engellemiştir.
Bölünür diye engellemiştir.
İrtica gelir diye engellemiştir.
Ya da bu bahanelerle -ve tabii ‘sivil işbirlikçileri’yle- birlikte kendi düdüğünü öttürmeye devam etmiştir.
Ve bu darbeci gelenek Türkiye’ye büyük acılar çektirmiştir.
Siyasetin olgunlaşmasını önlemiştir.
Taşların yerli yerine oturmasını geciktirmiştir.
Siyaseti kutuplaştırmıştır.
İlker Başbuğ Paşa’nın bazı bakımlardan haklı olarak yakındığı hukuksuzluk örneklerinin dibinde, kimsenin kuşkusu olmasın, askerin darbeci geleneğinin çok büyük payı vardır.
Bugün birçok olay hukuk mu gukuk mu diye sorgulanıyorsa, bu altyapının oluşumunda askerin darbeci geleneğinin payı büyüktür.
Anlaşılan o ki, bir asker kişi olarak, İlker Başbuğ da, ancak hapse düştüğünde, hukukun bir gün herkese lazım olabileceği gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır.
Başbuğ'un darbeci geleneğe eleştirisi yok mu?
Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Ben hiç darbeci olmadım” diyor.
İyi güzel.
Ama mensubu olduğu kurumun darbeciliği hakkında ne düşünüyor İlker Paşa?
27 Mayıs…
12 Mart…
12 Eylül…
28 Şubat…
27 Nisan…
Bu konularda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dönük herhangi bir eleştirisi yok mu?
Eleştiri, özeleştiri…
Yakın döneme gelelim.
1990’ların sonuyla 2000’lerin başına.
Sarıkız, Ayışığı gibi darbe tertiplerine örneğin…
Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlüklerinde yazılı olanlara gelelim…
‘Milli Orduya kumpas’ mıydı, yoksa gerçek miydi Oramiral’in yazdıkları?..
Ne düşünüyorsunuz Paşam?..
Bir komutan olarak, o dönemi çok yakından yaşadınız.
Eleştireceğiniz hiçbir şey yok mu?
Yoksa o malum kol kırılır yen içinde kalır zihniyeti mi?..
Galiba öyle…
Madem darbeci değilsiniz, çıkıp darbeciliği mahkûm edin
Bugüne kadar hep ne bekledim biliyor musunuz? Bir asker çıkıp mertçe desin ki:
“Evet ben irticaya karşı laik cumhuriyetin savunucusu olarak darbe yapacaktım, olmadı.”
Bugüne kadar hiç böyle yüreklisi çıkmadı.
İlker Başbuğ Paşa;
Siz madem darbeci değilsiniz, o zaman hiç olmazsa siz çıkıp darbeciliği mahkûm edin, darbecileri mahkûm edin.
Türk Silahlı Kuvvetleri eğer darbecilik virüsünden kurtulacaksa, bunun yolu yalnız yasal ve kurumsal düzenlemelerden değil, ‘eleştiri ve özeleştiri’den de geçer.
Türk Silahlı Kuvvetleri eğer darbeci geleneğine gerçekten veda edecekse, bunun yolu asker-siyaset ilişkisinin bilinçli olarak mahkûm edilmesinden geçer.
Bu ülkede demokrasi ve hukukun üstünlüğünü doğrudan ilgilendiren asker-siyaset ilişkisi, yazın bir kenara, eski Genelkurmay Başkanı olarak sizin de sorumluluğunuzdadır, sizin de omuzlarınızdadır.
Bugün uğramış olduğunuz haksızlık, sizi bu sorumluluktan kurtarmaz.
“Hiç darbeci olmadım!” sözünüz de, sizi bu sorumluluktan kurtarmaz Paşam...
En kısa zamanda özgürlüğünüze kavuşmanızı diliyorum.
Twitter: @HSNCML