01 Aralık 2022

Kutsal hayat yoktur, kutsal ölüm vardır

Rusya, Türkiye ve benzeri coğrafyalarda “lider” deyince “insan” bitiyor, hayatın kıymeti sıfırla çarpılıyor. İktidarın, siyasetin ötesinde “insan” diye bir amaç yok bizim topraklarımızda

Her gün onlarca, bazen yüzlerce insan ölüyor.

Ukrayna’da.

Savaşta.

Hem Ukraynalılar hem de Ruslar.

Her gün öbek öbek yitip gidiyorlar.

Neden?

Ne uğruna?

Sorunları savaşlarla (Rusya’da savaş denmesi yasak, askerî operasyon deniyor), askerî operasyonlarla çözmek birilerine “çok uygun” ve belki “en kolay” çözüm gibi geliyor.

Bu arada insanlar ölüyormuş, yaralanıyormuş, kolunu bacağını kaybediyormuş, aileler parçalanıyormuş, milyonlar evinden barkından, şehrinden, ülkesinden göçmek zorunda kalıyormuş…

Bırakın bunları!

Bunlar normal…

Savaşta olur böyle şeyler.

Vatan deyince insan gölgede kalır.

Yüce amaç varsa, kurban olmak sadece olağan değil aynı zamanda iyidir de, hatta bir nevi şanstır…

Biz bu senaryoyu defalarca görmedik mi?

Hâlâ görmüyor muyuz?

Sadece biz değil birçok halk görüyor ve yaşıyor bu senaryoyu.

Hem de kanlar içinde yaşıyor.

Ve kanlar içinde ölüyor…

 * * *

 Rusya Devlet Başkanı Putin Ukrayna’da savaşan ve ölen askerlerin anneleriyle buluştu.

17 kadın seçildi bu görüşme için.

Hiçbiri bu zor görüşmede Rusya liderine sorun çıkaracak yapıda değildi. Hepsi “sınanmış” ve “güvenilir” kadınlardı.

Nitekim çocuklarını yitirmiş veya yitirebilecek analarla bir araya gelmek gibi zor bir görüşme, tereyağından kıl çeker gibi hallediliverdi.

Güzel başladı konuşmasına Putin.

“Acınızı paylaşıyorum” dedi. “Evlat kaybı hiçbir şeye benzemez” gibi bir şeyler söyledi.

Sonra konuyu “yüce amaç” aşamasına taşıdı. Tam açıklamadı bu amacın ne olduğunu ama “boşuna ölmediler” demeyi ihmal etmedi.

Herkesin ölümlü olduğunu hatırlatarak “nasıl olsa hepimiz öleceğiz” gibi oldukça mantıklı bir cümle telaffuz etti.

Daha da ileri gitti; Rusya’da, mesela, “içki nedeniyle ölenler” olduğunun altını çizdi.  

“Oysa ki sizin oğullarınız…” diye devam etti.

Konuşmasının bir yerinde “Onlar böyle bir kaderi seçtiler” cümlesini kullandı.

Kadınlar soğukkanlı dinlediler. Yeri geldi ağladılar da.

Ne var ki hiçbir zaman şunları sormadılar:

“Oğullarımız kendileri mi seçtiler bu kaderi?”

“İçki nedeniyle vefat etmek ve savaşta ölmek arasında binlerce seçenek daha yok mudur?”

“Evet, herkes ölümlü, hepimiz öleceğiz. Ama gençler daha uzun yaşasa, mutlu olsa daha iyi olmaz mıydı?”

“İktidarlar, genç yaşlı tüm yurttaşlarının olabildiğince uzun ve mutlu yaşamasından sorumlu değil mi?”

Buraya onlarca soru daha ekleyebilirim.

Sormadılar böyle soruları.

Resmî etkinlik “uyumlu bir ortamda” ve “başarıyla” tamamlandı.

 * * *

 Rusya, Türkiye ve benzeri coğrafyalarda “lider” deyince (veya lider “vatan”, “millî menfaat”, “aydınlık gelecek” vs. deyince) “insan” bitiyor, hayatın kıymeti sıfırla çarpılıyor.

İktidarın, siyasetin ötesinde “insan” diye bir amaç yok maalesef bizim topraklarımızda.

“Hayat” diye bir değer yok.

Öylesine inandırılıyoruz ki bunlara; rahatlıkla ölmeye, öldürmeye gidebiliyoruz, sevdiklerimizi gönderebiliyoruz, onları kaybedersek dönüp iktidara “canın sağ olsun, Vatan’a millete feda olsun” diyebiliyoruz.

Dünya çapında hayat standartlarını, yaşam kalitesini, ekonomiyi, eğitimi, sağlığı, başka pek çok insan hak ve özgürlüğünü sorgulayan endekslere, araştırmalara, anketlere bir bakın.

O güzel listelerde hiçbir zaman öne çıkamıyoruz.

Çünkü iyi yaşamıyoruz.

Türlü sıkıntılar içinde, varlık yokluk mücadelesi vererek, yöneticinin her türünden ürküp korkarak, propaganda ve yalanlarla beslenerek harcıyoruz yıllarımızı.

Kaliteli bir hayat süremiyoruz.

Mutlu olamıyoruz.

Sayımız çok, pek çok, on milyonlarca… Hamam böcekleri kadar çokuz. 

Ve iktidar açısından sadece birkaç yılda bir gün (seçimler sırasında) önem taşıyoruz. Onun için sıradan günlerde “gerekirse” ölmemiz, hamam böcekleri gibi ezilip gitmemiz doğal sayılıyor.

Bu doğallıkla, becerebilirsek “şerefli bir ölüm” koparıyoruz kaderin elinden. Olmazsa daha banal bir yolla – mesela, incir çekirdeğini doldurmayacak bir tartışmada ya da “namus belası”na birbirimizi vurarak – ölüyoruz, öldürülüyoruz.

Bu topraklarda yaşamanın, aşkın, sanatın, bilimin pek bir önemi yoktur.

Kutsal hayat olmaz bizim gibi ülkelerde.

Ama kutsal ölüm çeşitlerimiz çoktur.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar