"Çocuklar, bugünkü dersimiz kompozisyon. Size bir kelime vereceğim.
Önce onu en uygun yerinden ikiye bölüp bir cümlede kullanacaksınız.
Sonra en iyi cümleyi seçeceğiz ve herkes o cümleyi başlık yaparak bir yazı yazacak!..
Kelimeyi veriyorum: Kabaaa - taşşş...
Haydi çocuklar!.. Önerisi olan var mı?..
Evet, aferin. Yazımızın başlığı, "Diliniz KABA vicdanınız TAŞ" olsun.
En iyi yazıyı özel olarak okul müdürümüze de götüreceğim. Göreyim sizi!.."
* * *
Ve koca koca çocuklar, aynı başlıkla kompozisyonlarını, yani yazılarını yazdılar.
Yazıları aynı gün, okul duvarına, pardon, yandaş gazetelere basıldı.
Hiçbiri "ben bağımsızım, bana yazı konusunu, hele hele başlığını dayatamazsınız" falan demedi.
Hepsi kuzu kuzu oturdu yazdı.
Eee, kolay değil. Sınıfta kalma tehlikesi var.
Üstelik konu "okul müdürü" ile çok yakından ilgili.
Çünkü vaktiyle "müdürün müritlerinden birinin gelini" bir "Kabataş hikâyesi" uydurdu. Hikâyede Allah için her şey var: Rahatsız etme, laf atma, saldırı, şiddet, çiş yapma, cinsel taciz vs. Kahramanı kendisi. Bir de bebeği var. Yardımcı oyuncular en az 70-80 kişi. Hem de tümü yarı çıplak, elleri eldivenli, kafalarında bandana...
Velhasıl senaryonun, yani hikâyenin konusu epeyce karmaşık.
E müdür de o günlerde sıkıntılı ve kızgın tabii. Almış bu hikâyeyi. Bütün sınıflarda anlatmış da anlatmış...
Hatta "bu hikâyenin bir de filmi var" demiş.
* * *
Gel zaman git zaman...
Birçok insan buna inanmaz olmuş. "Bu hikâye bile değil, saçma sapan bir masal" demişler.
Kesin fikri olmayanlar, illaki "o film"i izlemek istemiş.
Ne var ki film bir türlü ortaya çııık-maaa-mııııışşş!!!
Müdür hâlâ kızgın.
Bu saatten sonra film falan da yapılmaz haliyle.
Ama "eli kalem tutan çocuklar"a sıkı kompoz..., yani yazılar sipariş etmek mümkün.
"Sonra aynı anda hep bir ağızdan yazıları okuttururuz.
En azından sıkı bir gürültü çıkar.
Çatlak sesleri bastırır.
Bu da müdürün hoşuna gider."
Diye düşünmüşler.
Ve hatta bu buluşları kendilerinin çok hoşuna gitmiş, çok sevinip birbirlerini kutlamışlar.
* * *
Dün bu "yazı konusunu, hatta yazı başlığını kendi başına belirleyemeyen" sadık ve çalışkan öğrencilerin yazıları aynı anda yayımlandı.
Malum gazetelerde: Star, Yeni Şafak, Sabah, Türkiye, Yeni Akit...
Çocukların sayısını haberlerde 12 olarak veren de vardı, 13, 14, hatta 15 olarak veren de.
Ama bu karmaşa, çocukların veya habercilerin suçu değil, "organizatör hatası".
Mesela, geçen yıl, yine mart ayında, "organizatörler" daha derli toplu bir adım at(tır)mışlardı. Yandaşlar, "Medyanın devlerinden ortak bildiri" diye "bomba gibi" bir başlık altında kendi kendilerine reklam vererek - "İğrenç ihaneti lanetliyoruz" başlığı altında Dışişleri'ndeki dinleme olayına sinirlenmiş gibi yapan - bir toplu açıklama yayımlamışlardı.
Orada hepsinin adı vardı. Gazeteler, televizyonlar, internet siteleri, hatta bunların "önemlerine göre" sıraları: "Pravda-1", "Pravda-2", "Pravda-3"...
Biz de olayı haberleştirirken hiçbirini unutmamıştık.
* * *
Bu seferki "çıkış" yine organize, tamam, yine "yukarıdan" planlanıp düzenlenmiş. Ama...
Nasıl diyeyim, biraz garip sanki bu sefer...
Yani eğer direktif, "hep birlikte aynı başlıkla ve aynı konuyla yazılar yazılacak" ise...
Sayı niye bu kadar az?
40-50 kişinin, hatta o gazetelerdeki bütün köşe yazarlarının aynı anda aynı yazıyı yazması "daha etkili" olmaz mıydı?
Ve yandaş televizyonların, radyoların falan da olaya aktif katılması?
Hatta yazıları yazanların aynı anda bir meydanda, mesela, Kabataş İskelesi'nin önünde toplanarak yazdıklarını yüksek sesle okumaları?
Bizzat Müdür'ün "en iyi hikâye yazarını" seçmesi ve boynuna bir madalya takması?
Hikâyenin yazarı olan o çilekeş annenin de, Müdür'ün eşinin yanında durarak yazıları dinlerken sessizce gözyaşı dökmesi?..
@AksayHakan