08 Ekim 2016

İtalya, Barry Harris ve diğer şeyler

Caz yolculuğumun ilk senesinde Barry Harris’in, kendisine bir şeyler öğrettiğimi söylemesi...

İtalya’daki Barry Harris caz workshop’una katıldım.

İlk gece, oda arkadaşım Siena caz workshop’unu anlata anlata bitiremedi, gitarist.

Amy’den öğrendiğim mantra ile geçti günler: Seviyorum, sevilebilirim, seviliyorum.

Gece tren istasyonunda evsizler dizi dizi uyuyor. Sanki yurt odası.

Rahibeleri izlemek görüntü dünyamı şenlendiriyor.

Amy, yeni tanıştığı insanlara “Nerede çalışıyorsun, nerede oturuyorsun” gibi sorular sormuyor. “Nasılsın, nasıl hissediyorsun, şurayı sevdin mi” diyor.

Roma’dan aldığım en güzel şey dantelli çoraplarım. Oysa Pinokyo oralıymış ve ben Pinokyolu kalem almadım. Bir tane “virgül” aldım ve doğada virgül yok.

Barry Harris için yaşayan en büyük on caz efsanesinden biri, diyorlar.

Hesaplarıma göre seksen yedi yaşında.

Müzisyen olmayanların da enstrümanı var. Saksafoncu aslında mimar. Çellocu aslında İngilizce öğretmeni.

Hosteldeki insanlar boncuk. Dünyadaki sanat köşelerinin renkleri ve tavırları benziyor.

Hostel bana aidiyet duygusu veriyor ve “Hepimiz aynıyız” hissi.

Eski zamanlarda burada yaşamış olabileceğimi düşünüyorum.

Portekizli arkadaşıma Elif Çağlar’ın Universal Love şarkısını dinletiyorum, içinde Portekiz geçiyor:

And if you like to hear country music
I'll learn a few tunes
And I'll sing them in Portuguese
When we visit China

Ceren’le mesajlaşıyoruz.

Neredesin?

Videonun altındayım.

Bir videonun altında olmak hoşuma gidiyor.

Hostelde herkesin bacaklarıma baktığını düşünüyorum. Etek dizimde. Oysa, poposunda şortla dolaşanlara kimse bakmıyor. Bana da bakmadıklarını fark edince bu paronayaklığı bana Türkiye’nin yaptığına karar verip üzülüyorum.

Konservatuvardaki arkadaşlarımın Combo Class diye dersleri varmış. Tek bir ders Miles Davis’e ayrılabiliyormuş.

Diğer mantra geliyor:

I am one with God and God is everything/everyone.

Ceren antilop demekmiş. Ceylan yavrusu. “Daniele’nin anlamı yok” diyor bizi duyunca Daniele.

Yolda bir Impact Hub logosu https://www.impacthub.net/ görüyorum.

Internet şifresi ararken Renan’la tanışıveriyoruz.

Sigara içerken bana bir bakış fırlatıyor müzisyenlerden biri.

Nasıl yani, sadece melodiyi söylüyor olamazsın!

Vokal olma yolunda ilerliyorsanız sadece melodi üzerinde dönüp durursanız vay halinize!

Roma’da tekerlekli sandalyede yaşayan insanlar görünür oldu, İstanbul’dan farklı olarak.

İlk şarkı It had to be you  “Billie Holiday’den dinlemeyelim” diyorlar; çünkü kendine has söylüyor o, melodiyi ilk defa öğrenenler Billie Holiday’ciğim ile vedalaşıyor bu şarkılık.

This is the Moment, Everyday I Have the Blues, Sixteen Tons havada uçuşuyor.

Tuvaletteki musluğu çalıştırmak için yerdeki pedala basmak gerek. Bu muslukla abdest almak zor olurdu.

Koridorumsu yere fotoğraf asmışlar. Sergi açma isteği uyandırıyor.

Barry Harris işini çok seviyor. Sanki benden daha az uykusu geliyor. Gözlerinin içi gülüyor. Vokaller Beyoncé gibi söylerse -sadece o zaman- kendini tutamıyor. Ara vermeden saatlerce paylaşıyor biriktirdiklerini.

İtalya makarna, baharat ve pizzası ile meşhur. Bunu anlamak çok güç. Dolma, mantı ve baklavadan sonra.

Defterime yazmışım: Benim dünyaya verecek neyim var?

Mevsime göre giyinmemek depresyon göstergesi olabilir.

Zaten sırlarımız kadar hastayız.

Roma’nın yollarında çeşme var. İçilebiliyor.

Hostelde dünyanın her köşesinden insanla hop diye tanışabilirsiniz. Bir yazar için bulunmaz nimet ve ucuz. Oda havasız kalırsa ne yapmalı? Eşyalarınız çalınsa üzülür müsünüz? Kendimi hep sınıyorum. Evsiz kalsam yaşayabilir miyim? En çok ne’siz kalırsam yaşayabilirim?

Yolda el ele yürüyen insanlar görüyorum. Bunu niye yaparız? Düşmemek için olamaz. Tutku için de değildir. Güven ve sevginin daha da mı coşması acaba?

Yorgun bir işçi gibiyim ki öyleyim.

Global markalar görüyorum. Kuş her yerde kuş ve pasaporta ihtiyacı yok.

En son gördüğüm mucize: Evsiz biri sırtında pembe askılı çocuk çantası taşıyordu.

Acaba çocuğu var mıdır?

Meslek insanı bulur mu sahi?

Barry Harris vokallerin mikrofonu ellerine almamalarını tercih ediyor dersimizde. Ciddiye almadan söyleyince şarkıyı biri “Bu audition olabilirdi” diyor.

Moonlight in Vermont’la tanışıyorum. You Go to My Head de var. Biraz da Round Midnight.

Fark ettim ki epeydir sinirlice ayağımı sallamıyorum. Tempo tutmak için yapıyorum artık bunu.

Vibrafonu bol bir atölye bu. Hep uykum geliyor. Önceden uyumalıyım. Geceleri ayakta durmak için belki de ceplerime büyücü kokular saklamalıyım.

Yeni oda arkadaşım Avusturya’dan. İnşaat işçisiymiş. Davul çalıyor. Kaykayı var.

Neyse ki jam session’da  sevgili Michele ile blues çaldık. Onu sevdim. Blues adeta bir jam kurtarıcısı!

Nasıl ki saksafon satın alıp ertesi gün gig’te çalamazsanız, korkarım vokaller için de durum böyle. Çalışmak gerek. Emek vermek, yine ve hep. Hem artık notaları görünce korkmama aşamasındayım.

İlginç olan şu ki yıllar içinde -ben pek de cazla ilgilenmezken ve onlar da pek ilgilenmezken- yeni doğan bebeklere caz CD’leri alırdım ve sevgilime de bir bukle caz kitabı hediye etmişliğim var. Meğer bunları almam gereken kişi kendimmişim! Bunu keşfedince insan rahatlıyor. Hediye alırken karşımızdakini, aldığımız kişinin dünyasını görmek bu kadar mı zor?

Gün geçtikçe bildiğim caz standartları değişiyor. Tam bir yıl önce bu vakitler neredeyse sadece Fly Me to the Moon’u biliyordum. Ne büyük mahrumiyet.

Beni yirmi iki yaşında sanmalarını seviyorum.

Roma’da taksi yok pek. Esnaf lokantasına gittik. Yemek seçiminde başarısız oluyorum. Otlar acı çıktı.

İlk günlerimde melodiyi çalan müzisyen göremeyince ne kadar da şaşırmıştım.

Dünyanın her yerinden gelen caz insanlarını burada görmek yaşayabileceğim en iyi tecrübe.

Beni yirmi iki yaşında sanan kadın iki şey söyledi. Sahnede görüntüsünü kullanan vokalleri sevmiyormuş (acaba gökyüzünden birileri, bana bu mesajı iletmek mi istedi) ve evlenip kocasıyla aynı grupta çalmak istemezmiş (biraz serseme döndüm sanki ama ona bir şey söylemedim).

1979’da Barry Harris’in dersleri üç dolarmış. Saat beşte piyano ve gitarla başlar, sekizde vokaller eklenir, on birde saksafonlarla devam ederlermiş. Dersin üç dolar olmasının sebebi Barry Harris’in kararıymış. Para nedeniyle gelemeyecek olanlar varsa buna asla izin vermek istemezmiş.

Vokaller sıklıkla kadın. Piyano, gitar, davul, saksafon ve vibrafondaysa kadın görmedim. İkidir. Üçtür. En fazla dört olabilir.

Barry Harris “Müzik altıdır, her şey altıdır” dedi. 1-2-3 ve 1-2-3 diye elimizle sayabiliriz. “Dört değil altıdır.” Bu bilgiyi paylaştığım müzisyenler ne demek istediğini şıp diye anlıyor. Jam session’da davulcuya “Fa’dan söylüyorum” deme parlaklığını göstermiş olan benimse bunu anlamama azıcık daha var gibi. Davulcu ne mi yaptı? So what tabii ki.

Barry Harris vokal workshop’unda bilinmedik bir şarkı ile karşılaşıyoruz. Sıklıkla ballad. I Wished on the Moon gibi. Sonra müzisyenler bu şarkıyı F, G, C gibi hemen her tondan çalıyor. Yarım saat, vokaller hep bir ağızdan şarkıyı söylüyor, öğrenmeye çalışıyor. Bu sırada tonlarını bulmak gibi bir görevleri var (korkup köşeye saklandığım için sanki bu, benim değil de arkadaşlarımın sorumluluğuymuş gibi yapmaya devam edeceğim). Tonunu bulan cevval vokaller sırayla mikrofona yaklaşıp deniyor. Barry Harris de yanıbaşınızda sizi dinliyor. Saksafonlar gelince zaten toplu çıldırma şahanelikleri yaşanacak.

Ceren’e sorular sorup duruyorum. Benim o odadaki en sevdiğim vokali, o, iki saat boyunca dinleyemeyebilirmiş. Bunu duyunca gözlerimi kocaman açıp tavana bakıyorum. Bu iş çok çetrefilli. Miles Davis de zaten “Bu işin ilk yirmi senesi zor” demiş.

Analisa on senedir caz okuduğunu söyledi. Belki onun on senesi kalmıştır.

Turist olup şehri gezmek ilgimi çekmiyor. Yine de o aşklı çeşmeye para atıp fotoğraf çektirdim.

Barry Harris enerji dolu. En az yorumu vokalistlere yaptı.

Jam session’da söylediğim şarkıyı beğenmişler. Adını sordular.

Notalara burada da Fa, Sol, La deniyor. F, G, A değil yani.

Bir ara “Baban zenginse müzik yapabilirsin” konuşması oldu.

Barry Harris ile aynı havayı solumak inanılmaz.

Domateslerin hormonsuz olduğunu düşünüyorum. Diş macunlarının da olabilecek en az zehri içerdiğini. Türkiye’de beni hep kandırdıklarını ama burada bunu yapmayacaklarını sanıyorum nedense.

Learn the rules like a scholar, break them like an artist’i de duyduk.

Galeria Borghese’e gidiyoruz. Rezervasyon yaptırmadığımız için bizi almadılar. Ortalık sakin de görünüyordu halbuki. Kutsal mekanlardan birinde secde eden bir kadın var.

Gerçekten anlamıyorum. Saçında fularıyla ve kırmızı rugan topuklu ayakkabısının burnundan görünen fosforlu yeşil ojeleriyle, seksenlerindeki bu kadın, elinde şarap kadehiyle dans ederek bana ne demeye çalışıyor?

Son gecemiz. Barry Harris konseri. Piyanosunun altında onlarca ses kayıt cihazı. Sabah onbirde ders vermeye başladı. Gece yarısını çoktan geçti ve o dans ediyor.

Kuşlar yine bilet almadan gara girdi.

Hostelde kalmayı sevdiğim için bana hipster dediler.

Barry Harris, Zeyno’yu alkışladı.

Trende oyun oynadık. Bir caz standardı ile özdeşleşecek olsak ben Lady Bird, Zeyno Bessie’s Blues, Amy Sophisticated Lady, Levent Round Midnight olurmuş. Enstrüman içinse ben vibrafon, Zeyno trompet, Amy çello, Levent kabak kemane olurmuş.

Metreslerle ilgili kitap yazdığımı öğrendiklerinde metresli şarkıları düşünmeye başladık. The Other Woman (Nina Simone) ve Guess Who I Saw Today (Nancy Wilson) konuşuldu.

Wifi için upuzun password yaratma alışkanları var. Misal pizzateriaristoranhecevellopiano.

Barry Harris dans ederken gözlerimi ondan ayıramayıp aşkınsal halet-i ruhiyemle ağlıyorum. İçimden geçen “Böyle varlıklar da olabiliyormuş demek yeryüzünde.” Dönecek olmanın gerilimi. Orada bulduklarıma şükrederken... Beni gördü. Bana doğru yürüdü. Sarıldı. Duyduğum en güzel ovv ovv’ları dedi. El ele dans ettik. Ağlamam geçti sonra.  

Ertesi gün, ev partisinde (istek üzerine oryantal-vari) dans ederken “Kim” dedi benim için, “Dün ağlayan kız” olduğumu öğrenince, yani aslında, bir gün hüzünlü salınmalar yaşarken ertesi gün çılgın danslar yapan biri olduğuma şahit olunca çok mutlu oldu. Ona çok güzel şeyler öğrettiğimi söyledi: Hissetmek, fark etmek... Bu kelimeleri kullandı. Caz yolculuğumun ilk senesinde Barry Harris’in, kendisine bir şeyler öğrettiğimi söylemesi... Belki de bazen müzik yoktur, kalpler vardır sadece.

Döner dönmez piyano derslerine başladım. Vokale yardımı olsun diye. Intervals falan, bakalım iyi gidiyor.

Bana uygun olan yerlerde gezinirsem mükemmel olmasam da kucaklanıyorum, alkışlanıyorum, sarılıp sarmalanıyorum.

Bana uygun olmayan yerlerde gezinirsem mükemmele yakın olduğumda bile -artık o her ne ise- dışlanıyorum, hizaya getirmeye çalışıyorlar, kırılıyorum.

Bir de inanamayıp diyormuş ki Barry Harris, “Bunca insan benim için mi şimdi buraya gelmiş, ne güzel değil mi?”

Size uygun olanı bulmanızı dilerim. Boncuklu bandanalar, iksirli diyarlar, ne olursa artık.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"