Bundan tam beş sene önce sivilce izlerimi yazmışım: “Yüzdeki kraterlerdir onlar. Orada kalsalar iyi olur. Hikâyenize dair bir şey anlatır çünkü.”
Değişim hem içeriden, hem dışarıdan oluyor. İkisi de kolay değil. Devamlılık, emek, incecik işlemek…
Karar veriyorum / verdirtiliyorum. Dış değişimin ilk yolu yüzüm. Ona ne yapılabilir? Araştırıyorum. Fraksiyonel lazer tavsiye ediyorlar. Yapsam mı? Yapmasam mı? Yaparsam artılar, yapmazsam eksiler…
Yazıyorum artıları eksileri. Yazmak büyülü bir şey, beni hep gitmek istediğim yere taşıyor. Ayan beyan içimdekileri belgeliyor; ve yazınca, içimdekiler, kâğıdın üstüne somutça dizilip şlak diye, olanları, yüzüme çarpıyor.
Sadece üç kez gördüğüm bir kadın benimle geliyor. “Annesi misiniz?” diye sordular ona. “Sayılırım” deyince mutlu oldum.
Korkmama rağmen devam ediyorum. “İşten izin al” diyorlar. “Üç beş gün gitmesen iyi olur. Yüzün kıpkırmızı, top patlamış gibi, yani bakılması zor olacak.”
“İşyerindekiler için de değişik bir tecrübe olur öyle bir yüze bakmak” diyorum. “Bakalım neler olacak? Yüzünü kaybedenlere acaba nasıl davranıyorlar?”
Bir kâğıt imzattılar. “Sorumluluğun hepsi bende, yüzümü canavara çevirseniz de kabul ediyorum” gibi bir anlaşma.
Yatıyorum. Süpürge soğuk hava üflüyor. Yüzümü soyuyorlar. Rendeler gibi. Topuklara ponza taşı sürter gibi. Acıyor. Bacaklarımı hareket ettiriyorum.
- Evet, oynatın ayaklarınızı.
Süpürgeyi tutan kadının elini tutuyorum. Kan bağına gerek var mı? Güvendeyim.
İşlem yaklaşık 45 dakika sürüyor. Aynaya bakıyorum. Kıpkırmızı! Şişmiş! Başka izler de gelmiş! Kanıyor. Üstüne kat kat krem sürüyorlar. Çizgi film canavarlarına benziyorum.
Yapmam gerekenler anlatılıyor. Gidiyorum. Yolda hemen herkes bana bakıyor. İlaçlarımı alabilecek gibiyim. Narkozun etkisi geçiyor. Bir an yürüyemiyorum. Kalbim çarpıyor. Nefes alışverişim değişiyor.
Bilgisayara, güneş ışığına yasaklanıyorum. Odanın ışıklarını kapatıp güneş kremini ve ilaçları tenim görünmeyecek olana kadar sürüyorum ve üç saatte bir yineliyorum bu işlemi.
Gerginim. Hem derim gergin, hem de içindekiler: Kas, sinir, et; artık ne varsa.
Gitmeden önce bizimkileri tembihlemiştim: “Beni sevin tamam mı, yüzüm bakılamayacak gibi olacakmış. Ama ben geleceğim ofise, geleyim, değil mi?”
Karşılaşıyoruz, yüzümde -sanki 3 kilo yoğurt- krem var:
- Yoğurtçu güzeli, n’aber?
- A-a! Ofisimize pantomimci gelmiş!
Yoldaki gençlik:
- N’aptın lan yüzüne?
Yüzümü fark edince para istemekten aniden vazgeçen dilenci:
- Abla çok geçmiş olsun!
Taksi şoförü:
- Alerjik mi bacım?
Bir süslü:
- Ay harika, kaça yaptırdın?
Yoncik:
- Handişko, sen olduğun gibi çok güzelsin!
Konuşmadan önce düşünmeyen biri:
- Gerek yok böyle şeylere. Bunlarla olmaz.
Tanımadığım o adam:
- Siz bu halde alışverişe mi çıktınız?
- Ne yapayım? Eve mi kapanayım?
- Kimin ne düşündüğü önemli değil yani.
- Evet, değil.
- Sizin bu yüzünüzü görmek zorunda mıyız?
- Bakmayın o zaman!
- Vallahi inanamıyorum! Sizin gibi kadınlar kaldı mı? Yanlış anlamazsanız bir kahve içelim mi?
Metrodaki teyze:
- Yavrum ne oldu yüzüne?
Yaşam koçum:
- Seni kutluyorum!
- Biliyor musun, ben kimsenin düşüncelerini önemsemedim yollarda, yüzümde bir çuval kremle dolaşırken…
- Egonun kazanacağı daha değerli bir şey var sonrasında; daha güçlü bir şey o. Bundan olabilir mi?
- ...
Aradan zaman geçti. Doktor, o meşhur öncesi-sonrası fotoğraflarını çekti.
Bazen güzel hissettim. Bazen de hissetmedim.
Yaşlanacağım ve buruş buruş olacak derim.
Kapitalizmin desteği ve medyanın inşa ettikleri, Miss Representation belgeseli.
Geçmiş, gelecek, izler… Dünya dönüyor. Ben yaşıyorum.
Vampir:
- Sen bence dört beş seans daha yaptır!
- Efendim?
- Ay, kusura bakma, ama yaptırsan iyi olur! Ancak o zaman etkisini gösteriyor.
Tarih hızla yazılmaya devam ediyor.
Hep değişerek, hep yeniden.
Gergin.
Bir bebek gibi, pürüzsüz bir deri, ne kadar mümkün?
İçindeki izler, dışındaki izler...
Hangisini silmek daha kolay?