Bizim memlekette insana duyulan merak ve verilen önem, onun mesleğinden ve yaptığı işten gelmez.
Nerede doğduğundan ve kimlerin çocuğu olduğundan, ırkından ve milletinden, dininden ve mezhebinden gelir.
Bundan dolayı, tanımak istediğimiz kişiye yönelttiğimiz ilk soru genelde değişmez:
"Nerelisin?"
Yerel olana, mahallî özelliklere tutkumuz o kadar güçlüdür ki, bazen o sorunun cevabıyla da yetinmeyiz:
"Neresinden? İçinden mi?"
Mesleğine ve yaptığı işe duyulan merakın çok daha cılız olması anlaşılırdır. Çünkü çoğunluğu mesleksiz bireylerden oluşan bir toplumda, milyonların "Ne iş olsa yaparım, abi" formülüne sığındığı bir ülkedeyiz.
Sonuçta hayatımızı, tercihlerimizi ve kimliğimizi bilinçli kararlarımız ve harcadığımız emek değil, tümüyle tesadüfen sahip olduğumuz özellikler belirler.
Türkiye'de doğduk... Müslümanız... Sünniyiz...
"Dünyanın en güzel ülkesi Türkiye'dir. En iyi (hatta tek doğru) din ve mezhep de bizimkisidir."
Bunu diyenlere kimse çıkıp da "Ee, sen bütün ülkeleri gördün mü ki?" ve "Oturup dinleri ve mezhepleri inceledin mi ki?" diye sormaz.
"Coğrafya kaderdir" sözünün ağırlığını hayat boyu üzerimizde hissederiz.
Ya da hissetmez, hiç düşünmeden geleneksel kalıplarla yaşar gideriz.
* * *
"Nerelisin? İçinden mi?" sorusunun gölgesi, bazen devasa bir esmer bulut gibi büyüyüp yayılarak siyasetin rengini karartır.
Ve Başbakan Erdoğan mitingde kükrer:
"İhsanoğlu nerede doğdu? Mısır'da. Buralı değil, Türkiye'ye yabancı!"
"Demirtaş Zaza!"
"Kılıçdaroğlu Alevi!"
Yani?
"Başka bir ülkede doğmuş liderden hayır gelmez" mi? (Ah, evet, Atatürk de Kasımpaşa'ya epeyce uzak bir yerde doğmuştu, değil mi? Neyse...)
Alevi, Zaza, Kürt, Arap, Laz, "Affedersiniz, Ermeni, Rum" vs. etnik ve dinî kökenden gelen birileri cumhurbaşkanlığı görevini hakkıyla yerine getiremez mi?
Peki, nerede kaldı Anayasa'nın 10. ("eşitlik") maddesi:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir."
Sen devletin başına oyna; aynı zamanda da "seçim strateji ve taktiklerin gereği" (!) durmadan ayrımcılık yap, gerginliği arttır, kutuplaştır; bu arada yasaları da es geç!..
Olur mu hiç?
Olur, bal gibi olur.
Çünkü "burası Türkiye".
Başbakan nereli? Türkiyeli.
İçinden mi? Hem de nasıl! Dibine kadar!..
* * *
Erdoğan'ın iktidara (yani güce) ilerleyişi, artık güçlülerden, çoğunluktan, "sokağa çıkmaması için evde zor tutulan yüzde 50'den" geliyor.
Mağdurların, ezilenlerin, zayıf bırakılmış kesimlerin lideri olarak iktidara yürüyen ve koltuğa oturan Erdoğan yok bugün.
Azınlıkların haklarını savunan, örneğin, (dört yıl önce olduğu gibi) onlar hakkında genelge yayımlayarak kamu kurumlarına "azınlık haklarının korunmasına özen gösterin, devletle ilgili işlerinde zorluk çıkarmayın" diyen Başbakan yok artık.
Demokrasi için birleşmeye çağıran, herkesi kucaklamaya yönelik söylemler, balkon konuşmaları geride kaldı.
Azınlık deyince "çoğunluğa tahakküm etmeye temayüllü" tehlikeli bir kitle ya da aşağılanmayı hak eden "marjinaller" geliyor Başbakan'ın aklına.
Erdoğan azınlıklara karşı.
O çoğunluktan yana.
"Dindar toplumun dindar başbakanı".
Kızlarla erkeklerin "birlikte yaşamasına" da karşı, aynı banklarda "uygunsuz oturuşlarına" da.
İçkiye ve sigaraya da karşı.
Bol haremli tarihî filmlere de, "ucube" heykellere de.
Hepsi "iyi niyetli", hepsi "ahlaklı", hepsi "dindar" niyetler...
Seçmenlerin çoğu bunları destekler.
Devam edelim.
Hatırlarsanız, Erdoğan geçtiğimiz Şubat ayında Bahçeli'ye ağır bir "bel altı" darbe indirmişti:
"Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez; onun böyle bir derdi yok."
Malum, Müslüman Türk halkı ezici çoğunluğuyla evlenir ve çocuk yapar. O zaman - hiç etik olmasa bile - Bahçeli'yi özel hayatı üzerinden köşeye sıkıştırmak da denenebilir.
Başbakan halka sırtını dayayarak her türlü saldırıyı mübah sayan sınırsız bir yaratıcılık içinde.
Geçen gün İhsanoğlu'nun önemli bir "kusurunu" ortaya çıkardı:
"Profesörmüş. Üç dil biliyormuş. Tercüman mı arıyoruz biz!"
On yıllardan beri eğitim sistemini oturtamamış, bu arada yabancı dil öğretmesini beceremeyen bir devlette, "What is your name?" düzeyinde "ecnebi lisan sahibi", pencereleri dünyaya sımsıkı kapalı bir toplum oluşturulmuş.
Başında da bir "van minut şaheseri"!..
Daha ne olsun!
Liderimiz yabancı dil bilip dünyayı daha iyi anlasa, kendini daha iyi anlatsa ne olur ki?
Ne olacak, olsa olsa "dış mihraklar"a yem olur.
@AksayHakan