03 Kasım 2013

Ayşe Gökkan’ı tel örgülerin orada ölüm orucuna yatıran ne ola ki?..

'Kafamızı duvarlara çarpa çarpa öğrenmek yerine, artık geçmişten dersler çıkartarak öğrenmeye çalışsak, barış ve demokrasi adına daha isabetli olmaz mı?'

Sormak ve düşünmek lazım:

Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan’ı Nusaybin’le Kamışlı arasında, Türkiye-Suriye sınırında, tel örgülerin dibinde ‘ölüm orucu’na yatıran ne? Sınıra dikilmek istenen ‘duvar’ın anlamı ne? Ankara, Rojava’daki Kürt varlığından niçin bu kadar tedirgin? Kürtler ile Kürtler arasına dikilmek istenen ‘duvar’lar, Kuzey Irak örneğinde ne işe yaradı ki, Kuzey Suriye örneğinde bir işe yarasın? Gökkan’ı aradım ve sordum. Aldığım notların bir bölümü, başka sorularla birlikte aşağıda.

\

Ayşe Gökkan.

Nusaybin’in BDP’li Belediye Başkanı.

Hafta ortasından beri ‘ölüm orucu’nda...

Kendisini geçen Nisan ayında, ‘çözüm süreci’yle ilgili olarak Güneydoğu’da nabız tutarken tanımıştım.

Hiç unutmuyorum.

Toplantı için belediyedeki makamına girince şaşırmıştım.

Topluluk sadece kadınlardan oluşuyordu.

Büyük odada tek bir erkek yoktu.

Oralarda hiç de olağan, rastlanan bir şey değildi.

Şaşkınlığımı fark edince, toplantımızı özellikle böyle, erkeksiz düzenlediğini söylemişti.

\Sonra da bana erkek egemen devletten, erkek egemen toplumdan, erkek egemen aileden yakınmıştı.

Kürt siyasal hareketindeki kadın dinamiği üstünde durmuş, ‘erkek egemenliği’nden kaynaklanan acıların kadına ‘dağın yolu’nu açtığını şöyle anlatmıştı:

“Kadın da başkaldırdı! Örgütlenmeden kendini koruyamayacağını anladı. Dağa çıkarak kendini korudu. Dağa çıkmayan kadına da örnek oldu. Evdeki kadının üstünden ezikliğini atmasına yardımcı oldu.

Biz Kürt kadınları elbette bizi Türk devleti değil de, Kürt devleti dövsün demiyoruz. Böyle bir şey elbette istemiyoruz. Kadına dönük şiddetin de son bulduğu bir barış ve demokrasi düzeni istiyoruz.”

 

Kadınların kadın olmaktan kaynaklanan haklarını, bu ülkedeki erkek egemenliği konusunu, bunların Kürt siyasal hareketiyle barış ve demokrasi içindeki yerlerini noktasıyla virgülüyle yerli yerine oturtmasından etkilenmiştim.

 

Duydum ki, geçen hafta içinde Nusaybin’de, Türkiye-Suriye sınırının Nusaybin-Kamışlı noktasında ölüm orucuna yatmış Ayşe Gökkan.

Cep telefonundan aradım kendisini.

Onun ağzından aldığım notların bir bölümü aşağıda.

 

'Ankara neden korkuyor?' 

“Sınırda, Nusaybin-Kamışlı arasında, tel örgülerin oradayım.”

“Ölüm orucu tutuyorum.”

“Sınırdaki duvar nedeniyle ölüm orucuna yattım.”

“O duvar halkların arasına dikilmek isteniyor.”

“Yedi kilometrelik bir duvar.”

“Kazıldı, temel demirleri atıldı, beton dökmek için hazır bekliyor.”

“Devlet resmen bilgi vermiyor. Güvenlik gerekçesi öne sürülüyor, kaçakçılık vesaire deniyor. Ama inandırıcı olmaktan uzak… 60-70 yıldır buralarda görülemeyen bir şey şimdi neden gelmiş akıllara ki?..”

"Yalnız Kürtlerle Kürtlerin değil, sadece Türkiye’yle Suriye’de yaşayan Kürtlerin değil, bütün halkların arasına, Arapların, Süryanilerin, Ezidilerin, Keldanilerin arasına çekilmek isteniyor bu duvar…”

Rojava’da -Suriye Kürdistanı’nda- Kürtler, aşırı İslamcı örgütlerin saldırısı altında… Radikal İslamcılar buralardan gidiyor, sızıyor. Türkiye göz yumuyor kaç zamandır.”

“Buna karşılık sınırın bu tarafından Rojava’ya insani yardıma engel var kaç zamandır. Niye ki?..”

İsveç’ten yardım olarak, hibe olarak gelen iki ambulans hâlâ sınır kapısında bekletiliyor. Üç aydır Kamışlı’ya geçmesine izin verilmiyor. Neden?..”

Başbakan Erdoğan, Filistin’de İsrail’in dikmiş olduğu duvar için utanç duvarı demişti. Şimdi bizim buradaki duvar yüz akı duvarı mı olacak, söyler misiniz?”

“Dünyada duvarların yıkıldığı bir çağda yaşıyoruz. Berlin Duvarı 1989’da, geçen yüzyılda yıkıldı. Şimdi biz halkları bölen, ayıran, ırkçı, yüz karası bir duvar dikmeye mi hazırlanıyoruz? Bunu dünyaya nasıl anlatacağız?”

“Bana bu duvar işini fazla abarttığımı söyleyenler var. Bana en çok bu dokunuyor.”

“Ve soruyorum:

 Ankara, Rojava’daki Kürt varlığından neden korkuyor ki?..”

 

Ankara, çözüm sürecini de riske attığını görüyor mu?

Ölüm orucuna yatmış Ayşe Gökkan’ın bu sorusunu ben de biraz uzatarak yineliyorum:

“Evet, Ankara acaba Rojava’daki Kürt varlığından niçin bu kadar tedirgin?

Hatta Irak Kürt Yönetimi’yle birlikte Rojava’daki Kürtlerin en güçlü örgütü olan PYD’nin kolunu neden bu kadar bükmek, zayıflatmak istiyor?

Bunun son tahlilde Türkiye’deki ‘çözüm süreci’ni de olumsuz etkileyebileceğini ne kadar görebiliyor Ankara?.. ”

 

Bu konuda bir buçuk ay önce, yine bu köşede, 20 Eylül 2013’te bir yazı yazmıştım. Başlığı, “Güneydoğu’da bir zamanların ‘iti ite kırdırmak’ zihniyeti, şimdi Suriye’de mi tekrarlanıyor?” idi.

Yazımın özeti şu iki noktaydı:

(1) Devlet, 1990’larda Hizbullah’ıyla, ‘köy korucuları’yla, ‘itirafçıları’yla barış yolunda yürüyebileceğini sanmıştı. Ancak olmadı, Kürt sorunu derinleşti, acılar PKK’yı güçlendirdi. Güneydoğu’da yaşanan faili meçhul cinayetler ve Hizbullah gerçeğinin altında, devlette yer etmiş olan “iti ite kırdırmak” zihniyeti yatıyordu.

(2) Şimdi Rojava’ya hakimiyetinden söz edilen PYD, Suriye iç savaşında el-Kaide, an-Nusra’nın saldırısı altında. İlginç olan iddia şu: El-Kaide, an-Nusra, PYD'ye karşı Türkiye’den destek görüyor! Belirtiler PYD lideri Salih Müslim’in söylediği kadar kötüyse, Türkiye bir zamanlar Güneydoğu’daki vahim hatasını bu kez Suriye’de Kürtlere karşı tekrarlıyor demektir.

 

Ambargoda son aşama duvar mı?

\Salih Müslim, 18 Eylül 2013 tarihli Taraf gazetesinde Amberin Zaman’a Türkiye’den şöyle yakınmıştı:

“Hükümetinizin yaptıkları ortada. Suriye’deki çeteleri üzerimize sürmeye devam ediyorlar. Ahrar Es Şam örgütü, Jabat el Nusra, el Kaide… Türkiye bize karşı çeteleri savaştırıyor.

Bizimle savaşta yaralananları Türk devleti tedavi ediyor. Bizim siviller yaralanıyor, Türkiye’de hiçbir yardım görmüyorlar. Maksat belli. Kürtleri zayıflatmak, yok etmek.

Biz Türkiye’yle iyi dost ve kardeşlik ilişkilerimiz olsun istiyoruz. Bakın sınırlar hâlâ kapalı. Bir aya yakındır tek bir yardım konvoyu geçmedi bizim tarafımıza. Halkımız savaş koşullarında büyük zorluk içerisinde yaşıyor. Elektrik, su, akaryakıt, ilaç sıkıntısı had safhada. Bize yönelik ambargo sürüyor.”

 

Şimdi sormak lazım:

PYD liderinin yakındığı ambargonun yeni aracı da bu duvar mı olacak?

Bu açıdan, Cengiz Çandar’ın dün Radikal’de çıkan Washington kaynaklı yazısındaki aşağıdaki bölüm ilginç.

\“Radikal’den Mutlu Çiviroğlu, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a soruyor:

‘Amerika’da el Kaide gibi radikal gruplar en büyük korku kaynağı. PYD ise bu unsurlara karşı savaş verirken, Amerika kamuoyunda kısmen de olsa olumlu tepkiler ortaya çıktı. Buna karşın, Amerikan hükümetinin bu konudaki gönülsüzlüğünü neye bağlıyorsunuz?’

Demirtaş’ın cevabı:

‘Aslında burada Türkiye’nin rolünün olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye ABD’den ve Avrupa’dan aldığı desteği bu ülkelerin iradesinin hilafına radikal gruplara yönlendirmiştir.

Amerikalıların kendi eliyle oradaki el Kaide militanlarını besliyor gerçeği, zannedersem, Amerika toplumunu da rahatsız ediyordur. Bu Türkiye’nin izlediği yanlış dış politikasının bir sonucu olmuştur. Halen de tümüyle bu yardımların kesildiğini söylemek mümkün değil.

Dolayısıyla, şu an Türkiye içine düştüğü durumu ve bu ülkelerle kurduğu aldatmaya dayalı ilişkinin hesabını vermek üzere sorgulanıyor. Ankara’nın dış politikası sorgulanıyor. Türkiye’nin Bağdat ile yeniden ilişki kurmaya zorlanması da aslında bütün bu hataların sonucudur.’”

 

Başımızı duvarlara çarparak öğrenmek yerine…

Şimdi sormak ve düşünmek lazım:

Ayşe Gökkan’ı Nusaybin’le Kamışlı arasında, Türkiye-Suriye sınırında, tel örgülerin dibinde ‘ölüm orucu’na yatıran ne ola ki?..

Dikilmek istenen ‘duvar’ın anlamı ne olabilir ki?

Kürtler ile Kürtler arasına dikilmek istenen ‘duvar’lar, Kuzey Irak örneğinde ne işe yaradı ki, şimdi de Kuzey Suriye örneğinde nasıl bir işe yarayabilirdi ki?

 

Ya da:

Kafamızı duvarlara çarpa çarpa öğrenmek yerine, artık geçmişten dersler çıkartarak öğrenmeye çalışsak, barış ve demokrasi adına daha isabetli olmaz mı?

Veyahut:

Kürt sorunuyla ilgili olarak nihai bir ‘oyun planı’mız, İngilizce deyişle, kendimize ait kapsamlı bir endgame olmadan, başımızı ‘duvarlar’a çarpmaktan kurtulamayacağımızı öğrenmenin zamanı çoktan gelmedi mi?

Ayşe Gökkan;

iyi pazarlar!

 

Twitter: @HSNCML

 

Yazarın Diğer Yazıları

Demirel'i darbeyle devirecektim!

Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor

Dostluklar insanı ayakta tutar!

Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın

"
"