25 Mart 2014

Ya halk demokrasi istemiyorsa?..

Seçmenlere sorsak: Demokrasi istiyor musunuz? Alacağımız cevap kuşkusuz "evet" olacaktır. Peki, ya ortaya bir ikilem koysak...

Seçmenlere şu soruyu sorsak:
- Demokrasi istiyor musunuz?
Alacağımız cevap kuşkusuz "evet" olacaktır.
Özellikle de bu soruyu, ateşli seçim konuşmalarının yapıldığı sahnelerden önümüzdeki - koro halinde bir şeyler bağırarak kendini oyunun bir parçası olarak görme isteğindeki - kalabalıklara yöneltsek, duyacağımız kelime bellidir:
- Eeeveeeeeeet!..
Benzer bir tempoyla aynı türden başka sorular sıralasak:
- Özgürlük istiyor musunuz? İnsan hakları istiyor musunuz?
Yine aynı cevapla karşılaşırız.
Peki, ya ortaya bir ikilem koysak:
- İnsan hakları mı, iş ve ekmek mi?
- Özgürlük mü, istikrar mı?
- Demokrasi mi, güvenilir iktidar ve huzur mu?

Tercihler hangi yönde olur acaba?

*   *   *
 

Karadeniz ve Güneydoğu gezileriyle ilgili daha önce yazdıklarıma ek olarak birkaç izlenim aktarmak istiyorum.
"Sokaktaki adam" ile konuşurken - eğer o kendini "gazeteciye demeç veren önemli şahsiyet" olarak hissedip rol yapmaya başlamazsa - günlük hayatta demokratik değerlerin hiç de öyle büyük bir yer kaplamadığı ortaya çıkıyor.
Burada sadece "ekonomik menfaat", ya da "seçim avantası" gibi şeylerden bahsetmiyorum. Gerçi o da son derece önemli. Hatta belki de en önemli etken. (Fotoğrafta, AKP tarafından Ordu'da dağıtılan "erzak yardımı"nın içine konduğu "siyasi torba"yı görüyorsunuz.)
Sözünü ettiğim farklı bir konu: İnanmakla ve güvenmekle ilgili. Sanırım "ortalama seçmen" bilgiyle ve muhakemeyle çok fazla ilgilenmiyor. O bir partiye, daha doğrusu bir lidere inanıyor ve güveniyorsa, tamam! Gerisi "laf-ı güzaf"...
Rüşvet ve yolsuzluk konusu böylesine ayyuka çıkmışken ve artık neredeyse iktidar tarafından yalanlanmıyorken, AKP'li seçmenlerin büyük bölümü meseleye karşı şaşılacak kadar duyarsız, hatta bazen neredeyse bu tür suçları olağan görüp savunma eğiliminde.
"N'apalım, herkes çalıyor!", "Bizimkiler çalsa bile iyi hizmet veriyor", "Ama çalınan paranın bir bölümü de hayır için harcanıyor" türü bir dizi "savunma" duydum. En ilginçlerinden biri de "Başbakan Tayyip Erdoğan'ın memleketi" sayılan Rize'de telaffuz edildi:
-   Başkası çalacağına bizim hemşerimiz çalsın!..
Herhalde bu durum, "dinine bağlı" ve ahlak, vicdan, şeref gibi kavramlara tutkun olduğu izlenimini veren bir toplum açısından ilginç bir realiteyi ortaya koyuyor.

*   *   *

Herkül Millas, 11 Mart 2014 tarihli Zaman Gazetesi'ndeki "Eğer seçmen" başlıklı yazısında şöyle yazıyordu:
"Ya seçmenin önemli bir kesimi demokrasi istemiyorsa, yalnız inanmak ve birine güvenmek istiyorsa…
Ya vesayet ve bir vâsi arıyorsa, ne olursa olsun tek bir kişiye körü körüne sarılmak ihtiyacındaysa… Kendi kararlarını almak değil, birinin onu elinden tutup yol göstermesini bekliyorsa… Böyle bir durumda daha güvenli hissediyorsa… Kendine güveni kendine yetmiyorsa… Birey olmak ve bunun yükünü kaldırmak istemiyorsa… Kimi zaman ağaya, padişaha kimi zaman askere, kimi zaman sivil veya dinî bir mürşide yaslanmayı hayal ediyorsa… Böyle durumlar ona huzur sağlıyorsa… Düşünmeden ama mutlu yaşama yordamını bu biçimde elde etmişse… Ve en doğal biçimde, bu şekilde mutlu yaşamayı en doğal hak ve en doğal seçim saymışsa…"

Bu satırları okurken dudaklarıma acı bir gülümsemenin yerleştiğini fark ettim. Yıllar boyu Rusya'yı anlatmaya çalışırken "burada demokrasi ve özgürlük değil, güçlü lider ("demir yumruk") tarafından sağlanacak adalet ve huzur önemlidir" diye defalarca yazdığım aklıma gelmişti.

*   *   *

Bölgelerde gördüğüm AKP adayları ve örgütleri, toplumun önemli bölümünün Erdoğan'a inanmış ve güvenmiş olmasından azami ölçüde nemalanmayı, neredeyse "temel seçim stratejisi" olarak kullanmaya çalışıyordu. İki cümleden birinde "Sayın Başbakan" parlatılıyordu.
Yerel olana ilgi az gibiydi. Onun yerine meselenin "genel seçim", hatta "Türkiye'nin kaderinin belirlenmesi" gibi ateşli bir platforma çekilmesinin "yüzde 50'lik oy potansiyelini konsolide etmek" amacına daha uygun olduğunu görüyorlardı. (Bu arada "İstanbul'da tüp geçit ve üçüncü köprü yaptık" propagandasının, mesela, Ordu'da veya Mardin'de kullanılması da enteresandı; sanki geçit ve köprünün bir ucu bu şehirlere uzanıyormuş gibi.)
Bundan dolayı yanımızdaki yabancı meslektaşlar, hatta biz yerli gazeteciler tarafından "Bu kadar yolsuzluk ve skandal varken, iktidar partisinin adayı oy almakta zorlanmaz mı?", diye yöneltilen sorularla karşılaştıklarında karşımızda bıyık altından gülüyorlardı.
Doğrusu ben her şeye karşın AKP'nin daha etkili ve karizmatik adaylar çıkarabileceğini düşünüyordum. Gördüğüm iktidar adaylarının neredeyse tümü beni hayal kırıklığına uğrattı. Anladım ki, "lidere bağlılık ve sadakat varsa, gerisi teferruattır".
Bununla birlikte AKP'li belediye başkanı adaylarının tavırlarında, mimik ve jestlerinde, sahip oldukları karizmadan katbekat büyük bir özgüven, yer yer karşısındakini peşinen küçümseme eğilimi ve yüklü bir kibir net olarak gözlenebiliyordu.

*   *   *

CHP'li adayların bir kısmının "halka yaklaşmak" bakımından sıkıntı çekecek kadar "aydınlanmış" olduğu izlenimine kapıldım. Kürt bölgeleri ise bu partinin neredeyse tümüyle ilgi alanı dışında bıraktığı koca bir coğrafya gibiydi.
Giresun Belediye Başkanı Kerim Aksu gibi oldukça karizmatik ve aktif liderlerin ise CHP içinde daha etkili konumlara neden gelemediğini/getirilemediğini doğrusu merak ettim.
Kürt adaylar, gördüğümüz hemen herkes içinde en fazla "sahici insan" olanlardı. Üslupları daha mütevazı, içten ve ciddiydi. Acaba hapisler, işkenceler, baskılar yaşamalarından mı, yoksa barış sürecindeki hassas sorumluluklarından mı, diye düşünmeden edemedim.
Özellikle de görüştüğümüz tüm adaylar arasında en yaşlısı olan Ahmet Türk'ün, bazı meslektaşlarımızın "Bir politikacı kadar da açık olabilir mi! Galiba bunda da bir iş var!" diyerek şaşırmasına yol açtığını vurgulayayım.

*   *   *

Bir de, nasıl söyleyeyim, bizim memleket elbette çok büyük, ama... Karadeniz'de sanki bir ülkede, Güneydoğu'da ise bambaşka bir ülkede gibiydik. İnsanlar, tavırlar, alışkanlıklar epeyce farklıydı...
Karadeniz'de, örneğin, Trabzon'da Kürt sorunu açıldığında genellikle siyasi muhataplarımızın keyfi belirgin olarak kaçıyordu. Güneydoğu'da, örneğin, Diyarbakır'da ise her yer öylesine yeşil, sarı ve kırmızı renkteydi ki...
Farklı coğrafyalardan ve etnik kökenlerden yurttaşların bir an önce önyargılarını bir kenara bırakarak birbirini tanıyıp anlamaya çalışmasının en önemli görev olduğu hissiyle döndüm geziden.


@AksayHakan

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"