11 Ağustos 2013

Üç çocuk isteyen Erdoğan, Putin'i kıskanırken bir şeyler unutuyor

Erdoğan, annelerden çocuklarını devlete 'hibe' etmelerini istedi. Artık hiç mi karşılığı yok insan hayatının?

\

Başbakan Tayyip Erdoğan yine "üç çocuk" konusunda konuştu. Ama bu sefer hafif kırgındı. "N'olmuş sanki üç çocuk istediysek" tarzı bir sitem yolladı. Yollarken de Rusya lideri Vladimir Putin'den örnek verdi:

- Üç çocuk önerisini Putin söylediğinde oluyor da, Erdoğan söylediğinde neden rahatsız oluyorsunuz?

Gerçekten de ilginç bir Başbakanımız var. Kendinden "üçüncü tekil şahıs" olarak bahsetmeye iyice alışmasından başka, ülke içindeki gelişmelerle uluslararası gerçeklikleri çok rahat yan yana koyabiliyor. Yukarıdaki cümleden sanki Putin'in CHP Genel Başkanı olduğunu veya Türklerin "3 çocuk konusunu Vladimir Bey öneriyorsa tamamdır" dediğini düşünebilirsiniz.

Erdoğan’ın seçtiği anlatım ve söyleyiş tarzı, onun sanki Putin’i kıskandığını vurgular gibiydi. Neden acaba? Bir zamanların “yakın dostları”, Suriye konusunda aralarından kara kedi geçeli beri birbirlerine mesafeli davranıyorlar, ondan mı? Birkaç gün önce “yeni Ortadoğu girişimleri” için Putin’i telefonla arayan Erdoğan’ın bir kez daha beklediğini bulamamasından mı? Yoksa mesele Başbakanımızın, Türkler ile Rusları “üç çocuk makineleri” olarak tek bir halk gibi görüp de Rusların doğurma çabalarının daha iyi gitmeye başladığını fark etmesi sonucu duyduğu tepki mi? Ya da hepsi mi?

Meseleye yakından bakalım.

 

Büyük lider aile planlamasına karışamaz mı yani?

 

AKP'nin bayramlaşma programında konuşan Erdoğan şöyle dedi:

- “Bizim yaşam tarzımıza karışıyorlar, nerden çıktı bu 3 çocuk” filan diyorlar. Böyle bir yasa yok. (Henüz yok; dua edin!) Ben bir başbakan olarak 3 çocuğu tavsiye ediyorum, bu benim en doğal hakkımdır. (Başbakan karışmayacak da kim karışacak bu işe, Allah aşkına!) Kimseye silah dayamıyoruz. (Bu daha iyi günleriniz!) Ben bu davaya gönül vermiş hanım kardeşlerime, gelin en az 3 çocuğu bu vatana hibe edin, diyorum. (“Dava uğruna” çocuklarını AKP’ye bağışla, vatandaş!) Yapmayacaksa yapmasın, öyle bir derdimiz yok. (Burada “kırgınlık vurgusu” var. Tıpkı Zeytinburnu’ndaki yüksek binayı “Tıraşla bunu biraz” dediği eski arkadaşı tarafından reddedildiğinde kullandığı yüz ifadesi. O olayın sonunu bilmeyen var mı?..) Biz, AK Parti olarak bunu teklif ediyoruz. (Yani artık sadece kendisi değil, bütün parti! Yakında AKP Tüzüğü’ne de girer bu konu!) Bunu Rusya'da Putin söylediği zaman oluyor da Türkiye'de Tayyip Erdoğan söyleyince neden rahatsız oluyorsun? (Çünkü Putin... Neyse! Açıklaması az sonra...)

Sonuç? Erdoğan, hayat tarzına karışmaya devam ediyor ve edecek. Üstelik o bir diktatör değil ki! Silah kullanmıyor! Ama ısrarla tavsiye ediyor işte! Doğursalar ne olur sanki!..

Tıpkı içki içmek, dizi filmlerin içeriği, kızlarla erkeklerin samimi görüntüleri ve kürtaj gibi, bu konu da “muzaffer olana kadar” sürdürülecek. Anlamayan var mı?

 

Putin azalan nüfusu kurtarmak için elini cebine attı

 

Sovyetler Birliği 300 milyon civarındaki nüfusuyla Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın en kalabalık üçüncü ülkesiydi. Devlet 15 parçaya ayrılınca kabaca bunun yarısı Rusya Federasyonu’nda kaldı. Ama o da 90’lı yıllarda başlayan demografi krizi nedeniyle hızla azalmaya başladı.

Bugün 7.1 milyarlık dünya nüfusu içinde Rusya 143 milyonla 9. sırada. Nüfus artış hızı yüzde 0,013 civarında. (Türkiye ise 76 milyonla 18. sırada. Artış oranı yüzde 1,20.)

2009’da Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Raporu’nda, böyle giderse Rusya nüfusunun 2025’e kadar 11 milyon daha azalacağı öngörüsü vardı.

Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesinden itibaren Rusya bu sorunla mücadele etmeye koyuldu. Her yıl nüfusun birkaç yüz bin kişi azalması, özellikle de halkın yüzde 80’ini oluşturan Rus etnik topluluğu arasında ölümlerin doğumlardan fazla olması, Kremlin’in temel gündem maddelerinden biri oldu. Sonunda 2011’den itibaren nüfusun azalması önce göçmenler yardımıyla, sonra da iç dinamiklerle engellenebildi. Ama henüz düzlüğe çıkılmış değil.

Olayın kökenine inmek için yapılan çalışmalar sonucu birçok soruna el atılması (toplumun ekonomik ve sosyal durumunun iyileştirilmesi, çocuklarla ilgili sağlık ve eğitim hizmetlerinin geliştirilmesi, alkolizmle mücadele, kürtajların azaltılmasını özendirmek vb.) önemli rol oynadı.

Burada en önemli adımlardan biri de, 2007 yılından itibaren her aileye ikinci ve daha sonraki her bir çocuk için (evlat edinilenler de dâhil) ciddi maddi yardım yapılmasıydı. (2007’de birinciden sonraki her bir çocuk için 250 bin ruble yardım edilirken bugün bu rakam 409 bin rubleye - 24 bin TL’den biraz fazla – yükseltildi. Yardım devletçe, çocuğun eğitim, konut, beslenme ve başka ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak sağlanıyor.)

Yani? Yani Putin sadece yıllarca “3 çocuk doğurun!” çağrıları yapmakla kalmadı; bunun koşullarını oluşturmaya çalıştı ve elini cebine attı. Türkiye ise hâlâ işin bu boyutlarını “düşünme” aşamasında... Yani “hamasi nutuklar” düzleminde...

 

Bir insan hayatının bedeli nedir?

 

Erdoğan’ın yukarıda aktardığımız konuşmasındaki belki de en önemli cümlesi kadınlara, pardon, “bayanlara” veya onun deyişiyle “hanım kardeşlerimize” ricasında gizli:

- Gelin, bu millete üç çocuk hibe edin, lütfedin diyorum. Bu milletin güçlü olması lâzım!..

Gücü bir kez daha büyüklükte bulduk. Yani sayımızın kalabalık olmasında. Zaten yine bugünlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Müslüman bir ülke olduğumuzu” hatırlatarak ilginç bir tavsiyede bulunmuştu (yöneticilerimiz tavsiye vermeyi ne kadar da seviyorlar, değil mi?)

- Bizden mucit çıkmaz! Gençleri ara eleman olarak yetiştirmeye odaklanalım!..

Gücümüz “niteliğimizde” değil kalabalık olmamızda ise, elbette olabildiğince çok doğurmalıyız: 3, 4, 5...

Ve “milletin güçlü olması için” kadınlar doğurdukları bu çocukları “hibe etmek” durumunda!..

Hibe...

Bu, belki de Erdoğan’ın bugüne kadar kullandığı anlatımların en korkunçlarından biri. Hibe kelimesi, TDK’da “bağış” anlamına geliyor; yani “bir mal veya hakkı, karşılık beklemeden birine vermek.”

İnsan hayatının değerinde geldiğimiz aşama bu mu? Çocuk doğurup “dava adına” birilerine “bağışlamak” mı?..

Sonra o (bağışın yapıldığı kişi veya kurum) ne yapacak çocuklarımızı? Suriye’ye mi gönderecek? Gezi Parkı eylemlerini bastırmaları için mi yollayacak? İçki içenlerin cezalandırılması için mi kullanacak?

Ne yapacak?..

Belki de “dava uğruna” feda edecek? (Bu “dava” denilen “kutsal” amaçlar, hep kanlı birer canavar gibi çünkü; marşlar, ezanlar ve bayraklar eşliğinde durmadan birilerinin canını öğütmesi gerekiyor.)

Bir anne çocuğunu hibe eder mi hiç? Hiç mi karşılığı yok bu memlekette insan hayatının?

Geçen gün “av yasakları” kapsamında öğrendik ki, Türkiye’de “devlet izni olmadan” bir kargayı öldürürsen ucuz kurtuluyormuşsun. Çünkü karga hayatının bedeli 50 TL olarak belirlenmiş. Kurt bin TL, kelaynak 5 bin TL, ayı 5 bin TL, yabankeçisi 12 bin TL, alageyik 25 bin TL, leopar 50 bin TL, Anadolu yaban koyunu ise 60 bin TL bedelle “değerlendirilmiş”.

Ama insan hayatının üç kuruşluk karşılığı yok. “Dava için” doğur! Ve birilerine “hibe” et! Gerisine de karışma!..

 

@AksayHakan


 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"