Kürt sorunu, başörtüsü ve Alevi meselesi, Ermeni açılımı, Kıbrıs, Avrupa Birliği... Bu sorunlar ne kadar çözüldü? Erdoğan’ın kibri, Türkiye’yi uçlara savurmaya başlamadı mı?
AK Parti iktidarı Türkiye’nin temel çatlakları için demokrasinin gereklerini yapmazsa, yaşanabilecek altüst oluşlar, hiç kuşkunuz olmasın, ‘askeri vesayet’in yeniden canlanmasına yol açacaktır.
Ekonomi iyi gidiyor, diyoruz, gerçek payı var. Ama genel tablo böyle giderse, ekonomi de olumsuz etkilenecek! Bu gerçeği Erdoğan korkusu nedeniyle sinmiş iş dünyası da gayet iyi biliyor.
Erdoğan yüzünü ‘eski Türkiye’ye dönerek Demirel’leşme yolunda mesafe alıyor. Bir başka deyişle, sorun çözen Türkiye’den sonra, yine sorun biriktiren Türkiye yolunda adım adım ilerliyoruz...
Sorun çözen Türkiye’den, yine sorun biriktiren Türkiye yolunda adım adım ilerliyoruz.
Kürt sorunu yerli yerinde duruyor.
Çözüm süreci ne kadar umut veriyor?
Aleviler ve onların dertleri...
Kürt sorunu gibi maalesef Alevi meselesi de gündemdeki yerini koruyor.
Başörtüsü sorunu ne kadar çözüldü?
Kıbrıs ne oldu?
Çözüldü mü, yoksa Türkiye’nin AB yolunda bir tıkaç olmaya devam ediyor mu? Kıbrıs’ta 2000’lerin ilk yarısındaki bir adım önde olma politikası da buharlaşmadı mı?
Bir zamanların ‘Ermeni açılımı’nı hatırlayan kaldı mı?
Avrupa Birliği...
AB ile ilgili olarak Tayyip Erdoğan’ın acaba ne kadar inandırıcılığı kaldı? Hele Gezi sonrası AB’ye koyduğu postalarla AB karşıtlarının eli iyice güçlenmedi mi?
Karnıyarık gibi bölünüyoruz yine ortadan...
Yeni anayasa deyince ben bugün artık heyecan duymuyorum. Sivil ve demokratik bir anayasayla Türkiye’nin birinci sınıf demokrasi, birinci sınıf hukuk devleti olacağına dair sözler kaç kere verildi, ama sonuç?..
İfade özgürlüğü... Hapisteki gazeteciler... Gezi Parkı’yla birlikte patlayan insan hakları ihlalleri, devlet güçlerinin gaddarlığı, hoyratlığı...
Roboski katliamı konusunda bir özrü bile esirgeyen bir iktidar, bir Başbakan...
Toplumun yeniden cepheleşmesi...
Özellikle Gezi Parkı sonrasında Tayyip Erdoğan’ın iyiden iyiye dışa vuran tek adamlık kibri Türkiye’yi her geçen gün ayrıştırıp uçlara doğru savurmaya başlamadı mı?
Bu tehlikenin ne kadar farkındasınız?
Toplum, bir zamanlar olduğu gibi karnıyarık gibi ortasından bölünmekte...
Çatlakları kapatmaya çoğunluklar yetmez!
Göremiyor musunuz?
Eski Türkiye yeniden sahne alıyor.
Eğer demokrasinin, hukukun ipi böylesine boşlanmaya devam ederse, Türk - Kürt, Sünni - Alevi, laik - antilaik çatlakları büyüyecek, derinleşecek.
Bu yaraların kapanabilmesi için seçim sandığından çıkacak yüzde 40’lık, yüzde 50’lik çoğunluklar yetmez.
Geçmişte, örneğin 1950’lilerde, 1960’larda yetti mi yüzde 50’leri de aşan seçim zaferleri? Hayır, yetmedi. Türkiye’yi dün olduğu gibi bugün de geren, cepheleştiren temel sorunlar hala çözülebilmiş değil.
Askeri vesayeti canlandıracak olan...
Evet, askeri vesayet geriletildi, ‘askeri otorite’nin ‘seçilmiş sivil otorite’ye tabi olması konusunda ciddi mesafeler kaydedildi.
Ama yetmez!
Çünkü, askeri - sivil otorite konusunda taşların demokrasi açısından yerli yerine oturmasını sağlayacak birçok anayasal ve yasal düzenlemeler hala yapılmış değil.
Ayrıca Türkiye’nin temel çatlakları, yani Türk-Kürt, Sünni-Alevi, laik- antilaik konularında AK Parti iktidarı demokrasinin gereğini yapmaz ve ipe un sermeye devam ederse, yaşanabilecek altüst oluşlar, hiç kuşkunuz olmasın, ‘askeri vesayet’in yeniden canlanmasına, güçlenmesine yol açacaktır.
Demokrasiyi yalnız seçim sandığıyla bir görenlerin, yani ‘sandıkçılar’ın şu noktayı iyi bellemelerinde yarar var:
Sadece Kemalizm eleştirileriyle demokrat olmak miadını doldurmuş bir tutum. Bugün artık sandıkçı tutum ve gittikçe otoriterleşen Erdoğan’dır demokrasi üzerindeki gölge...
'Sıfır sorun' politikasından yalnızlığa...
Öte yandan, ‘dış politika’nın hallerine de göz atmak lazım. Çünkü, yine bir zamanların komşularla sıfır sorun politikası mazide kalmış durumda.
İsrail’le ilişkiler zaten bitik.
Suriye’de Esad rejimi yerli yerinde, hatta güçleniyor, ömrü uzuyor.
İran’la durumlar malum. Başta Suriye olmak üzere Ankara - Tahran ilişkilerini zehirleyen meseleler gündemdeki yerlerini koruyor.
Esad rejimi, Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerini de olumsuz etkiliyor.
Mısır’da Müslüman Kardeşler gitti, başta Suudi Arabistan, Katar olmak üzere Körfez ülkeleri darbe yönetiminin yanında yer aldı. Amerika, Başkan Obama yönetimi de öyle...
Gazze dolayısıyla yalnız İsrail’le, Amerika’yla değil, Filistin yönetimiyle de ilişkiler limoni.
Irak’a gelince... Bağdat’la, Şii Başbakan Maliki hükümetiyle vaziyet de uzun zamandır kötü seyretmeye devam ediyor.
Gezi Parkı sonrasında, Başbakan Erdoğan koyduğu postalarla Amerika’sıyla, Avrupa’sıyla neredeyse bütün Batı’yı karşısına almadı mı?..
Kısacası:
Sorunlar büyüdükçe büyürken, Türkiye’nin dış politikada manevra alanı da daraldıkça daralıyor. Çünkü diplomaside ‘reel politika’yı fazlasıyla göz ardı eden, dengeleri çok fazla gözden kaçıran bir anlayış dış politikayı etkisi altına alıyor.
Türkiye modelinin akıbeti
Milliyet’in Washington Temsilcisi Pınar Ersoy’un, yumuşak güç kavramını geliştiren ve Türk dış politika yapımcılarının da etkilendiği Harvard Üniversitesi’nden Joseph Nye ile Gezi Parkı sonrasında ilginç bir konuşması var. Nye, Gezi’ye de işaret ederek, AK Parti hükümetini eleştiriyor, gelişmeleri iç karartıcı bulduğunu söylerken, yaşadığı hayal kırıklığının altını çizerek şöyle diyor:
“Eğer Başbakan Erdoğan ve AK Parti iktidarı, dış ve iç politikada doğru ve gerekli adımları atmazsa, içeride ve dışarda gelişen olaylara tepkici bir tavırla yaklaşmaya devam ederse, Türkiye modeli bitebilir.” (Fuat Keyman’ın Milliyet’teki köşesinden)
Peki ya iş dünyası?
Öte yandan ekonomi iyi gidiyor diyoruz genellikle. Elbette gerçek payı var bunda. Ama yukarıda çizmiş olduğum genel tablo böyle giderse, ekonomi de olumsuz etkilenmeyecek mi?
Etkilenecek!
Bu gerçeği büyük iş dünyası da gayet iyi biliyor. Ama uzun zamandır sinmiş durumda. Tayyip Erdoğan korkusu nedeniyle sesini fazla çıkaramıyor, tepkilerini şimdilik daha çok içine atmaya devam ediyor.
Ama bu da uzun sürmeyebilir.
Paranoya siyaseti ve ‘eski Türkiye’ye dönüş
Eyüp Can’ın önceki gün Radikal’deki yazısının son bölümü şöyleydi:
“Türkiye yıllar yılı iç ve dış düşmanlar paranoyasıyla yönetildi. AK Parti hükümeti her şeyden önce herkesi düşman gören bu çarpık anlayışa son vermekle işe başladı.
Başbakan Erdoğan askeri vesayete de, iç ve dış düşman tehditlerine de, Aleviyi - Sünniyi - Türk’ü - Kürt’ü potansiyel tehlike gören anlayışa da, tüm komşuları düşman ilan eden dış politikaya da kafa tuttu.
Zorlansa da, komşularla sıfır sorunu hedefledi. AB yolunda çok önemli reformlara imza attı. Ekonomiyi küreselleştirdi. Cumhuriyet tarihinin en büyük sorununa, Kürt meselesine cesaretle el attı.
Fakat bir Gezi protestosu dengesini bozdu. Korkulara, paranoya ve tabulara savaş açan hükümet gitti, yerine korkularla beslenen, olan biten her şeye paranoya gözlüğüyle bakan, etrafı tabularla çevrili bir siyaset anlayışı geldi. Türkiye içerden ve dışardan yeniden düşmanlarla çevrildi.”
İşte bunun adı, demin belirttiğim gibi, ‘eski Türkiye’nin yeniden sahne almaya başlamasıdır.
Ya da geçen günkü yazımda altını çizdiğim gibi, Erdoğan’ın yüzünü ‘eski’ye dönerek Demirel’leşme yolunda mesafe almasıdır.
Bir başka deyişle:
Sorun çözen Türkiye’den sonra, yine sorun biriktiren Türkiye yolunda adım adım ilerliyoruz.
Twitter: @HSNCML