19 Haziran 2015

Koalisyon için AK Saray’a gitmek veya kırmızı çizgilerin pembeleşme zamanı

Cumhurbaşkanı, AKP ile koalisyon yapacak olan ortağın AK Saray’a getirilmesini şart koşmuş...

Dünkü Yeniçağ Gazetesi’nde Ahmet Takan’ın yazdığına göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan Başbakan Davutoğlu’na çok sert bir ültimatom vermiş.

İddiaya bakılırsa, “Reis”, Ahmet Hoca’nın parti ve hükümet başkanlıklarını koruması için mutlaka başarması gereken şeyleri sıralamış.

En başta da:

“Koalisyon ortağı Saray’a gelecek!..”

Tek başına bu, kısa ama oldukça ağır bir cümle; burada derin bir nefes almakta yarar var.

Nefesi verip devam edelim:

“17/25 Aralık dosyası açılmayacak!”

“MİT TIR’ları dosyası açılmayacak!”

“Saray’ın meşruiyeti tanınacak!”

*    *    *

 

Şimdiii...

Aylar süren heyecanlı ve gergin seçim yarışı içinde çok şey söylendi; gırtlakları en fazla yırtan ve dinleyenlerin avuçlarını alkıştan en fazla kızartan sözler, haliyle, en fazla akılda kalanlar oldu.

O sözlere bakarsanız bugün önümüzdeki koalisyon formüllerinden hiçbiri asla mümkün olamaz.

“Şerefsizlik”, “alçaklık”, “hainlik” ve benzeri kıvılcımlı iltifatları bir kenara bıraksak bile, “bunlar bizim kırmızı çizgimizdir, böyle biline!” başlığı altında gururla dile getirilenler her türlü koalisyon ortaklığını berhava etmeye yeter.

O halde iki ihtimal var:

Ya koalisyon olmayacak...

Ya da “kırmızı çizgiler biraz pembeleşecek”...

Ama nereye kadar?

“Halkımız ve ülkemiz için taviz veririz tabii, ama...”

“Bu kadarı da olmaz!..”

Kim, hangi konuda bu tür şeyler söyleyecek acaba?..

 

*    *    *

 

Seçimler yapılalı 12 gün geçti.

Çok radikal olmasa da, bazı söylemler eskisine göre yumuşadı.

Bazı seçmenler ve yorumcular, olası bir hayal kırıklığı durumunda kullanmak üzere önceden ceplerine koydukları şarkıların notalarını parlatmaya başladılar:

   “Hani verdiğin sözler?

   Hani ellerin nerde?..”

Hayal kırıklıklarının netleşmesi ve büyümesi durumunda başka şarkılar da yedekte:

   “Hani o verdiğin sözler?

   Yalan mıydı birer birer?

   Aslında seni hiç tanımamışım.

   Seni kendime hep yakın sanmıştım...”

 

*    *    *

 

Seçimlerden sonra ben de dahil birçok kişinin ilk yorumu şuydu:

Yüzde 60, yüzde 40’a karşı zafer kazandı.

Ama zaman geçtikçe yüzde 60’ın tam da yüzde 60 olmadığı ortaya çıktı.

Çünkü o yüzde 60’ın içinde görünen yüzde 16’nın ilk hedefinin yüzde 40 değil, kendisiyle aynı sayıda milletvekili çıkarma başarısını gösteren yüzde 13 olduğu giderek netleşti.

Bu durumda zaten binlerce ampul tarafından gündüz gibi aydınlatılan AK Saray’ın gözleri iyice ışıldadı.

O ışıltının etkisiyle birçok adım atıldı:

- Yüzde 25’in eski lideriyle görüşme (“Karışsın ortalık bakalım!”)...

- Erken seçim zemininin yoklanması (“Bunların yüzde 60’tan bir şey çıkaracakları yok, kağıtları bir daha karsak acaba ne çıkar?”)...

- “Yapıcı” ve “tarafsız” Cumhurbaşkanı’nın muhalefete uzattığı ve boş kalan eli senaryosu (“Hele bir halka gösterelim, muhaliflerin ne kadar geçimsiz olduğunu!”)...

- Başta MHP olmak üzere muhalif partilerle AKP’nin büyük ve üstün ortak olacağı üzerinden koalisyon pazarlığına girişme (“Asla iktidarı kaybetmeyi göze alamayız, yoksa çuvallarca incir berbat olur!”)...

 

*    *    *

Ve pazarlıkların yazının başında belirtilen minvale sokulması planı yürürlüğe girdi.

Üç gün önce Davutoğlu’nun sözleri buna işaretti:

“Cumhurbaşkanlığı makamının meşruiyetini tartışma konusu yapmayız; bu makamı yıpratmaya yönelik hiçbir tavra kesinlikle taviz vermeyiz.”

Cumhurbaşkanlığı makamını yasal çerçevesinden çıkarıp tartışılır hale getiren bizzat Cumhurbaşkanı’nın kendisi; çünkü seçildiği makamı beğenmiyor, ille de “Başkan olacağım” diyor.

Hukukun üzerinden seke seke ilerleyerek kendine 1150 küsur odalı AK Saray yaptırıyor; yürütme, yasama ve yargıya durmadan müdahale ediyor; seçimlerde AKP için şehir şehir gezip propaganda yaparak mevcut yasalara göre suç işliyor...

Seçim kampanyasında bütün muhalifler bu duruma tepki gösterip seçmenine vaat etmemiş miydi:

“Cumhurbaşkanı yasal sınırlara çekilecek!”

“Yolsuzlukların hesabı sorulacak!”

 

*    *    *

 

Şimdi koalisyon pazarlıklarında eğer AKP ile ortaklık yapılacaksa “AK Saray’a gidilip tükürülen yalanacak!”

Öyle mi?..

Baykal Saray’a gitmeyince “Bundan sonra kimse gitmez, Saray düştü” denmişti.

Erdoğan şimdi ne diyor Davutoğlu’na:

“Koalisyon ortağı Saray’a gelecek!..”

Giderler mi?

Yoksa?..

Olur da birileri AKP ile koalisyon yolunda adım atarsa “Gitmek mi gitmemek mi” sorusu, Shakespeare’in ortaya attığı “to be or not to be” sorusunun pabucunu dama atabilir.

“Millet ve hizmet uğruna siyasi uzlaşma” diyerek AK Saray yolunu tutma kararı alan muhalifler çıkarsa, onlar için önerebileceğim şarkı, galiba öncekilerden daha acıklı olmalı.

Hicâz makamı ve Yusuf Nalkesen bire bir uyar bence:

   “Sormamışsın hiç kimseden

   Pek üzgünmüşsün giderken...

   Bilmiyorum sanma niçin

   Kızmışsındır için için...

   Gitmek mi zor kalmak mı zor?

   O sabahı gel bana sor!..”

 

@AksayHakan

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"