Dünkü "Danıştay Tiyatrosu"nu seyrettiniz mi?
Estağfurullah; bu söz bana değil, Sayın Başbakanımız'a ait.
"Danıştay'da bir tiyatro seyrettik" diyen oydu.
Aslında seyreden bizdik. Kendisi oynadı.
Hem ne oynamak o öyle!..
Başrolü sahneden kapan beklenmedik bir inisiyatif ve performans sergiledi.
Gelelim ayrıntılara.
* * *
Son zamanlarda yeni bir oyun buldum: "Yandaş gazetecilik oyunu".
Ne zaman ki Sayın Başbakanımız herkesi şaşırtan ve "Yuh artık, bu kadar da olmaz!" dedirten bir şey yapıyor veya diyor...
Ben sakin olmaya ve olaya "başka açıdan" bakmaya çalışıyorum.
Mesela, diyorum, şimdi ben "yandaş gazeteci" olsaydım, böyle zor bir durumda işin içinden nasıl çıkar, Başbakan'ı hangi nedenlerle savunurdum?..
Aklıma gelen savunmalar - geldikleri akıl yine benim olduğundan olsa gerek - genellikle beni güldürüyor.
Sonra başarı(sızlığı)mı sınamak için Twitter'ı açıp hakiki yandaşlara bakıyorum...
Ve onların otoriteyle uyumlu yaratıcı zekâlarının ve sınır tanımaz ahlaki esnekliklerinin önünde hayranlıkla şapka çıkarıyorum.
Dün de öyle oldu ve - hem de "devletin zirvesindeki skandal", "nezaketsiz, kaba tutum" diyerek Başbakan'a arka çıkanları okuyunca - ben "yandaşlık sanatı"nı asla küçümsememek gerektiğinin farkına vardım.
* * *
Başbakan Erdoğan, zaten ilk dakikalarından beri zoraki dinlediği konuşmayı uzattığından dolayı Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu'na güçlükle sabrediyordu; bir de eleştirel mesajlar seslendirilince "duruma bir şekilde müdahale etmem gerek" fikrine saplanıp kaldı.
Uzun süre bu müdahaleyi yapıp yapmamak ve "nasıl girişmek" konusundaki düşünceleriyle ciddi bir iç çatışma yaşayan Başbakan, Feyzioğlu'nun konuşmayı tamamlamak üzere olduğunu anlayınca, "tarihi bir fırsatı kaçırabileceği" paniğine kapılarak oturduğu yerden aniden bağırmaya başladı.
O da ne! Kürsüdeki adam ondan özür dilemiyor, üstüne üstlük bilgiç cevaplarla saygısızlık etmeye yelteniyordu.
Erdoğan çılgına döndü. Önce oturduğu yerden daha fazla bağırdı. El kol hareketlerini sertleştirdi.
Sonra bu sinirsel tepkinin oturarak verilmesinin yetersiz kaldığı hissinden hareketle ayağa kalktı.
Önündeki sahne yüksekliğine aldırmadan Feyzioğlu'nun üzerine yürüdüğü izlenimini yarattı.
Bu sırada bağırmaya ve sert mimiklerle jestlere devam ediyordu.
Kendi tepkisinden giderek daha fazla etkilenerek gerçekten de rakibini karşısında bulsa ona iki tokat aşk edebileceği psikolojisini olanca sahiciliğiyle yaşadı.
Zaten pek sevmediği otokontrol mekanizmasıyla tümüyle vedalaştı.
Çevresindeki karaltıların ne dediğini tam algılayamıyor, onlara da "sahnedeki düşman"a söylemesi gereken sözleri tekrarlayıp duruyordu.
* * *
Onu izlerken, bırakın protokolü ve nezaketi, tartışma kelimelerini bile tümüyle kifayetsiz ve dahi lüzumsuz gören bir kabadayının, bir an önce fiziksel şiddete başvurma arzusuyla nasıl yanıp tutuştuğunu gördüğüm kanısına kapıldım.
Bir ara çıkan, Erdoğan'ın ara sıra bazı AKP'lileri, hatta üst düzey görevlileri bile (eski Spor Bakanı Suat Kılıç da dahil) tokatladığı yolundaki haberleri hatırladım.
Ve şiddet tutkunu toplumumuzda, Başbakan'ın "iki seçim arasında" yaptığı bazı konuşmalarda idam cezasının tekrar uygulanması ihtimaline sempatiyle baktığını hissettiren sözlerini.
İşte, dedim, kendi kendime, "yandaş gazeteci" olsaydım şu anda haykırırdım:
- Sayın Başbakanım, idamdan önce falaka cezasını geri getirelim. Karşınızda böyle dik dik konuşan Feyzioğlu mudur artık, Kılıç mı (Suat değil, Haşim), hemen oracıkta falakaya yatırılabilsin.
Gülüp geçmeyin hemen. Bir vakitler Osmanlı'da yaygın bir ceza şekliydi bu.
(Biliyorum, "Osmanlı sonrasında" da popülerdir bu işkence türü. Ama Osmanlı'da, Fatih Sultan Mehmet'in oğlu İkinci Bayezid döneminde falaka "yasallaşmıştı". Ta ki - bugünkü "AB'ciler" gibi Batı'ya yaranmaya çabası içinde olanlar tarafından - Tanzimat Fermanı ilan edilene kadar.)
* * *
Bu arada dünkü "Danıştay Tiyatrosu"nun eğlenceli tarafları da az değildi. Özellikle de Erdoğan aniden oturduğu yerde patlayıverince çevresinde yaşananlar bakımından.
Devlet protokolünün en yüksek noktasında olmasına rağmen son zamanlarda durmadan irtifa kaybeden Cumhurbaşkanı Gül, dün de mahalle aralarında sıkça rastlanan sıradan bir "tutmayın beni" sahnesinin başarısız karakter oyuncusu durumuna düştü.
Koltuktan ilk bağırmalarla birlikte Erdoğan'a yatıştırıcı bir şeyler söylemeye çabaladı. Ancak kısa sürede sözlerinin etkisinin olmadığını, hatta muhtemelen hiç duyulmadığını anladı ve Başbakan'ın bir koluna bir bacağına dokunarak onu gerçek hayata döndürmeye çalıştı.
Erdoğan'ın bu uyarılara aldırmaması, zaten başrolünde olmadığı bu sıkıntılı sahnede Gül'ün önemini iyice azaltıyordu.
Başbakan ayağa kalkıp daha da hiddetlendiğinde Cumhurbaşkanı'nın sıkıntısı iyice arttı. Bu durum, onun artık konuşarak ve dokunarak uyarı yapmakta isteksiz ve çaresiz kaldığını açığa çıkardı.
Eminim Twitter'da bu sahneleri mizah malzemesi yapanların kendi ağzından Erdoğan'a söylediği sözleri okuduğunda daha da üzülmüştür:
- Boş ver, Tayyip, sen ona uyma! Huzurumuz kaçmasın!
- Herkes bize bakıyor, ele güne rezil olacağız!
- Dur bak, Allah'ın adını verdim!..
* * *
Aslında bu konuyu zevkle uzatırdım. Erdoğan'ın arkasındaki hukukçuların ürkek bakışlarından tutun da, tepkilerini gizlemek zorunda olan Başbakanlık korumalarının bıkkın gerginliklerine kadar... Erdoğan'ın sağ kolunun dibinde durup da ne yapacağını bilemeyen, bir ara dudaklarına kondurduğu anlamsız gülücüğü az sonra gizleyen Genelkurmay Başkanı Özel de dahil tabii...
Neyse. Tek bir ekle yetineyim.
O hengamede bir ara Erdoğan'ın solundaki koltuklardan üçüncüsünde oturan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'na takıldı gözüm.
Erdoğan'a kızgınlık, kınama ve dehşet karışımı bir ifadeyle bakıyordu.
Yerine çakılmış gibiydi. Ayağa kalksa kendisine uygun bir rol bulması gerçekten zor olacaktı.
Sanırım bir ara onun da aklından "duruma müdahale etmek" geçti. Oturduğu yerden veya ayağa kalkarak haksız olduğunu okkalı bir lafla Başbakan'ın yüzüne çarpmak, mesela.
Geçenlerde "Savcı bozuntusu"na seslenirken "İstersen yanına Bilal'in babasını da al gel!" diye bağırmıştı ya...
Ama kısa bir durum muhakemesi sonucu bu riske girmeme kararı aldı. Ve iyi de yaptı.
Çünkü aradaki mesafe çok kısaydı. Ve güçler dengesinin aleyhine olduğu aşikârdı.
* * *
Son olarak bir soru size:
Eğer Feyzioğlu yaptığı gerçekten de epeyce uzun konuşma boyunca, hükümetin ne kadar başarılı olduğundan, Başbakan'ın ne derece yetenekli ve ileri görüşlü bir lider olduğundan falan bahsetmiş olsaydı...
O zaman Erdoğan'ın tepkisi ne olurdu acaba?
Tamam tamam, anlaşıldı. Hemen geri alıyorum sorumu. :)
@AksayHakan