Ankara’nın pek saygıdeğer Belediye Başkanı Melih Gökçek’in “istediği yabancılara” keyfi olarak Türkiye vatandaşlığı dağıtma girişimini az sonra ele alacağız.
Önce kısa bir reklam arası verelim…
Reklamlarda dikkatimizi çeken bir “çay esprisi” var. Derin, hem de çok derin bir mesajı var. Ve çok önemli bir “masalcı aktörü”: Müslüm Gürses. Nam-ı diğer “Müslüm Baba”.
Reklam “Ramazan ayına özel” tasarlanmış. İçeriğinde de “Türk aile yapısı” – fazla para harcamamak için bir dakikada – veciz anlatımlarla özetlenmiş.
Bu ilginç ve “sosyolojik” çay hikâyesini bir dinler misiniz?
“Kaynana alt demlik gibidir, sürekli kaynar durur.
Gelin üst demlik gibidir, sinsi sinsi demlenir.
Oğlan bardak gibidir, bir gelin doldurur bir de kaynana.
Görümce çay kaşığı gibidir, arada bir gelir ortalığı karıştırır.
Çocuk şeker gibidir, ortalığı tatlandırır…”
Bu içeriğin yorumunu size bırakarak başka bir konuya geçeyim. Reklamdaki ailede bir “yabancı gelin” var. Herhalde yanlış anlamalara yol açıp da Ramazan’ın tadını kaçırmasın diye, fazla genç biri seçilmemiş. Ama yabancı olduğu sarı saçlarından ve aksanından belli. Adı da “Catherine (Ketrin) Yenge”!..
Müslüm Baba, çay ve Türk aile yapısı arasındaki paralellikleri normal hayatta kurduğu cümlelere göre son derede akıcı bir şekilde sıralarken, gerekli mesajı “yabancı gelin”e anlatma misyonunu hakkıyla yerine getiriyor. Reklamın sonundaki müdahalesinden anlıyoruz ki, “Ketrin Yenge” de aslında her şeyi biliyor ve Türk adetlerine son derece adapte olmuş biri. Zaten oradaki “kaynana”, az sonra baklayı ağzından çıkarıyor: “Biz ona Kadriye diyoruz.”
İşte böyle! Yabancıları aramıza almaya, onlara kendi kültürümüzü, örf ve adetlerimizi anlatmaya ve giderek onları kendimize benzetmeye bayılırız biz. Catherine’e aşırı ve yapmacık gülücükler eşliğinde, kuşkulu bir edayla sunduğumuz sevgi ve güven, onun başarıyla “Kadriyeleşmesi” sonucu bizi pek memnun ederek “helal olur”. Ve “yabancı Türkleşir”. Böylece hepimize bu güzel Ramazan hikâyesine sevinip birlik ve beraberlik içinde orada reklamı yapılan çayı almak düşer.
Mutlu son.
* * *
Reklamlar bitti. Umarız Melih Bey’i fazla bekletmemişizdir. Onun haberi de çok ilginç.
Haifa Wehbe adlı Lübnanlı bir şarkıcı varmış. Allah için güzel kadın (Bkz. foto) Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği festivale katılan bu güzel şarkıcıyla bir araya gelen Belediye Başkanı Melih Gökçek, nedense ona “Türk vatandaşlığı” teklif etmiş. Fesat Lübnan basını da bu “safiyane” teklifi aktarırken tutmuş kadının 3 yıldır evli olduğu Mısırlı işadamı Ahmet Ebu Husheima ile boşanma kararı aldığına vurgu yapmış. Her neyse, haberin devamında müstakbel “Haifa Yenge”nin (herhalde o da “Hayriye” olur Allah’ın izniyle yakın zamanda) “teklifi kabul ettiği” bildiriliyor.
Hoppala! İyice kafam karıştı. Belediye başkanlarının böyle bir görev ve yetkisi var da ben mi bilmiyorum acaba? Ya “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilmek için gereken şartlar”?
Rekortmen sporculara kimlik çıkararak Türk sporuna çağ atlattık, şimdi sıra şarkıcılara mı geldi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Haifa Wehbe Hanımefendi’nin Melih Gökçek Beyefendi aracılığıyla Türk vatandaşı yapılma operasyonundan haberdar mı? Yoksa bu konuda “nasılsa herkes destekler” diyebileceğimiz siyasal ve sosyal bir konsensüsümüz var da benim mi haberim yok?
Böyle bir “çoğalma” bizim açımızdan elzem mi? Türkiye vatandaşı olup da sorunlarına çözüm bulamadığımız milyonlarca insan varken…
* * *
Peki, “Catherine Yenge” Kadriye olsun, Haifa Wehbe de Hayriye.
Kültürümüzü, örf ve adetlerimizi iyi öğrensinler. İnanmasalar da büyüklerimizin elini öpsünler. Bizim gibi” oturup kalkmasını” ve giyinmesini bilsinler. Yalnızca isimlerini değil, dinlerini de değiştirsinler. Bizim sevdiğimiz televizyon filmlerinden ve şarkılardan hoşlansınlar, geçmişte kalan kendi değerlerinden usulca uzaklaşsınlar. Ve ola ki çocuk doğururlar, onların “ortak” (Türk-Alman, Türk-Fransız, Türk-Rus falan) değil, “sapına kadar Türk” olarak yetiştirileceğini asla unutmasınlar…
… Ki biz mutlu olalım. “Yabancılara gösterdiğimiz hoşgörü” ile övünüp Türkler’in ne kadar üstün ve mütevazı olduğuyla gurur duyalım.
… Ki her yıl Türkiye’de bilmem kaç yüz yabancı “ihtida etmiş” (yani başka dinden Müslümanlığa geçmiş) türü haberleri koca koca puntolarla gazetelerimize yerleştirelim.
… Ki herkes aynı olsun! Herkes bize benzesin! Türk, Müslüman, Sünni olsun! Aynı şekilde konuşup aynı biçimde gülsün! Benzer yemekleri yemekten ve benzer dansları yapmaktan zevk alsın!
Kısacası, bir büyük Türk düşünürünün kısa süre önce dediği gibi:
- Tek devlet, tek millet, tek din, tek dil!..
Yabancılardan yalnızca elektrik, televizyon, telefon, internet gibi buluşları alalım. Ama mahallemizde, apartmanımızda, evimizde asla yabancı kültürleri barındırmayalım.
Catherine de ne demek! Haifa da ne ola!
Kadriye olacak!.. Hayriye olacak!..
Bu isimlerin “biz, geleneğimiz, toprağımız” kokan sımsıcak tınısını hissetmiyor musunuz?
Anlaştık mı?
İyi o zaman!
Şimdi bu anlaşmayı kutlamak için Kadriye Yenge’den tavşankanı bir çay rica edelim. Hayriye Yenge de Sâdettin Kaynak’tan muhayyer makamında bir şarkı söylesin:
“Çile bülbülüm çile”…