25 Eylül 2016

Her an başınıza bir şey gelebilir, mırıldanın artık!..

Sağ olsun Başbakanımız, kadının tekme yememe hakkını da, adamın tepki gösterme hakkını da koruyan çok 'dengeli' bir yaklaşım gösterdi

Mesele elbette yalnızca şort meselesi değil.

Akılları ve yürekleri kemiren, şorttan çok daha fazlası.

Tarihimiz yokuş aşağı yuvarlanmaya başladı.

10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 genel seçimleri falan derken, şu “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz 2016 geldi ve bir anda “normal zamanlarda yapamayacakları şeyleri yapabilme gücüne sahip oldular” (Tırnak içleri, açık sözlülüğüyle tanınan Cumhurbaşkanımız’a ait).

Birdenbire memleketin her yerinin “fetöcü terörist kaynadığını” öğrendik.

İşin önemli bir yanı, fetöcü olan veya olmayan tüm “tatsız ögelerin” kaşıkla değil kepçeyle toplanmasının mümkün sayıldığı ortamda, darbe ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını herkesin bildiği birçok aydının hapse tıkılması oldu.

Diğer yanı ise şu: İçeri atılan, işinden edilen, kovuşturulan insanların sayısı tahminen 100 bin civarında. Aileleri, akrabaları, tanıdık çevreleri ile yüz binlerden milyonlara doğru uzanıyor. Ve bunların çoğu “alnı secdeye değen” insanlar. Sanırım iktidar korkusu, AKP döneminde ilk kez dindar kesimler arasında da hızla yaygınlaşıyor. Bunun can havliyle son sürat ilerlemeye çalışan iktidar sahipleri açısından avantajı olduğu gibi beklenmeyen sonuçları da olabilir.

Burada aynı anda önlerine koydukları hedefler açısından başarılı olmayı fiilen imkânsız kılan öteki alanlara (Ortadoğu’da askerî harekât, orada ve içerde Kürtlerle savaş, radikal İslamcıların bir kısmıyla çatışma, ötekilerini – bir kez daha – “kullanma” denemesi vs.) girerek konudan uzaklaşmayalım.

Ama “şort” meselesinde (hem “havuz”a girip hem de kuru kalmaya çalışan “bir kısım medya”nın aniden kurnazca sevmeye başladığı “şakacı”, “rahat”, “doğal”, “baba”) Başbakanımız’dan “ölçülü destek” alan “milletin üstün ahlaklı temsilcileri”nin bundan sonra daha da cesur ve aktif davranacaklarından hiç kuşkunuz olmasın.

Bugün kod adı “şort” diyebileceğimiz hayat ve mücadele sahasında saldırılar artacaktır.

Şartlar, artık “biz hiç kimsenin yaşam tarzına karışmayız” türünden günümüzde iyice gereksizleşen vaatlerden arınmak ve net bir strateji olmasa bile mutlaka dört nala koşma arzusuna bağlı olarak şort-mort unsurlarını ve hele direnişlerini “ezip geçmek” için çok uygun görünmektedir.

Abarttığımı düşünüyorsanız, sizin daha iyimser görüşlerinizin sempatizanı olmaya içten içe istekli ve hazırım. Ne var ki ben, iktidardan demokratik yöntemlerle ayrılma ihtimalini yok saydığı izlenimini veren siyasi bir gücün her şeyi hiç düşünmeden yapabilecek hale geldiğini tahmin ediyorum.

Ve korkarım artık bu ülkede hemen herkes “her an başımıza bir şey gelebilir hissiyle yaşamaya alışıyor.

Milletin, maneviyatın ve inançların tekmesi

Gelelim “şort”a.

Ülkemizde herhalde sayısız benzeri olan Abdullah Çakıroğlu adında bir saldırgan, bir belediye otobüsünde tahrik oluyor.

Zaten biliyorsunuz, bizde erkekler durmadan “tahrik” oluyorlar. Her yerde ve her zaman. Kadının saçı, koltuk altı, dar pantolonu veya eteği, şortu, eli, ayağı, bacağı, konuşması, gülüşü... her şeyi bu arkadaşların daimi nöbetçi ereksiyonunu harekete geçiriyor. Ya da kadınlardan aslında ne kadar uzak olduklarını umutsuzca yüzlerine çarpıyor. Anında dengeleri bozuluveriyor. Her an yapabileceklerini hissettikleri ilk el altı eylemi olan şiddete başvuruyorlar.

Gözle, sözle, tavırla, elle, ayakla, silahla...

Bu adam da otobüste şortlu bir kadın (hemşire Ayşegül Terzi) görünce zıvanadan çıkıyor.

Devamını ondan dinleyelim:

“Koltukta müstehcen şekilde oturuyordu. Bir anda kendimi kaybettim. Yaşadığımız ülkenin ve toplum değerlerinin ayak altına alındığını, bayan şahsın kendisi ve çevresinde bulunan insanlara giyiniş tarzı ile saygı göstermediğini düşündüm. Manevi yönüm ağır bastı. Bir anda koltuktan kalkarak yüzüne doğru bir tekme attım.”

“İnsanlar başkalarının inançlarını benimsemeyebilirler ancak yok sayamazlar. Her şeyin bir oluru vardır. Olurunda giyinmiş olsaydı biz de manen tahrik olup bu hareketi yapmazdık, insanlar en azından pantolon veya eşofman giymiş olsalardı daha az tahrik olurduk.”

Ne berbat bir laf salatası, değil mi? Elbette “avukat destekli yalan kalıpları” bunlar; yoksa kendisi tekme atmak kadar konuşmasını beceremez.

“Manevi yönü ağır basmış”, kadın “toplum değerlerini ve başkalarının inançlarını yok saymış”, pantolon “daha az tahrik edermiş” (illaki bir derece tahrik olacak!)...

Bir de özneyi dil çabukluğu ile “ben”den “biz”e çeviriveriyor. Ee, ne de olsa “kahramanımız” millet adına konuşuyor, yani erkek milleti adına!..

Sonrası bir başka sefalet: Adam alınıyor, serbest bırakılıyor, yine alınıyor...

Bu arada koskoca Başbakan duyarlılık göstererek olaya ağırlığını koyuyor:

“Normal biri değil. Çünkü normal bir insanın yapacağı bir iş değil yaptığı. Hoşuna gitmeyebilir, mırıldanırsın...”

Kadının tekme yememe hakkını da, adamın tepki gösterme hakkını da koruyan çok “dengeli” bir tutum, değil mi ama?

Tam bir adalet ve hukuk timsali yaklaşım!

Umarım yeni anayasaya bu tür durumların karşılığını yazarlar:

“Çevrenizde sizi tahrik edecek bir kadın mı gördünüz? Hemen filanca maddeli yasal hakkınızı kullanarak mırıldanmaya başlayabilirsiniz.”

Benim burada diyebileceklerimden daha iyisini kısa ve öz olarak Evrensel Gazetesi karikatüristi Sefer Selvi dile getirmiş. Bir zahmet bakıverin karikatüre.

 Vatandaş, haydi mırıldan!

Burada aktardığımız olay ne ilk ne son.

Geçen gün de Bursa'da, metroda bir “erkek kahraman” bir kadına “Şortlu kadının başına geleni biliyorsun, kes lan sesini o....u” diye bağırmış.

Bağırması kötü olmuş tabii, keşke mırıldansaydı.

Sahi, mırıldanmak ne demek, biliyorsunuz, değil mi?

TDK’ya göre “alçak sesle kendi kendine bir şeyler söylemek” (Ne kadar “alçak”, orası meçhul)...

Veya “ancak yanındakinin duyabileceği bir biçimde konuşmak” (Yanındaki? Ne kadar yakın? Kaç kişi?)...

Bence sözlük yardımı olmadan da anlaşılabilecek başka bir anlam gizli bu kelimede:

Giderek artma eğilimi gösterebilecek bir ilk tepki akla geliyor “mırıldanmak” deyince.

Bugünün Türkiyesi sessiz, sinmiş, korkmuş durumda.

Sesi çıkanlar genellikle iktidar sahipleri, onlara yakın duranlar ya da yamanmaya çalışanlar.

Millet içinde de bunun geniş bir karşılığı var elbette: Milyonlarca “Abdullah Çakıroğlu” da diyebilirsiniz...

Denmez mi!

Bir kere, adamın “maneviyatı” var!..

“Ülkenin ve toplum değerlerinin” savunucusu!..

“İnançların” sözcüsü!..

Peki ya ötekiler?

Öteki milyonlar? On milyonlar?

Haksızlığa uğrayanlar? Yok sayılanlar? Ezilip geçilenler?

En başta da kadınlar?

Bu zor şartlarda sessizliği bozmak, adaletsizliğe isyan ederek haykırmak, baskılara karşı bağırmak kolay değil.

Ama...

“Alçak sesle kendi kendine bir şeyler söylemek...

“Ancak yanındakinin duyabileceği bir biçimde konuşmak...”

Neden olmasın?

Belki de mırıldanmanın zamanıdır...                                                  


  NOT: Yazıda kullandığımız fotoğraf, Yung Cheng Lin adlı Tayvanlı bir fotoğraf sanatçısının “Womanhood” (“Kadınlık”) adlı çalışmalarından biri. Ötekilere de buradan bakabilirsiniz.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"