Ceza yasalarında hayal kırıklığıyla ilgili tek bir madde bile yok mu sahiden?
İnsanların hayallerini yaralamak ve öldürmek suç değil mi?
Hatta o hayallerin doğmasına yol açtıktan sonra, yeşeren umutları yüz üstü bırakarak insanı ölü hayalleriyle birlikte terk etmek cezasız kalabilir mi?
* * *
Hayır, size AKP'nin ve bakanlar kurulunun başına kimin geleceğini falan açıklamayacağım.
Sıcak Ankara kulislerini, siyasetin nereye gittiğini anlatacak da değilim.
Ama niyetim "çok siyasi" bir yazı yazmak.
İnsan ve siyaset üzerine dilim döndüğünce bir pencere daha açmak.
* * *
Hayallere dönelim.
Hiç fark ettiniz mi birinin hayallerini yıktığınızı?
Nasıl değişir davranışları, jestleri, mimikleri...
Sesi ve tonlaması nasıl farklılaşır...
Hele bakışları...
İstemeden kırdıysanız bir insanı, o tavırların, gözlerin, sesin ya da sessizliğin altında nasıl un ufak olursunuz...
(Ama "her zaman haklı" olan ezici çoğunluktansanız, vız gelir başkalarının hayalleri de hayal kırıklıkları da...)
* * *
Birkaç gündür medyada sarışın, mavi gözlü, narin yapılı, kederli bakışlı bir genç kadının fotoğraflarına rastlıyorsunuz.
Hüzünlü bir öyküsü var.
Umudunun kanatları kırılmış.
Teslim olmamaya, ayakta kalmaya çalışıyor.
Ama hayallerini çoktan gömmüş gibi.
* * *
Bir Türkle evlenip Antalya'da yaşamaya başlayan Azerbaycan vatandaşı (sonradan Türkiye'nin de vatandaşı olmuş) Elmira D., mesleği öğretmenlik olan kocasından uzun süre şiddet görmüş. Birçok yönteme başvurmuş; ama ne polise başvurmak onu kurtarabilmiş, ne de Azerbaycan'a dönmek. Sonunda baba çocukları kaçırmış, kadın kalakalmış.
28 yaşındaki Elmira hukuk mücadelesi vermeye çabalıyormuş. Ne var ki her aşamada karşısına "duvarlar" örülüyormuş. Polis de, avukat da, savcı da "bizde aile içinde şiddet normaldir" ve "kocandır, sever de döver de" türünden sözlerle kadını "yatıştırmaya" çalışıyorlarmış.
Sonunda darbe üzerine darbe yiyen genç kadının dudaklarından dökülen cümle şöyle:
"Ne kadar eğitimli olursa olsun başta öğretmen olan eşim, avukat, savcı, polis, Türkiye’de erkeklerin neredeyse hepsi aynı."
* * *
Konuyu aktaran DHA'dan meslektaşlarım beni bağışlasın, ama ilgili haberleri okuduktan sonra acaba yukarıdaki cümlede "neredeyse" kelimesi gerçekten var mıydı; yoksa mağdur kadının dile getirdiği cümle biraz "yumuşatıldı" mı, diye düşünmedim değil.
Neden mi?
Herhalde Elmira, 8 yıl önce Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nde pedagoji okurken tanıştığı A.H.D. ile hayatını birleştirip Türkiye’ye gelirken bambaşka ve mutlu bir hayat düşlüyordu. Ama yaşadıkları, düşünün gerçekleşmesini sağlamaya değil, tam bir düş kırıklığına yol açtı.
Önce kocası "Mutlaka pardösü veya eşarpla sokağa çık. Sarışın ve mavi gözlü olduğun için insanlar seni fahişe zannedebilir." diye uyarmış. Ardından dayaklar başlamış. Sonrası devasa bir yıkım...
O da muhtemelen "Türkiye'de bütün erkekler böyle" yargısına vardı. Eğitimli de olsa; ister öğretmen, ister avukat, ister savcı, isterse de polis olsun...
* * *
Belki bazılarınızın dikkatini çekmiştir, kısa süre önce T24'te "Türk-Rus aşkları: 'Nataşa' söyleminden ortak çocuklara" başlıklı beş bölümlü bir yazı dizisi yayımlandı.
O diziyi hazırlarken birçok yere gittim, onlarca insanla görüştüm. En çok ne zamanlar zorlandım, biliyor musunuz?
Karşımdaki bazı Rus kadınlarının, başlarına gelen felâketleri anlattıktan sonra, ülkemizin tüm erkeklerini kastederek "hepiniz böylesiniz" dediği ya da bunu düşündüğünü belli ettiği zamanlar.
Bundan payıma düşeni aldığımda hemen itiraz etmek geliyordu içimden: "Hayır, ben öyle değilim!" "Ben 'nataşa edebiyatı'na ve kadınlara uygulanan baskılara karşı kaç yazı yazdım, haberiniz var mı?" "Hem ben hayatımın yarısını sizin ülkenizde geçirdim..."
Ama bu tür itirazlarla karşı çıksam da fark etmezdi. Çünkü başlarına gelen olumsuzluklar sırasında o kadar çok erkeğin - hatta kadının - "aynı kafada" olduğunu görmüş ve hissetmişlerdi ki...
Biriktirdikleri hayal kırıklığınının bir kısmını da bana yüklediler. Ve ben suçlu hissettim kendimi. Belki de haklıydılar...
* * *
Diyeceksiniz ki, Türkiye kadınlara şiddet sorunuyla baştan aşağı yanıp tutuşuyor, milyonlarca kadın aynı mengenenin içinde; sen de tutmuş bir yabancının başına gelenleri öne çıkarıyorsun!
Haklısınız, Türkiye, kadınları her anlamda ezip baskı altında tutmaya çalışma ile buna direnme arasında büyük bir gerilim içinde. Öldürülen, yaralanan, taciz edilen, kıyafetlerine ve sokağa çıkmalarına, hatta gülmelerine karışılan kadınlar... Daha kadın bile olamadan çocuk yaşında "başı bağlanan" ve satılanlar...
Ama Türk, Kürt, Azeri veya Rus, fark eder mi! Ayrıca, kendi ülkesinde görmedikleri baskı ve yasaklarla Türkiye'de karşılaşan yabancı gelinler, bazen sorunun ne aşamalara geldiğini görmemizde ve göstermemizde çok etkili oluyor.
* * *
Buraya kadar yazılanlar size hâlâ pek "siyasi" bir yazı gibi gelmedi mi?
O halde politikacılar bana yardımcı olsun!
Tüm partilere ve siyasetçilere önerimdir:
Şiddet gören bir kadının yanında toplanıp miting yapsınlar!
Öldürülen bir kadının cenazesinde yürüsünler!
Çocuk yaşta satılan bir kızın düğününü bassınlar!
Direnen kadını susturanların (öğretmen, avukat, savcı, yargıç, polis, gazeteci, kim olursa olsun) karşısına çıkıp tepki göstersinler!
* * *
Siyaset sadece seçimler, mitingler, konuşmalar, polemikler değil.
Cumhurbaşkanlığını kazanma, başkanlık rejimine yönelme, hükümet kurma, "çatı aday" bulma, kurultaycılık yapma, milliyetçileri savunup anketçileri kınama, ekonomiden dış politikaya kadar her konuda "tek doğru"yu bilme, ne zaman konuşulup ne zaman susulacağını hesaplama değil.
Bol keseden vaat dağıtma ve sonunda herkese hayal kırıklığı armağan etme de değil.
Batsın bunca yıldır - ve hemen hemen hep birlikte - yaptığınız "insansız siyaset"!
İnsan'ı fark edin artık!
Toplumdaki o hantal ve ölümcül ağırlığınızla barut misali tehlikeli ve bulaşıcı "rol modelliğinizi" bir kere de İnsan'dan yana kullanın!
@AksayHakan