25 Mayıs 2025
Biz kedilerin hafızaları güçlüdür. Ama günce tutmayız, tarihleri de ezberlemeyiz.
Hakkımdaki konuşmalardan anladığım kadarıyla, olay, bizim için özel bir ay olan Mart’ın ikinci haftasında başladı.
Aslında sıradan bir gündü ve ekmeğimin peşindeydim. Artık fakir insanların semtlerinden yiyecek beklemenin faydasız bir işe dönüştüğünü anlayan akıllı bir kedi olduğumdan limana gitme kararı almıştım.
Orada çok rakip yoktu ve hem Türk hem de yabancı gemilerden farklı lezzetler bulma ümidi fazlaydı.
Sabahtan öğlene kadar pek bir şey çıkmayınca limana yaklaşan gemilerden en büyüğünü gözüme kestirdim.
Güvenlik önlemleri gevşekti, ben de nöbetçilerin gevezelik yaptığı bir anda gemiye sızdım. Koca koca parlak metalden evlerin arasında dolaşmaya başladım (onlara konteyner deniyormuş, son aylarda en sık duyduğum kelimelerden biri bu).
Bir tanesinden hiç bilmediğim ama balık kokusuna benzer bir enerji yayılıyordu sanki.
Derhal içine daldım ama yokladığım ilk kutuların hepsi sımsıkı kapalıydı. Birini tam zorlamaya başlamıştım ki, koca metal evin kapağı kapatılıverdi.
Bir karanlık bir karanlık oldu ki, sormayın! (Orada olsaydınız gözlerimin nasıl parladığına şaşırırdınız mutlaka.)
Epeyce zaman geçti; ne karanlık dağıldı, ne de ben oradaki kutulardan birini açabildim.
Bir ara bir koşturma, bir bağrışma oldu; geminin düdüğü uzun uzun çalarak beni korkuttu. Sonra sallanmaya başladık.
Bir süre sonra her şeye alıştım ama açlığa alışmak zordu.
Avazım çıkana kadar miyavladım, kimseye duyuramadım.
Bitkin düşüp uyuyakaldım.
* * *
Uyandığımda gemi daha çok sallanıyor, çevremden de gür sesler yükseliyordu.
Karnım çok açtı. Tekrar miyavlamaktan başka çarem yoktu.
Bir süre sonra neredeyse umudumu kesmiştim ki, konteynerin kenarından tanıdık bir ses geldi:
“Pisi pisiii, pissstt!”
Ömrüm boyunca her zaman sinirime dokunan bu ses (çünkü sık sık bu sesi çıkaran insanlara bir şey verecekler mi diye bakarsın, onlarsa sana pişmiş kelle gibi sırıtırlar), şimdi bir kurtuluş ümidi olmuştu.
Ama beklediğim gibi çıkmadı. Konteyner açılmadı.
Ancak kenarındaki delik azıcık genişledi ve oradan bana bir bölümü yenmiş kuru bir ekmek parçası atıldı.
Balık kokuları arasında devasa büyümüş bir açlık karşısında kenarları ısırık dolu küçük bir ekmek parçası tam bir hayal kırıklığıydı doğrusu. Ama kapris yapacak halde değildim.
Az sonra çevredeki insanlar hatalarını anladılar ve hem çeşitli yiyecekler hem de su verdiler.
Karnım doyduktan sonra onlardan beklediğim, beni bu karanlık evden çıkarmalarıydı.
Olmadı.
Uzun süre böyle devam etti. Yemek aralarında uyudum.
Bir ara gemi şiddetle sallandı. Bağrışmalar arttı.
Sonra yine bir sessizlik oldu ve içinde bulunduğum konteyner kanatlanmış gibi havalanıp salıncak misali sallanmaya başladı. Neredeyse yediklerimi çıkaracaktım ki, gürültüyle bir yere indik. Bir süre sonra da farklı dillerden birçok insan benim konteynerin yanına geldi.
Küçük delikten beni görmeye çalışıyorlardı ama ben gizlenmenin daha doğru olacağını düşündüm.
5-10 dakika sonra kalabalık dağıldı.
Sonra biri geldi ve delikten bana seslendi:
“Kis kisss!”
Bu seslenme tarzı “pisi pisi”den daha sinir bozucuydu. Yine de yaklaşıp baktım.
Delikten küçük balıklar atmıştı. Bayram diye işte buna derim ben! Ne fark eder “pisi pisi” de olur “kis kis” de…
* * *
Bir süre sonra konteyner açıldı. İri yarı adamlar bana doğru ilerledi. Korkumdan çevremdeki kutuların en üsttekine çıktım.
Ama sayıları fazlaydı. Kısa zamanda yakalandım.
Beni küçük bir kedi sepetine koydular. Ve ben hücre cezasının ne olduğunu o anda anladım. Sağa sola zor dönüyordum. Bol delikliydi ama sonuçta hapis gibi olduğumdan nefes almak zor geliyordu.
Hücrem küçüktü ama yemekler ömrüm boyunca yediklerimden daha iyiydi.
Bir gün resmî giysileri olan silahlı insanlar geldi. Bana kuşkuyla baktılar. Hatta sanki casusmuşum da bir şeyler saklıyormuşum gibi olur olmaz yerlerimi aradılar.
Ben “kurşuna dizilecek ne yaptım?” diye düşünürken onlar ellerindeki kâğıda bir şeyler yazıp hızla uzaklaştılar.
Ardından hayat güzelleşti. İçinde hapsedildiğim kutu epeyce geniş ve fiyakalı bir başkasıyla değişti. Bana yumuşak bir yatak verildi. İşte buna evim diyebilirdim artık.
Yemekler mükemmeldi. Hatta bana vaktiyle ev kedilerine verildiğini duyduğum tırmalama direği hediye ettiler.
Tam direği tırmalamaya başlamıştım ki sarışın bir dişi kedinin uzaktan beni izlediğini gördüm; bir yandan ona bakarken tırmalama hızımı arttırdım. O sırada birileri ona “Murka” diye seslendi ve kız hızla uzaklaştı.
Günler böyle geçiyordu. Aslında konforum önceden hayal bile edemeyeceğim kadar artmıştı, keyfime diyecek yoktu. Ama ben yine de zaman zaman İstanbul sokaklarında serseri adımlarla dolaştığım eski özgür hayatımı özlüyordum.
Bu arada çevremde toplanan insanlardan “İstanbul” benzeri bir kelimeyi sıkça duyuyordum; “Stambul” diyorlardı (herhalde dilleri o kadar dönüyordu). Çoğu zaman o kelimeden sonra “Novorossiysk” kelimesini telaffuz ediyorlardı.
Daha sonra bana “Burak! Burak!” diye seslenmeye başladılar. Bir anlam veremediğimden çağrıları cevapsız bıraktım.
Beni karantinaya almışlardı. Neredeyse iki ay böyle geçti.
Yeni hayatıma alışmıştım ama içimde bir his, bunun böyle gitmeyeceğini söylüyordu.
İki ay kadar sonra, yani Mayıs başlarında Krasnodar Bölgesi veterinerleri tarafından kontrollerim ve aşılarım başladı.
Bu iş pek hoşuma gitmedi ama her sıkıntılı andan sonra bir ödül maması almak fena değildi.
* * *
Bir gün yaşlı bir adam geldi ve beni kutumdan çıkarıp kucağına alarak uzun uzun okşadı. Bir sokak kedisi için ender yaşanan mutluluktur bu. Ona hiç direnmedim. Hatta yorulup durduğunda mırıldayarak tekrar okşamasını istedim. Beni kırmadı.
Sonra bir mucize oldu, bana başıma gelenleri tek tek anlattı ben neredeyse her şeyi anladım. Hatta bütün bunlar benim başımdan mı geçti diye çok şaşırdım.
Kendisi ve arkadaşları Rusmuş, yani Rusya diye bir ülkede doğmuşlar. Novorossiysk de onların Karadeniz’deki önemli bir limanıymış.
Beni 11 Mart’ta limana yaklaşan bir gemide bulmuşlar.
Yasa denilen çok önemsedikleri (belki de korktukları) bir şeyler varmış. Onlar yüzünden beni sorguya çekmeye çalışmışlar.
Aralarından en şişman ve suratsız olanı “Bu kedi yasalara aykırı davrandı” demiş. Diğerleri beni korumaya çalışınca da “Öyleyse belgelerini göstersin” demiş.
Hepsi bana bakmış. Ben soruyu tam anlamasam da beklentiyi hissettiğimden dolayı, bıyıklarımı, kuyruğumu ve pençelerimi göstermişim. Kabul etmemişler.
“Yasalara göre” adına “sınır” denilen, galiba görünmez çizgilere benzer bir şeyler varmış. Bir çizgiden ötekini geçerken yanında kağıtlardan oluşan belge mi ne olmalıymış. O olmadan hiçbir çizgiden diğerine geçilemezmiş.
Beni “kaçak yolcu” diye kayda geçirmişler. Tam anlamadığım bir “illegal kedi” lafı da ortada dolaşmış bir ara.
Varlığım herkese dert olmuş. Benim bütün işlerimle uğraşan FESCO adlı Rus ulaştırma şirketi çok eskiymiş, ta 1880’de kurulmuş. Ve daha önce başlarına hiç böyle bir iş gelmemiş.
Hakkımda Novorossiysk yönetimine, oradan da Moskova diye daha büyük bir şehirdeki önemli kişilere bilgiler gitmiş. Ama hiçbiri derdime çabucak bir çare bulamamış.
Belgesiz olduğum için sınır denilen çizgiyi geçemezmişim. Geçtiysem bile şimdi bu çizgiden ne daha ileri ne de daha geri gönderilebilirmişim.
Anlamadınız di mi? Ben de anlamadım önce. Yani “kaçak kedi” olarak ne Türkiye’ye gönderilebilirmişim ne de Rusya’ya. Orada sıkışıp kalırmışım.
Bu arada bana bir isim verme kararı almışlar ve Rusya’da sevilen bir aktör olan Burak Özçivit’ten esinlenerek Burak adını vermişler.
Aynı yaşlı adam Mayıs ayının sonlarına geldiğimiz bu günlerde bana gülümseyerek bir sürprizi olduğunu söyledi.
Dediğine göre bana uygun birtakım belgeler hazırlanması için yasalar zorlanmış (bunu da tam anlamadım, madem yasalardan bu kadar korkuyorlar, nasıl zorlayabiliyorlar).
Sonuçta muhtemelen önümüzdeki günlerde “hayırsever bir Rus” beni sahiplenecekmiş (aslında bu kelimeye de sinir olurum, “sahiplenmek” ne demek; kim kimin sahibi olur, ben onlara gösteririm günü gelince!).
Velhasıl, ben hâlâ Novorossiysk’te bekliyorum.
Acaba bu fırsattan yararlanarak Türk makamlarına “beni geri alın” diye miyavlasam mı? Yoksa buraları daha iyiyse, acaba zorluk çıkarmayıp kaderime razı olsam mı?
Bu arada geçen gün uzaktan gördüğüm sarı kedi de aklımdan çıkmıyor.
Kim bilir, belki de kadere razı olmak en iyisidir.
“Heeey, Murka! Pisi pisssiiii! Pardon, kis kiiss! Buraya gelsen de bir tanışsak artık…”
P.S.: Yukarıdaki öykünün uydurma olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yaşanmış ve halen yaşanmakta olan gerçek olaylardan derlenmiştir. İstanbullu “Burak Kedi”, hayatının kalan kısmını geçirmek için Novorossiysk Limanı’ndan çıkarılmak üzere günlerini saymaktadır. Olaydan haberdar olduğumdan beri Rus basınında ilgili haberleri izleyip duruyorum. Ruslar, “Bu öykü, tıpkı 1974 yapımı İtalyanların Rusya’daki İnanılmaz Maceraları adlı Sovyet filmindeki pasaportsuz insanları andırıyor” diyor. Benim aklıma biraz da başrolünde Tom Hanks'in oynadığı Terminal filmi (2004) geliyor. Ama kahramanın bir kedi olması olaya bambaşka bir renk katıyor. Burak’la ilgili önemli bir gelişme olursa size aktarmaya devam edeceğim.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |
Çekirdek stoklarınızı yenileyin, ABD'nin en güçlü isimleri arasındaki mücadele daha yeni başladı
Onun adı genellikle “ulusal güvenlik” amacı ile “iç ve dış düşmanlara karşı mücadelenin gerekleri” ile birlikte gündeme geliyor
Kremlin hem kuvvet kullanarak zafere ulaşmak, hem de uluslararası alanda meşruiyet kazanmak istiyor
© Tüm hakları saklıdır.