Ceylan olan sendin, çocuk.
Ceylan olur da avcı olmaz mı hiç!
Avcılar da vardı elbet.
Ama bu memlekette insanlar eline silah alınca cesur ve mert, cinayet işleyince korkak ve yalancı olurlar.
Çektikleri silahın sesinin yankısında gizlenirler.
Ettikleri ateşin dumanında buharlaşırlar.
Ve döktükleri kanın pıhtısında sır oluverirler.
Can almanın namert, sinsi ve ansızın olanı tercih edilir bu topraklarda.
* * *
İşte sen de böyle bir alçaklığa kurban gittin, Ceylan.
Gittin...
Ve bittin.
Defterin kapandı.
Anında unutuldun.
Aslında yaşarken de hatırlanmaya hakkın yoktu pek.
Senin gibilerin bir değeri olamazdı ki zaten...
Kürttün, köylüydün, yoksuldun...
Varlığınla da ölümünle de rahatsız etmemen gerekiyordu bu koca ülkeyi.
Onun için cesedin de dahil, seninle ilgili her şeyin anında gömülmesi şarttı.
Ne devlet meşgul olurdu seninle, ne uzak topraklardaki ilgisiz Türkler...
Vardın...
Yok oldun.
Ufacık bir "fark etmez"din, bu zalim hayatta.
Şimdi de ölümünle zamanımızı alma artık, çocuk!..
* * *
Bugün bir gazete haberiyle hatırladım seni.
İlk kez de bir gazete haberiyle duymuştum adını.
Ben senin adını duyduğumda sen çoktan gitmiştin.
Çünkü okuduğum senin ölüm haberindi.
2009 Eylülü'nün 28'inde bitmişti kısa hikâyen.
14 yaşındaydın son gününde.
Ölmeseydin önümüzdeki 8 Mart'ta tam 20 yaşına girecektin.
8 Mart'ın kadınlar günü olduğunu bilir miydin?
Sanki bir bayram hediyesi gibi, dünyada erkeklerinin kadınları kutladığı bir günde doğduğuna sevinir miydin?
Bir sevdiğin, seni heyecanlandıran bir hayalin var mıydı ölümüne dek sakladığın?
Annenden başka birilerinin daha "bir tane"si olmaya fırsat bulamamış mıydın?
* * *
"Bir tanem!"
Bizde sevgi dile getirilirken kullanılan sözlerden biri de budur.
Annen seni böyle basıyor muydu bağrına?
"Bir tanem" diyerek?..
Bir taneydin sen...
Sonra...
Bir kalleş patlama oldu.
Senden geriye yüzlerce Ceylan kaldı.
* * *
Ayakların, bacakların ve ellerin daha bütündü koparken öteki parçalarından...
Ama geriye kalan bölümlerin...
Paramparça dağıldı ortalığa...
Otlara, çalılara, ağaçların dallarına...
Belki otlattığın kuzuların bedenine...
Senden geriye kalan yüzlerce kanlı et yapıştı.
Hain bir patlama seni yüzlerce parçaya ayırdı.
Annen gözyaşlarına boğularak topladı o parçaları kucağına.
Yapışmazdın artık, birleşmezdin, eski haline dönmezdin.
Ama senden geri kalan parçalar toplandı yine de.
Bir battaniyeye kondu.
"Bir tane"ydin, bir tane Ceylan...
Paramparça oldun.
* * *
Öyle İstanbul'da, Ankara'da falan değildin.
Diyarbakır Lice'ye bağlı Şenlik Köyü yakınlarında bir yeşil alanı kırmızıya boyayarak göçüp gittiğinde kimsenin seni umursayacak hali yoktu.
Zaten Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun "olayın fazla büyütülmemesi gerektiğini" söylediği rivayeti çıkmıştı.
Büyütülmemesi gereken olay, senin nasıl olup da birdenbire parçalandığındı.
Seni yüzlerce parçaya ayıran şeyin bir havan topu olduğu söylenmişti.
Diyarbakır-Bingöl sınırındaki bir karakoldan atılan...
Ya da başka bir "özel silah"la mı vurulmuştun acaba?
Bilerek mi hedef almışlardı seni?
Askerî talim sırasında tesadüf kurbanı mı olmuştun yoksa?
Ne olursa olsun, cinayetin şüphelisini gösteren bütün parmaklar devlete yöneliyordu.
Devlet ise senin gibi önemsiz bir Kürt çocuğuna feda edilmeyecek kadar yüce bir otoriteye sahipti.
O günlerde az sayıda gazetecinin ve sivil toplum kuruluşu sözcüsünün suçlamalarına sinirlenen bir paşa (Tuğgeneral Metin Gürak), upuzun bir açıklama yapıyor ve güvenlik güçlerine yönelik "iftira kampanyası"nı ağdalı kelimelerle kınadıktan sonra (senden hiç bahsetmeden) "Halen bu olay da Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı bir propaganda malzemesi gibi kullanılmaya çalışılmaktadır; üzücü olan da budur", diyordu.
* * *
Öldün gittin sen, Ceylan.
Parçalarının toplandığı battaniye 6 saat "yetkili" bekledi.
Ne yetkili, ne de vicdanlı vardı ortada.
"Savcıya vekaleten" bir imam gönderildi oraya; sonra alelacele bir karakolda yapıldığı söylenen "otopsi"nin raporu karalandı.
Elindeki bıçakla "askerî mühimmatı kurcalayarak patlatmış" falan olabilirdin işte.
Her neyse, çok da önemli değildi(n) zaten.
Seninle ilgili açılan davalar, dev gibi devleti rahatsız eden sinek vızıltısını andırıyordu.
"İçerde" adaletin adı çok kendisi yok olduğundan dolayı, "dışardaki" mahkemelere de taşındı meselen.
Böylesi "tatsız olaylar"da "zaman aşımı" maddesini hasretle bekleyen memleketimizin hukuk çarkından çıkarılmış bir karar atıldı akrabalarının önüne bu günlerde.
"Önkol ailesinin 100 bin lira maddi, 150 bin lira da manevi tazminat talebiyle açtığı davaya bakan Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi, 'Devletin kusurlu olup olmadığının tespit edilemediği' görüşünden hareketle manevi tazminat talebinin reddedilmesine, maddi olarak ise aileye 28 bin 208 lira 85 kuruş tazminat ödenmesine hükmetti."
Velakin mahkeme, verdiği bu tazminatın 12 bin 701 lira 82 kuruş'luk kısmını yargılama giderleri ve avukatlık ücreti olarak aileye borç çıkarıp ödenecek miktarı 15 bin 507 lira 82 kuruş'a indirmekten hiç çekinmedi.
* * *
Durum böyledir, Ceylan çocuk.
Senin parçalanman hâlâ küçük bir haberdir buralarda; onu da pek kimse okumaz.
Okusa ne olacak ki, daha yüzlerce Kürt çocuğu öldü, milyonlarca vicdandan çıt çıkmadı.
34 kişiden Roboski haritasına yayılan binlerce parça da sessizce kanar durur üç yıldır.
Ve daha neler, kimler...
Bir mahkeme "yetkisizlik" kararına sarılır, bir başkası "zaman aşımı"na abanır, biri "meşru müdafa"dan hoşgörür, öteki "kasıt yok" ya da "kurşun sekmiş" bahanesiyle örtünür.
Ölür durur bu acılı ülkenin evlatları.
Senin kanlı parçaların da onlara karıştı gitti işte.
Zaten adın Ceylan'dı.
Ceylan olur da avcı olmaz mı hiç!
Ama bu memleketin avcıları da pek bir hain ve kalleş oluyor.
@AksayHakan