Almanya'da yarın seçimler var.
Yalnız Almanya'yı değil, Avrupa'yı da,
Amerika'yı da, Rusya ve Çin'i de,
elbette Türkiye'yi de ilgilendiren bir seçim bu...
En yakın ihtimal, sandıktan birinci parti olarak
sosyal demokratların, SPD'nin çıkması.
Muhafazakâr Angela Merkel'in
16 yıllık başbakanlık koltuğuna
SPD lideri Olaf Scholz'un oturması bekleniyor.
Ama yeni hükümet de bir koalisyon olacak.
Bu kez bir sosyal demokratın başbakanlığında
kurulacak koalisyonda, muhafazakârlarla birlikte
Yeşiller ve Hür Demokratlar'ın da
yer alması bekleniyor.
Almanya seçimleri birçok açıdan yazılabilir.
Ama ben bir noktayı öne çıkarmak istiyorum.
Dikkat çekmek istediğim bu nokta
uzlaşma diye özetlenebilir.
Ya da hoşgörü-diyalog-uzlaşma
geleneği de denebilir.
Yetkiyi paylaşmak da olabilir.
Yetkileri tek elde toplamayı değil,
tek adamlığa karşı "güçler ayrılığı"nı
ön plana çıkaran yönetim anlayışı da denebilir.
Almanya, Hitler cehennemi sonrasında
bu büyük uzlaşmalar sayesinde
bir büyük güç olarak çıkmıştı
dünya sahnesine...
Savaş sonrası Alman siyasetine damgasını vuran
uzlaşma kültürü olmuştu. Ülkeye koalisyon korkusu
değil, tek adam korkusu damgasını vurmuştu.
Siyasal partiler hem kendi içlerinde,
hem kendi aralarında farklılıkları
kabul eden bir çizgi izlemişlerdi.
Sağ ve sol birbirini düşman gibi görmemişti.
Toplumsal ve siyasal kutuplaşmalar
siyaset meydanından uzak tutulmuştu.
Partiler, koalisyon hükümetlerini
birbirlerinin kuyusunu kazmak için değil,
ya da sorun biriktirmek için değil,
ülkenin temel sorunlarına
çözüm üretmek için,
istikrar için kurmuşlardı.
Bu açılardan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında
"çok partili demokrasi"ye adım atan
Türkiye'ye bakarsak ne görüyoruz?
Siyasette uzlaşma değil kavga vardır.
Partiler arasında düşmanlık kültürü ağır basar.
Askeri darbeler karşısında
demokrasi ittifakları hiç olmamıştır.
Ara sıra sahneye çıkan sözde koalisyon hükümetleri,
temel sorunları çözüm için değil,
koalisyon ortağına kazık atarak,
nasıl en kısa zamanda seçime giderim
kurnazlığı üzerine kurulmuştur.
Hatırlayın, 1950'leri, 1960'ları, 1970'leri,
1980'leri, 1990'ları...
DP-CHP kavgaları...
AP-CHP kavgaları...
Onar yıl arayla gelen askeri darbeler...
Bayar-İnönü kavgaları...
Demirel-Ecevit kavgaları...
Özal-Demirel kavgaları...
O saç saça, baş başa Yılmaz-Çiller kavgaları...
Uzlaşmadan nasipsiz, düşmanlık kültürüyle
beslenmiş tüm bu kavgalar
Türkiye'nin temel sorunlarını çözmedi,
sorunlarını biriktirdi, büyüttü
ve ülkeyi her geçen yıl demokrasiden,
hukuktan uzaklaştırdı.
Siyasetin merkezindeki
bu büyük çöküşten doğan -ve eskiden askeri
darbelerin doldurduğu- boşluktan ise
bu kez bir sivil darbe, bir tek adam çıktı.
Soru: Bundan kurtulabilecek miyiz?
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü
bizim kapımızı da çalacak mı?
Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında
kurduğu hoşgörü-diyalog-uzlaşma
üçgenini biz de başarabilecek miyiz?
"Koalisyon korkusu"ndan kurtulabilecek miyiz?
Can Dündar son yorumunda
"umutsuz olmaya hakkımız yok" demiş,
muhalefet cephesindeki olumlu kıpırdanmalara,
iyimserlik verici bazı gelişmelere işaret etmiş...
Ben de tek adamlık rejimine karşı
bir demokrasi ittifakı, bir demokrasi koalisyonu
bu memlekette de kurulabilir, diyerek
yazımı noktalıyorum.