Türkiye’de tanıyıp çok beğendiğim bir Sovyet diplomat vardı. Sonraki yıllarda Rusya’da dostum oldu. Adı Albert Çernişev. Ankara’da Sovyetler Birliği’nin son, Rusya Federasyonu’nun ilk büyükelçisiydi.
Sovyetler’in dağılmasına kısa süre kala, büyükelçilikte kendisini ziyarete gittiğimde, beni 23-24 yaşlarında, uzun boylu ve sempatik bir genç karşıladı. Türkçesi çok iyiydi.
Çernişev Moskova’ya döndükten sonra da, iş gereği Ankara’da ara sıra ziyaret ettiğim Rusya Büyükelçiliği’nde bu yetenekli genci defalarca gördüm.
4 yıl kadar Ankara’da kaldıktan sonra 1994’te Moskova’ya gitmiş, Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış, ardından 1996-2000 yıllarında yeniden Ankara’daki Rusya Büyükelçiliği’nde görev almıştı.
Rusya, 2000 yılına yeni bir liderle, Vladimir Putin’le girmişti. Bizim yetenekli delikanlı da aynı yıl memleketine dönmüş ve Devlet Başkanlığı İdaresi’nde, medya ile ilgili önemli bir sorumluluk üstlenmişti. Kısa sürede Devlet Başkanlığı Basın Sözcüsü Yardımcısı oldu. Yabancı basınla ilişkileri düzenlemeye başladı. Birkaç yıl sonra Devlet Başkanı’nın Basın Sözcüsü, kelimenin mecazi anlamıyla da olsa “Putin’in ağzı ve dili” oldu.
Bir gün Moskova’nın önemli bir resmî salonunda onu gördüğümde içimden iki duygu geçmişti. Öncelikle eski bir arkadaşa rastlamanın sevinci. Üstelik onu yıllardır tanıyan biri olarak… Ve artık ona artık ulu orta “Ne haber Dima?” demenin ciddi bir protokol hatası olacağı yeni ilişkiler sisteminden duyduğum belli belirsiz rahatsızlık.
Çünkü o artık Rusya’nın en yüksek rütbeli devlet görevlilerinden biriydi, hatta fiilen belki bazı bakanlardan bile daha etkili bir konumdaydı. Putin’e en yakın isimlerden biri olan “Sayın Dmitriy Peskov”du.
O benim bu duygumu hissetmişçesine kalabalığı yararak yanıma gelmiş ve beni dostça kucaklamıştı. Suni biçimde sizli-bizli olmaya çalışmaya da gerek kalmamıştı.
***
Bu sahne yıllar sonra neredeyse aynen tekrarlandı. Bu kez İstanbul’da, Güneşli’deki ofisimizdeydik. Rusya’nın Sesi radyosu için içerik hazırlayan ekibimizi ziyarete gelen Peskov, şimdi Devlet Başkanı’nın değil, Başbakan’ın Basın Sözcüsü idi, ama hâlâ “Putin’in ağzı ve dili” durumundaydı. Madem Putin’in diliydi, onun bize – biz daha radyo yayınlarına başlamadan – gösterdiği ilginin ve ilettiği selamın, biraz da, temsilcisi olduğu Rus liderinden geldiğini hissettik.
Ekibimize başarılar dileyen kısa bir konuşma yapmadan ve çeşitli televizyonlarla gazeteler adına basın toplantısına gelen meslektaşlarımızın sorularını cevaplamadan önce ofisimizi ve stüdyolarımızı gezdi. Ardından “siftah”ı birlikte yaptık: Bir stüdyoya girerek ilk söyleşiyi, Türkçe olarak gerçekleştirdik. (Bu söyleşi sırasında karşılıklı olarak birbirimize “siz”, “sayın” ve “bey” dedik. Ee, az önce size açıkladığım sırları, orada bizi dinleyen “75 milyona” anlatamazdım ya!..)
İmkânı olanlar söyleşiyi internetten, Rusya’nın Sesi sitesinden dinleyebilir: http://turkish.ruvr.ru/2011/08/02/54066243.html . Olmayanlar için kısa bir özet yapayım.
***
Türkçe ve Türkiye aşkının nasıl başladığını anlatan Peskov, buraları çok özlediğini ve her fırsatta geldiğini dile getirdi. (Bu konuşmanın yapıldığı 1 Ağustos da, aslında onun Türkiye tatilinin başladığı gündü.)
“Türkiye ile Rusya arasındaki dostluk suni değil, doğal yollardan gelişti.” dedi ve ticari-ekonomik ilişkilerin hızlı ilerleyişini, halklar arasındaki yakınlaşmayı özetledi. Eskiden gerginlikler yaşanan siyaset alanında da şimdi artık iyi bir atmosferin olduğunu vurguladıktan sonra birkaç kez “sorunların yaşanabileceğini” ve “rekabetin ortaya çıkabileceğini”, ama bunun olağan görülmesi gerektiğini belirtti.
Peskov, bugün biraz sıkıntılı bir dönemden geçtiği söylenen enerji işbirliğinin gelişeceğinden emin olduğunu, çünkü Rusya’nın projelerinin maddi ihtiyaç ve menfaatlere cevap verdiğine inandığını söyledi.
Güney Akım’da Ankara’nın vaat ettiği izinleri vermemesini diplomatik bir dille eleştirdi. Nabucco ile ilgili olarak kaygı duymadıklarını söylerken, gizli bir ironiyle “Proje gerçekçiyse, yani kaynağı, alıcısı ve finansmanı varsa, sorun yok demektir” demekle yetindi. Akkuyu Nükleer Santrali konusunda ise Rusya’nın anahtar teslim yapacağının altını çizdikten sonra, kullanılan teknolojinin güvenli olduğunu ifade etti.
Türk-Rus ilişkilerinin çeşitli alanlarıyla ilgili açıklamalar yapan Basın Sözcüsü’ne, iki halkın hangi ulusal özelliklerinin işbirliği ve yakınlaşmayı kolaylaştırdığını, hangilerinin zorlaştırdığını sordum. Her iki halkın da gelişmeye açık ve yetenekli olduğunu dile getirmekle birlikte, “duygusallık özelliğinin hem iyi, hem de kötü sonuçları olduğu” yolundaki fikrini ve izlenimini aktardı.
Ardından stüdyodan çıktı, konuşmasını yaptıktan ve sorulara cevap verdikten sonra içten ve duygusal bir üslupla bizlere başarılar diledi.
***
Peskov’un dilekleri arasında “iyi gazetecilik ve dinamik habercilik yapmamız” da vardı. Bu hem çok önemli, hem de günümüz dünyasında herkesin kendine göre yorumlayacağı dilekleri, örneğin, ABD, İngiltere, Almanya veya Fransa başbakanlarının basın sözcülerinin ağzından da duyabilirdik.
Eminim bu ülkelerden birinin radyosunu kursaydık karşılaştığımız tepkiler çok farklı olacaktı. Ama biz Rusya’nın radyosu için içerik oluşturma amacıyla bir araya gelmiş gazeteciler topluluğuyduk. Ve sadece işimizle ilgili sorunları değil, yüzyıllardan bu yana süzülen önyargıları da omuzlarımızda hissediyorduk. Hem de daha yayına, yani asıl işe başlamadan.
Ofisimizin açılışına büyük ilgi gösteren Türk medyasında, yer yer Soğuk Savaş kalıplarını hatırlatan kimi yorum ve iddiaların ortaya çıkması bunun ilk işaretiydi. Ama o konuyu da ilerde bir başka yazıda ele alırız artık.