03 Mart 2015

Stajyerlerin gözünden iş hayatı: Onlara 'yürüyen egolar' adını takmıştım

Mezun olmadan piyasaya işler yapmamıştım ve önemini çok sonra anladım

Yin ve Yang ikiz. Bir ara, üniversitede ders vermiştim, öğrenci-hoca ilişkisi yaşamıştık. Mümkün olduğunca esnek tutarak, başka bir dünyaya inanmaya çalışarak... Şimdi yakın arkadaş olduk. Aramızda on yaş falan olmalı. Ben bıdık bıdık başıma gelenleri anlatıyorum sorduklarında. Onlar da -tuhaf- bana ablalık yapıyorlar çoğu zaman... Cidden öyle hissediyorum yani. Beni koruyorlar. Düşünüyorlar. “Handişkocuğum, acaba şöyle mi yapsan” diyorlar... Akıllı, güzel ve bıcır bıcırlar... Çalışkanlar... Henüz üniversite son sınıftalar ancak yaptıkları tasarımlar Kağıthane House of Paperdaki raflarda yerini alalı çok oldu. Bir de kitap kapağı tasarımı yaptılar! Mezun olmadan ben mesala piyasaya (diyeyim) işler yapmamıştım ve önemini çok sonra anladım. Teşvik etmeye çalışıyorum onları bu yüzden. Canikolarım da zaten dünden hazırlar sanki hep...

Yin ve Yang'a ait bir tasarım

- Şu ana kadar nasıl işler yaptınız?

Yin: Kağıthane House of Paper benim ilk ve en büyük iş tecrübem... İşler kafamda büyüttüğüm kadar zor ve ulaşılmaz değilmiş. İlk küçük adımı attığımda devamının kendiliğinden geldiğini gördüm. Tek bir mail atmaktı ilk adımım... Bazen yaptığım işlerin hiç bir değeri yokmuş gibi yorumlar aldım, egoist bulundum, bazı kişilerin gözünde sanat değeri yoktu yaptıklarımın... İyi ki bunları yaşamışım. Daha da hırslandım... Sonra, 16. İzmir Caz Festivali afişim sergilendi. Genç sanatçılar için düzenlenen sergide iki tablom satışa sunuldu.    

Yang: İlk iş deneyimim bir tekstil firmasında oldu. İş tanımı web sitesi ve sosyal medya, görsel tasarım yapmak… İlk işim olduğu için heyecanlı ve istekliydim. İş saatleri sıkıydı, maaş konusunda herhangi bir miktar söylenmedi. Çalışma ortamı beklentimi karşılamıyordu. Fazla gürültülüydü. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Dört ufo ile on beş kişinin ısınacağı bir buzhane ortamında tasarım yapıyordum. Aynı zamanda patroncuk dediğimiz kişi çalışma saatleri ne kadar uzun olursa o kadar çok iş çıkacağını sanıyordu. Bu çok yorucu. İşin tuhafı, kimse mutlu değildi. Şikâyetlerini dile getiremiyorlardı. Çatır çatır şikâyetlerde bulunduğumda, benimle baş edemeyeceklerini düşündüler. Çıktım oradan. Kitap kapağı yaptım. Göz bebeğim gibi oldu o. Bazaart’ın genç sanatçılar için düzenlediği sergide iki tablomun sergilenip satışa sunulması var bir de...

- İş hayatında size nasıl yaklaştılar?

Yin: Benim patronum çok iyiydi çünkü patron havalarında değildi. Tüm ekip çalışanları erkekti, bence bu büyük avantaj, çünkü iş ortamında kadınlar birbirlerini çok fena kıskanıyor.

Yang: İlk staj yaptığım yer bir televizyon kanalıydı, ordaki ekip arkadaşlarımın çoğu erkekti, hatta bir kadın çalışan vardı. Bu kendi adıma bir avantajdı, çünkü kıskançlık ya da çekememezlik olmuyordu.

- İş hayatı size nasıl görünüyor?

Yin: Bazen çok korkutucu gelebiliyor fazla rekabet var. Her sektörde öyle ama bizde bu çok daha fazla. Umutluyum. Fikirlerimi ve kendimi hafife almamalıyım. Bazen kendimi değersiz ve yetersiz buluyorum ve bu düşünce beni aşağı çekiyor. Bu hayatta her şey mümkün. Büyük hayaller kuracağım! Çıtayı yüksek tutmam gerek!

Yang: İş hayatı şu an için kafamda koca bir soru işareti gibi... Korkuyorum.. Çok para kazanmak için çalışmak ya da mutlu olduğun işte hak ettiğini kazanmak diye bir ayrım var galiba. Ben henüz bunun neresindeyim bilmiyorum ya da neresinde olmalıyım... Mutlu olacağım işi yapmak istiyorum.

- Staj döneminde neler gözlemlediniz?

Yang: Dergi staj yaptığım ikinci kurumsal yerdi. Çalışanların çoğunluğu kadındı; orta yaşlarda, bakımlı, suratsız, havalı ve donuk bakışlar altında ilgisiz davranıyorlardı. Kendi aralarında iletişim yok ama devamlı bir konuşma halindeler... Yayın Direktörü devamlı hoparlör açık şekilde bağıra çağıra sesli telefon görüşmeleri yapıyordu. Bu, beni ilk duyduğumda şaşkına çevirmişti. Sonra bir ay boyunca ünlü ya da halktan birçok insanla olan konuşmalarına şahit oldum, olduk... Diğer stajyer arkadaşlarla bu durumu çözemedik. Bize göre kendini kanıtlama çabası vardı ama ona göre ego tatminiydi galiba... Kreatif direktör tavır olarak beni görmüyordu ama devamlı saçma sapan işler istiyordu. İstediği işleri göstermem için yanına 2-3 sefer gitmeme rağmen bakmıyordu, sonra da bir gün sonra yanıma gelip “N’oldu?” diyordu… Herkes birbirinin yüzüne gülümsüyor, gittikten sonra da dedikodusunu yapıyordu. Gün boyu çalışanların tek derdi sosyal medyada ne giysem, öğle yemeğinde hangi lüks mekânda yemek yesek ve ödediğimiz paradan şikâyet etsek’ti. Hayalimdeki o dev dergi ekibi yok olmuştu. Biz stajyerler arasında öğle arası eğlencemiz olmuşlardı... Bir de, hiçbir zaman ayak işi yapmadım. İsteyen olduysa da duymamazlıktan geldim ve benden istemediler. Moda ekibindeki asistan kızlar, müdürlerinin altında devamlı ezilip dolaylı hakarete maruz kalıyorlardı ama buna rağmen mutlulardı. İşi çok sevmiştim ama ekip çekilmezdi. Onlara “yürüyen egolar” adını takmıştım. Duyduğum ve gördüğüm tek şey yüksek sesli telefon konuşmaları... Ses, ses, ses... Daha fazla ses… Ve süslenmiş egolar...

- İş hayatı okuldan farklı mı?

Yin: Evet, çok farklı... Okulda deneyim kazanmak diye bi şey yok. İş hayatı zorlu bi mücadele. İş hayatında mesela öğle yemeğine çıktığın anki mutluluk, öğrenciliğin tanımı olabilir. Her an yemek yiyip (özellikle tatlı) mutlu olma hissi gibi öğrencilik...

Yang: Okul ve iş hayatı hem birbirini destekliyor hem de çok farklı... Grafik tasarım olarak ele alırsak -sanki bir kaç üniversite dışında- boşa zaman kaybı olduğunu düşünmekteyim okulun; çünkü gerçek iş hayatına hazırlamıyor. Tabii burada kişinin kendisi en büyük etken. Kendi bölümümü göz önüne alırsam belki de bu zamanı, okul okumaktansa piyasada çalışarak geçirseydim daha iyi kariyer yapabilirdim diye zaman zaman düşünmüyor değilim ama ne kadar doğru bilmiyorum... Sonra, daha çok okumak, daha çok öğrenmek, dil eğitimi ve sonu gelmeyen bir öğrencilik hayatı... Bir yanda da alaylı junior olarak çalışanlar var.

- Hayalleriniz neler?

Yin: Çok sevebileceğim bir işe sahip olmak (kendi işimin patronu olmak), sevdiklerimle birlikte çalışmak, aşık olmak, İngilizce öğrenmeyi başardığım gün ikinci dil olarak İspanyolca öğrenmek ya da Fransızca; çok sevmek ve sevilmek,  ölmeden once Meksika’ya, Cancun Adası’na gitmek, denizaltı müzesini gezmek, Fas’a gitmek, renklere aşık olmak, özellikle maviye...

- Hangi kaynakları takip ediyorsunuz?

Yin: sanatblog.com, bigumigu, egoistokur, 10 sayfa, gmk, 5harfliler...

Yang: Tasarım uçsuz, buçaksız... Yaptığın işe göre, yardımcı birçok teknik kaynak var, tasarım kitapları, İnternet (behance, freepik) vb. portfolio siteleri gezmek bizim işimiz...

- İş hayatındaki profesyonellerin stajyerlerden bir şeyler öğrenmesi mümkün mü?

Yang: Stajyerim olsa, bunu küçük kardeş olarak görebiliyorum şimdilik... Bildiklerimi onunla paylaşmaktan kaçınmazdım. Yol gösterici, yeni fikirlere açık olurdum. Bir de samimiyetine inanırsam karşılıklı kafa patlatabiliriz diye düşünüyorum. İş hayatındaki insanların stajyerlerden birçok şey öğrenmesi mümkün! Bu iş anlamında ya da hayata dair bir çok şey olabilir bence... Staj yaptığım yerde, fikrime karşılık olarak ortak olma teklifi almıştım mesela. 

- Unutmadığınız bir gün oldu mu bu süreçte?

Yang: Stajımın son günüydü... Bir gün öncesinden Kristal Elma Yaratıcılık Festivali için dergideki çalışanlardan davetiye rica etmiştim. Yazı İşleri Müdürü benim için ayarlamıştı. Ekip arkadaşlarımla bunu paylaştım ve o gün erken çıkma konusunda izin istemiştim. Sevgili ekip arkadaşlarım çok mutlu olmuşlardı benim adıma ve hiç bir sorun olmayacağını dile getirdiler. Ben de saatin gelmesini beklerken ufak işler yapıyordum, bir yandan da stajım biteceği için, oradan artık ayrılacağım için belgelerimi imzalatmaya çalışıyordum. Kreatif direktörden almam gereken üç imza vardı. Toplantıdan önce onu yakalayıp imzalatmam gerekiyordu. Yetişmem gereken festival vardı çünkü. Kendisine bunu söylediğim halde, bana alaylı ve biraz da şaka maksatlı bir yaklaşımla “Bugün akşama kadar buradasın, yapman gereken dekupe var” dedi “Görselleri sana göndereceğim…” Şoka girmiştim ve ekiptekilere “şaka değil mi bu” diyen gözlerle bakmıştım. Onlar da gülümsediler, vakit geçiyordu, ortada almış olduğum ne bir imza vardı, ne de yapmam gereken fotoğraflar! Şakayla gerçek arasında gidip gelirken bir kez daha yanına gittim ve belgeleri sonunda imzalatmayı başardım! “Sadece bu muydu?” cevabını alarak… Ekiptekiler bana “Senin yapman gereken bir iş değil, biz bu işleri dışarıya yaptırıyoruz, yapmakla yükümlü değilsin” adı altında “kaç git” mesajını verdiler. Ben de “O”, toplantıya gider gitmez kaçtım. Yarım saat gecikmeli olarak çıktım ofisten. Trafikte bulunmuş olduğumuz araç kaza yaptı sonra ve ben çok gitmek istediğim Kristal Elma’ya yetişemedim.

- Teşekkür ederim...

Yin: Şimdi bu cevaplar ne olacak? (Gülüyor)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"