Heyy sen!
Demek, benim sevgili arkadaşlarım Nazlı'yı, Ahmet'i, Mehmet'i mahkûm ettirdin.
Üstelik ağırlaştırılmış ömür boyu hapse…
Demek öyle.
Demek onlar darbeci...
Demek onlar terör iş birlikçisi...
Demek onlar terör sevici...
Bak, şunu hiç unutma.
Hukuk ve adaletin ırzına geçen bu mahkûmiyet kararları, senin alnına kapkara bir leke olarak, silinmez bir damga gibi vurulacak.
Bu utançtan kurtulamayacaksın. Bir başka dünyaya alnında o kapkara lekeyle göç edeceksin.
Çünkü Nazlı da, Ahmet de, Mehmet de hiçbir zaman darbeci olmadılar.
Darbe iş birlikçisi olmadılar.
Sen darbeci oldun, onlar olmadı. Nazlı Ilıcak da, Ahmet Altan da, Mehmet Altan da darbelere karşı hep hukukun yanında durdular.
Ömür boyu özgürlük dediler.
Adaleti savundular.
Demokrasiden hiç kopmadılar.
Ama sen, anlaşılan o ki, benim sevgili arkadaşlarımı demir parmaklık arkasında tutmaya kararlısın.
Heyy sen!
Şunu kafana iyi sok.
Bizler bağımsız düşünürüz.
Özgür düşünürüz.
Koyun gibi sürüye katılmayız.
Tek başımıza kalsak da doğru bildiğimizi söyleriz.
Milliyetçi çığırtkanlarla bizim işimiz yoktur.
Biat kurumları bize göre değildir.
Ne yapsan bizi korkutamazsın.
Bizim dünyamız, sözcüklerin özgürce uçuştuğu bir dünyadır.
Ve sen ne yapsan, sözcüklerin özgürce uçuşmalarını engelleyemezsin.
Hapishaneler dolup taşsa da, mahkeme kapılarında izdiham yaşansa da, sözcükler özgürdür.
Ne yapsan hapsedemezsin onları.
Heyy sen!
Bana bak.
Eleştiri hakkını elimizden alamazsın.
Farklı düşünme hakkımızı yok edemezsin.
İfade özgürlüğü bizim alın yazımızdır.
Bak, Edward Said ne demiş Entelektüel adını taşıyan kitabında, biraz anlamaya çalış:
Entelektüelin tek dayanağı, tavizsiz düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bu özgürlüğün savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerden herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak, entelektüelin işine ihanet etmesi demektir.
Bizim ihanetle işimiz yok.
Hiç olmadı.
Biz o senin bildiğin iktidar yalakası, iktidar tetikçisi yazarlardan, gazetecilerden değiliz.
Her devrin insanı Saray soytarılarıyla bizim işimiz yok.
Heyy sen!
Kulağını iyi aç, dinle.
Bak Ahmet Altan savunmasında ne diyor:
Her zorba, her zalim, her diktatör hukuku öldürmek ister ama hiçbirinin gücü buna yetmez.
Duydun mu?
Bak, ne diyor savunmasında:
Hukuk ölümsüzdür.
İnsanlardan uzakta, kendisine ihtiyaç duyanların gelip kendisine sığınması için sabırla bekler.
Hukuku, bulunduğu yüce zirvelerden alıp topluma taşıyacak olan yargıdır.
Her zorbanın, her diktatörün ilk hedefi yargı olur.
Kulağını iyi aç, bak Ahmet Altan ne diyor:
Artık generaller değil, yazarlar darbeci.
Niye böyle? Çünkü artık siyasi iktidar generallerden korkmuyor, askerî vesayet döneminin generallerinin bütün özlemlerini yerine getiren politikalarıyla generallerden korkacakları bir şey yok.
Ama yazarlardan korkuyorlar. Silahlar değil kalemler korkutuyor onları. Çünkü kalem, silahın ulaşamayacağı bir yere, toplumun vicdanına ulaşıyor.
Heyy sen!
Bana baksana.
Öylesine adaletsiz bir dünya yaratıyorsun ki.
Öylesine zulüm ve baskıya batmış bir dünya resmi çiziyorsun ki.
Öylesine haksızlıklarla dolu bir dünyanın ressamlığına soyunmuş durumdasın ki.
Öylesine soluk alınamaz dünyanın peşindesin ki.
Öylesine milliyetçi çığırtkanlık dalgaları köpürtüyorsun ki.
Göremiyorsun, bu yol çıkmaz yoldur.
Bu yolun sonunda cehennem var.
Farkında değilsin ama öyle.
Akıllarımızı tutsak alamazsın.
Bizim akıllarımız çoktan beri özgürlüğe alışmış durumda.
Heyy sen!
Kulağını aç, iyi dinle.
Bak, Mehmet Altan savunmasında ne diyor:
Adaletin olmadığı bir ortamda adalet arama çabama şahit olacaksınız.
Türkiye bir “hukuk devleti” olsaydı, Anayasa Mahkemesi’nin özellikle “özgürlük ve güvenlik hakkı” başta olmak üzere hak ihlâlleri kararı, başta Adalet Bakanlığı olmak üzere, siyasî yönetimde ve HSK’da bütün alarm zillerini çaldırmış olurdu.
Şimdi sormak istiyorum, neden hukukun emirlerini yok sayıyorsunuz?
Böyle bir durumda, herkes kendi kendine "yargıladığım gibi yargılanmak ister miyim?" diye sormalı.Yargıladığınız gibi yargılanmak ister miydiniz?
Heyy sen!
Ne yapsan nafile.
Sevgili Nazlı'dan darbeci çıkaramazsın, Nazlı'dan darbeci olmaz, çünkü Nazlı darbelere karşı çıkmış biridir.
Bak ne diyor:
Ben gazetecilik yaptım.
The Post filmini izlediyseniz, orada da Amerika’nın Vietnam Savaşı konusundaki belgeleri yayımlanıyor.
Watergate gibi olaylarda orada yapılan gazetecilikle başkanlar istifa etti. Kimse ABD’de o gazetecileri teröristlikle suçlamadı. Gazetecinin vazifesi gerçeğin peşine düşen bekçi köpekleri gibi olmaktır.
Ama şunu kafana iyi sok: Barış ve demokrasiyi oluşturan değerleri ölümüne savunmayı sürdüreceğiz.
Heyy sen!
Şunu kafana sok.
Adalete, özgürlüğe, zulüm ve baskıya, haksızlığa tamamen kör bir toplum yaratamazsın.
Hiç kimse bunu başaramadı.
İnsanlar günü geldi isyan etti.
Üstelik sen, geleceği geçmişte arayan bir başka ahmaklığın içindesin.
Ne yapacağını bilemez bir hâldesin.
Heyy sen!
Şunu kafana iyi sok.
Ne susacağız.
Ne biat edeceğiz.
Ne korkacağız.
Ne de yılacağız.
Şunu iyi bil!
Akıllarımızı tutsak alamazsın.
Bizim akıllarımız çoktan beri özgürlüğe alışmış durumda.
Onun içindir ki, sen ne dersen de.
Barışı savunmaya devam edeceğiz.
Savaşa karşı çıkacağız.
Barışı suç saysan da, barış diyenleri hapse atsan da, savaşa karşı çıkmaya devam edeceğiz.
Nazlı gibi, Ahmet gibi, Mehmet gibi, Şahin Alpay gibi, Ali Bulaç gibi, Ahmet Turan Alkan gibi, Selahattin Demirtaş gibi adalet diyenleri, hukuk diyenleri, özgürlük diyenleri hapse atsan da, barış ve demokrasinin temelini oluşturan bu değerleri biz hep birlikte ölümüne savunmayı sürdüreceğiz.
VE DİP NOT DAHA:
Evet, yazılarıma yine bir süre ara veriyorum ama söz veremiyorum, çünkü memleketimizin adı Türkiye.