28 Şubat 2022

Çanlar savaş için çalıyordu

Ukrayna Kilisesi’nin Moskova Kilisesinden ayrılma töreninin ardından Haliç’te çanlar çalındı. Nasıl işlerdi o işler? Din işleri, devlet işleri…

İki bin küsur yıllık Hristiyanlığın ilk bin küsur yılında tek bir mezhep vardı: Hristiyanlık. "İkinci Roma"nın kurucusu Konstantin ve haleflerinden Teodosyus sonrası rahat bir nefes alan ilk Hristiyanlar 300 yıllık takibattan nihayet kurtulmuş ve bizim bugün Bizans dediğimiz, Hristiyanlaşmış Roma İmparatorluğu'nda 700 yıl daha serpilmişlerdi. Aramice-Süryanice konuşan İsa kültürü, Büyük İskender'in tohumlarını ektiği Helenistik coğrafya içinde gelişince, Hristiyanlık Grekçe konuşan bir din olmuştu. Roma İmparatorluğu'nun Batısı ise Latin kültüründen almıştı nasibini. Hristiyanlık haliyle önce doğuda sonra batıda yayılmıştı. Düzenlenen şûralarda defalarca kılı kırk yarmış ve alınan kararlara uymayanları kapı dışarı etmişlerdi. Bir "imparatorluk dini" oluşuyordu. Oluştu da. Roma İmparatoru artık Patrikle el ele vermişti. Roma demek Akdeniz Havzası demekti. Bu havzada beş Patriklik makamı vardı: Eski Roma (Roma), Yeni Roma (İstanbul), İskenderiye, Antakya ve Kudüs.

1054 yılında ünlü "makas" geldi. Aslında siyasi nüfuz ve önderlik çatışmasında olan iki başpiskopos, Roma ve Konstantinopolis müftüleri gelenek-görenek, kullanılan dil gibi şeyleri bahane ederek ayrıldılar. Esas konu ise kimin daha güçlü olduğuydu. Makas (Schisma), yani yol ayrımı, kolay yenir yutulur lokma değildi, çünkü karşılıklı aforozdu. Roma diğer dört merkezden ayrılmıştı, kendi yolunu çizecekti. Yer yerinden oynadı. Bundan böyle Roma Başpiskoposu zaten kullanageldiği "Papa" sıfatına daha çok sarıldı ve müritlerine Katolik dendi. Katolik Kilisesi oluşmaya başladı. Bundan böyle Konstantinopolis Başpiskoposu da kadim sıfatı olan Patrik diye anılmaya devam etti. Artık (ana hat olarak) iki Hristiyanlık vardı.

Gelenekler ve kullanılan dil o mezhebin, dinin yayılmasında ve kök salmasında çok önemli. Ahalinin anlamadığı bir dilde yayın yapan Tanrı'yı kimse anlamıyorsa o Tanrı kime hitap edecekti? Bu yüzden "ille de Grekçe" diye tutturmadılar doğudakiler. Coğrafî ve millî özelliklere göre otosefal (kendi başına) kilise organizasyonları oluştu. Gürcü, Arap, Yunan hepsi kendi dilinde ibadete ediyordu ve ayinleri de ufak tefek farklılıklar gösterebiliyordu. Yalnız, Grekçenin kültürel üstünlüğünü de korumak gerekiyordu kilisede. Bu yüzden, örneğin Bulgarlar "biz Yunanca anlamıyoruz, biz Bulgarız" diyerek ayrı otosefal bir Bulgar Kilisesi kurmak istediklerinde ve Osmanlı Padişahı da buna irade gösterdiğinde Rum Ortodoks Kilisesine sadece dişlerini gıcırdatarak bunu kabul etmek kalıyordu. Ayrılan her grup biraz da güç kaybıydı. Ayrılmasalardı iyiydi.

Bu büyük ayrılıkla -dile kolay- 910 yıl sürecek olan bir husumet dönemi başlayacaktı. Silahlanmış ve bilenmiş Katolik Avrupalıların Haçlı Seferleri dediğimiz organizasyonlarla "kâfir" Doğu'ya saldırmaları başlamıştı. Derebeyleri sefil halk kitlelerini önlerine katıp Doğu'ya yürüyorlardı. İsa Peygamber zamanından beri Kutsal Topraklar'da kalmış ne varsa alıp "gerçek" Hristiyanlık merkezi Roma'ya götürmekti bahaneleri. Hatta bu seferlerden dördüncüsünde, 1204 yılında Konstantinopolis'i fethetmişti Haçlılar. Birinci Roma'nın emrindeki ordular İkinci Roma'yı ele geçirmişlerdi. Müslüman Türkler henüz yeni yeni yerleşiyordu Anadolu'ya o sıralarda.

Kavramları açalım: Ortodoks "doğru yol" demek ve birçok Hristiyan mezhebi kendisini böyle tanımlayabiliyor, çünkü herkes kendine göre doğru yolda. Hristiyanlaşmış Doğu Roma dönemine ise tarihçiler bugünden geriye baktıklarında "Bizans" derler. Halbuki o zamanın "Bizanslısına" bir sokak röportajında nereli olduğunu sorsaydık muhtemelen kendisini "Rhoma" olarak nitelerdi, yani "Rum".

Kiev Grandükü Vladimir ülkesi ve tebaası için bir "devlet dini" arayışı içindeydi. Bölgesel farklılıklar gösteren heterojen Slav Paganlığı bu işe uygun değildi. Vladimir kendisini ikna etsinler diye çeşitli tek tanrılı dinlerin temsilcilerini sarayına davet etti. Volga Bulgarları İslam’a geçmesini önerdiler. Ancak, alkol yasağı Vladimir’in pek hoşuna gitmemişti. Roma Başpiskoposu Papa’yı temsilen gelen Alman misyonerler ve Yahudi Hazarlar da Grandük Vladimir’e kendilerini beğendirememişlerdi. Bizans Kilisesini temsilen gelenlerin anlattıkları ise beyefendinin hoşuna gitmiş olacak ki, Konstantinopolis’e maiyetinden temsilciler yolladı. Aya Sofya’da ayinlere katılan bu "inanç turistleri" döndüklerinde ayinleri "yerde mi yoksa gökte mi olduklarını bilemediklerini" diye ballandırarak anlattığında Vladimir kararını vermişti. Bizans tarzı Hristiyanlığı kabul edecekti. Vaftiz oldu, halkını topluca vaftiz ettirdi ve Bizans İmparatoru’nun kız kardeşi ile evlendi. Takvimler 988 yılını gösteriyordu. Katolik-Ortodoks yol ayrımından 66 yıl önce…

Böylece Slav dünyasının İstanbul’dan yola çıkılarak Hristiyanlaştırılma süreci başlamış oluyordu. Kiril Alfabesi’ni yaratan Selanikli Aziz Kiril de bu temellerin atılmasında büyük rol oynamıştı. Yazı önemli, yazı olmadan bilgi yayılamıyor. Kiev’de kurulduğu 988 yılından beri Fener Patrikhanesine bağlı olan Rus-Ortodoks Kilisesi, Metropolitliği (yönetimi) 1326 yılında Kiev’den Moskova’ya taşımış ve 1448 yılında kendisini otosefal ilân etmiş. 1589 yılında Moskova’da toplanan şûra ayrı bir patrikhane kurulmasına karar vermiş. Akabinde, 1590 yılında İstanbul’da toplanan şûra da bunun kilise hukukuna uygunluğunu onaylayınca her şey tekrar rayına oturmuş. Bizim "deli" dediğimiz Çar Büyük Petro 1721 yılında Moskova Patrikhanesini lağvetmiş, Rus Kilisesini ve Kutsal Şûrasını devlet kontrolüne almış. 1917 Ekim Devrimi ile tüm dini yapılanma yenilenmiş. Velhâsıl bir türlü huzura kavuşamamış Rus Ortodoks Kilisesi. 

Osmanlı Padişahı II. Mehmet 1453’te Konstantinopolis’i aldı ve başkent yaptı. Kendisine "Kayzer-i Rum" dendi, yani "Roma İmparatoru". Hatta Katolik Papalık çok sevindi bu işe, çünkü bir Müslüman Türk, düşmanları olan Ortodoksları yenmişti. Tam da bu fetih üzerine Moskova, Ortodokslar üzerindeki prestijini artırmış ve III. İvan zamanında Moskova’nın "Üçüncü Roma" olduğu tezi ortaya atılmış. Ruslar kendilerini Bizans’ın varisi ve tüm Ortodoksların koruyucusu olarak görmeye başlamış, Moskova Patrikhanesi’ni Fener Rum Patrikhanesi’nin üzerinde görmüşler. Buyrun Fener ve Moskova arasındaki liderlik rekabetine!

Bu görüşe göre Ortodoks dünyasının asıl lideri Moskova’dır. Ne de olsa İstanbul’daki birkaç bin kişilik Fener cemaatine karşın Moskova’nın 200 milyondan büyük cemaati var.

Fatih fetihten sonra Gennadios'a Patriklik beratını ve asasını veriyor

Fener Rum Patrikhanesi ya da Kostantiniyye Ekümenik Patrikhanesi, Ortodoks Hristiyanlığı temsil eden Doğu Ortodoks Kilisesi'ni oluşturan 14 otosefal kiliseden biri, ama en önemlisi. Buranın Patriği diğer Doğu Ortodoks episkoposları arasında "Primus inter pares" (eşitler arasında birincisi) unvanını taşır ve tamamıyla özerk olan otosefal kiliselere müdahale etmez. Buna rağmen dünyadaki yaklaşık 300 milyon Ortodoks Hristiyanın temsilcisi ve dini lideri olarak görülür, yani ekümeniktir. Ekümenik, cihanşümul, tüm dünyayı kapsayan anlamına gelir. Kendilerini böyle tarif etmektedirler, 6. yüzyıldan beri bu böyle.

Birinci Dünya savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde azınlıkların durumu Lozan Anlaşmasında tespit edilmiştir. Türkiye'nin bakış açısıyla ise Fener Patrikhanesi sadece İstanbul Rumlarının ruhani ihtiyaçlarını karşılayacak bir kurumu. Bu da diğer tarif. Birilerinin ekümenik diye anlayarak etki çapını genişlettiği, diğerlerinin İstanbul ile sınırladığı Patrik anlaşmalara göre Türk vatandaşı olmak zorunda.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Yalta Konferansı'nda Avrupa'nın paylaşılması Roosevelt'i çok mutlu etmemiş olmalı. Stalin önderliğindeki "komünist-ateist" SSCB Doğu Avrupa'da kendisine peyk devletlerden bir tampon bölge oluşturmuş, adını da Demir Perde koymuştu. Amaç, Batı'dan olası saldırılara bu tampon bölgede cevap vermekti. Batı ise başka bir silaha davrandı: Din.

Ama neydi bu Hristiyanların durumu böyle? Katoliklerle Ortodokslar yüzyıllardır küs, hatta düşmandılar. Nasıl olacaktı da ateist Sovyetlerin içindeki Ortodoksluk, Katolik Polonya'nın içindeki Hristiyanlık gıdıklanacaktı? Barışmaları gerekiyordu. Sıcak savaş bitmiş, soğuk savaş başlamıştı. 1948 yılında Fener Rum Patriği Maximos öldü. Yerine kimse seçilemiyordu. Çünkü T.C. vatandaşı ve gerekli eğitimi almış bir aday yoktu. Bir aday bulundu, ABD vatandaşı Athenagoras. Yeşilköy havaalanında uçaktan inmeden kendisine Türk vatandaşlığı tevdi edilmişti. Ne de olsa özel bir misyonu vardı.

Ortodoks Ruslar artık ateist bir ülkede yaşıyorlardı. Hemen Batılarında Katolik Polonya vardı. Haritada Polonya'dan güneye doğru inildiğinde ya Katolik ya da Ortodoks milletler vardı. Ama hepsi "Sovyet boyunduruğu" altındaydı. Avrupa'nın en güneydoğusunda küçük ama imanı kuvvetli Ortodoks Yunanistan vardı. Onun da doğusunda Müslüman Türkler yaşıyordu. Türkiye de dahil tüm Batı Avrupa'yı içine alan Kuzey Atlantik Paktı NATO kuruldu. Müslüman Türkiye hemen NATO'ya alındı.

Türkçe bilmeyen Patrik Athenagoras zamanının Papası VI. Paul ile 1964 yılında Kudüs'te buluştu. Karşılıklı olarak aforoz kaldırıldı ve 910 yıllık düşmanlık sona erdi. Sovyetler'e karşı din silahı ateşlenebilirdi artık.

Buradan Polonyalı bir Papa'ya, Polonya tersane işçilerinin direnişine, Çekoslovakya, Macaristan ve Doğu Almanya'da insanların kiliselere akın etmesine ve Gorbaçov'a uzanan bir yay çizilebilir istenirse. Konu inanç özgürlüğü olunca akan sular duracaktır ne de olsa.

Nitekim SSCB çöktü.


Fener Patrikhanesi 2018, Yuroşenko ve Bartolomeus

Son 30 yıldır NATO'nun Doğu Avrupa'da nüfuz alanını genişletme arzusu aşikâr - "genişlemeyeceğiz" denmesine rağmen. Önce bir Ukraynalılık kimliği oluşturmak gerekti. Halbuki dilleri de bir, dinleri de. Nasıl olacak da yeni bir "ulus" yaratılacak? Bari din meselesini biraz daha kurcalayalım. Henüz 2018 yılında Ukrayna Kilisesi resmi olarak Moskova Patrkihanesi'nden ayrılıp otosefal bir kilise olarak kabul gördü. İmzalar İstanbul'da Haliç kıyısında atıldı. Yüz küsur sene önce Bulgarlar ayrılmak isterken "aman ayrılmayın" diyen Ekümenik Patrikhane bu kez Ukraynalılara "ayrılın" diyordu. O günlerde Türkiye Dışişleri Bakanlığı da çok üzerine vazifeymiş gibi "tabii, destekliyoruz bu ayrılığı" gibilerinden demeçler sallıyordu.

Ukrayna Kilisesi'nin Moskova Kilisesinden ayrılma töreninin ardından Haliç'te çanlar çalındı.

Nasıl işlerdi o işler? Din işleri, devlet işleri…

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de Alman İzleri (IX) | Dostluk Yurdu

O günlerde Galiçya cephesinde zaferden zafere koşan Mareşal von Mackenzen'in "Türkiye Türklerindir" ve "Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır" diye biten telgraf metni oldukça alkış topladı. Hâlâ kullanılan "Türkiye Türklerindir" sloganı demek bir Alman'dan çıkmış.

Üzüm Bayramı

Apostolik Ermeniler her sene 15 Ağustos günü kutlanan Asdvadzadzin gününe en yakın pazar günü üzümleri kutsarlar, yani "okurlar" üzümü. Dindar Apostolik Ermeniler daha önce üzüm yemez. Cemaat üyeleri kilolarca üzümü bayram öncesinde kiliseye bağışlarlar ve okutmak için getirirler. Kilise bahçelerine kasalar dolusu üzüm yığar, halka dağıtırlar

Türkiye'de Alman İzleri (VIII) | Almanya'da unutulmuş bir kunduracı çırağı

Oğlu Rudi Achmed'den bir kız bir erkek iki torununu ve onlardan olan üç torun çocuğunu da gören Achmed Talib Doğu Almanya'dan hiç çıkamadı. Hatta, Fürstenwalde'den çıkamadı