Bu “out”lu “in”li anlatımlara bayılanlardan değilim.
Asıl başlığım şöyleydi:
“Erdoğan ve Demirtaş: Biri ‘eski Türkiye’nin lideri, öteki ‘yeni Türkiye’nin”.
Ama duydum ki “Yeni Türkiye”yi kapmışlar.
Hem de kim?
En az 35 yıllık baskıcı tarihimizin içinden süzülüp koltuğa oturan, 13 yıldır başta duran ve yakın gelecekte (ne yakını, uzak gelecekte bile) oradan kalkmaya hiç niyeti olmayan birileri kendini “Yeni Türkiye” ilan etmiş.
Oysa benim bildiğim, “yeni” deyince geçmiş değil gelecek akla gelir.
Korkutan ve korkulan lider tipi
Erdoğan gerginlikten, kavgadan, kutuplaştırmadan, ötekileştirmeden güç devşiriyor.
Üslubundan, tavırlarından, sözlerinden, bakışlarından şimşekler çıkıyor.
Yıllardır her gün onlarca kez onu televizyon kanallarında göre göre hepimiz eskisinden daha asabi ve mutsuz olduk, toplumca psikolojimiz bozuldu.
Erdoğan herkesi korkutuyor. Bilinçli olarak yapıyor bunu. Bazen sağa sola öylesine sinirli polisiye bakışlar fırlatıyor ki, onu ekrandan izleyen insanların bile oturmasına kalkmasına dikkat edesi geliyor. Ee, neme lazım; yolda giderken balkondakilerin el kol hareketlerinden huylanıp oraya polis gönderen, ikinci katta sigara içen gence “saygısız!” diye laf atan biri var karşımızda...
Erdoğan yardımcılarıyla, danışmanlarıyla, bakanlarla bir aradayken gördüğümüz tabloya bakın:
Hepsi diken üzerinde! Hata yapan yanar! Eller göbek hizasında uysalca birleştirilmiş, adım başı “evet efendim” ya da kafayla onaylama telaşı...
Cumhurbaşkanı kendisi gibi konuşmayan, kendisi sertleştiği zaman ortamı yumuşatmaya çalışan, kendisinden bağımsız kararlar alıp uygulayan herkesin façasını anında al aşağı etmeye hazır.
Başbakanmış, hükümet sözcüsüymüş, bakanmış, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmıyor.
Ve o, her konuda en doğrusunu bilen lider: Siyasetten ekonomiye, ahlaktan demografiye, tarihten sanata kadar...
Kendisinin Allah tarafından yeryüzüne ve Türkiye’ye (şansımıza bak!) gönderildiğini düşünen, artık ufak tefek konularda “boş mütevazılık gösterisi” yapmayacak kadar kendi kıymetini bilen net birisi o.
Bunun için onun dünyanın en şatafatlı sarayında yaşaması da, özel uçakları, arabaları falan olması da çok doğal.
Ona sadık olanların da maddi şartlarının iyi olmasına özen gösteriyor haliyle. Kimseden korkusu olmadığı için, “bakara-makaracı”yı da cebine koyup gezdirebiliyor, ya da Diyanet İşleri Başkanı’na “Niye arabayı geri verdin?” diye posta atabiliyor.
Korkusu yok derken... Elbette korunmaya özel önem veriyor. Güneş altında bisiklete binse bile takım elbiseli korumalarının kan-ter içinde kilometrelerce koşturarak kendini korumaya çabalamasını olağan ve zorunlu görüyor.
Erdoğan’ı özetlemeye çalışırken “korku”, “korkmak”, “korkutmak” fiillerini çok mu kullandım sizce? Herhalde bütün kusur benim kötü niyetli olmamdadır.
Gülümseten bir lider çıktı ortaya
Dikkat ediyor musunuz?..
Televizyonda haber veya program sunucuları, HDP lideri Demirtaş’la ilgili haberlerden sonra yüzlerinde bir gülümsemeyle sıradaki konuya geçiyorlar.
Biz seyirciler de öyle, gülümsüyoruz.
Ne demiş yine Demirtaş?
“Bağlamadan başka bir şey çalmadım” demiş.
“Seni başkan yaptırmayacağız” demiş...
“Başbakan bana Selahattin demeyecekmiş, üç gündür uyuyamıyorum” demiş...
Demirtaş bağlama çalıyor, şarkı söylüyor... Tekstil atölyesinde işçilerle birlikte yemek kuyruğunda bekliyor, çay içtiği bardağı yıkıyor... Bisiklete biniyor... Yolda önünü kesip selfie çekmek isteyen bir çocuk kendisine “Lan bi dur” diyor, Demirtaş gülüyor ve çocuğun dediğini yapıyor (başkası olsa en azından “telefonunu al da git lan” demez miydi sizce?)...
Demirtaş, Demirtaş değil... Selahattin... “Bizim Selahattin”... Hatta “Selo”... “Selocan”...
MHP’li seçmenler arasında bile “Selocan sempatizanları” var.
“Selocan” dediğimiz 42 yaşındaki adam, ülkenin dördüncü partisinin lideri... Son bir yıldır başarı grafiği hızla yükselen bir siyasetçi...
En son ne zaman böyle bir siyasi liderimiz olmuştu?
Zeki, hazırcevap, şakacı, mütevazı... Liderlik otoritesiyle baskı kurmaya, korkutup sindirmeye çalışmayan... İnsanlarla eşit diyaloglara giren...
Demirtaş rahat tarzı, samimi konuşması ve akıllı esprileriyle bambaşka bir imaj yaratıyor; ama bu arada Türkiye realitesinden kopmuyor ve içerik olarak da güçlü mesajlar vermeyi başarıyor. Böylece Türkiye siyasetine yeni bir üslup getiriyor.
Eminim bundan sonra birçok partinin yeni lider arayışında Demirtaş dikkate değer bir model olacaktır.
Bir kez daha güvenlik sorununa dikkat!
Kimileri HDP liderinden “bir proje” olarak bahsediyor. Eğer öyleyse, şu ana kadarki gidişe bakarak “başarılı bir proje” denebilir herhalde.
Ancak onun “numara ve rol yaptığı” türünden suçlama ve imalara katılmak zor. Çünkü Demirtaş’ın gücü sahici olmasından, doğallığından, içtenliğinden kaynaklanıyor.
Siyasetiyle de sözleri ve üslubuyla da eleştirilmez değil elbette. Tersine, insanları korkutmayan, onlara baskı uygulamayan, tepeden bakmayan biri olarak eleştiriye ötekilerden daha açık olduğu izlenimini uyandırıyor.
Konuşurken partisinin ve öteki yöneticilerin önüne çıkmamaya gayret ediyor, kendisine yönelik “siz pop star gibi ünlüsünüz” türü iltifatlardan ve sorulardan pek hoşlanmıyor.
Bu açıdan saray ve lüks bağımlısı sultanlara göre çok daha insani ve demokratik bir tarza sahip.
Bazen de kendisini mücadelenin sıradan bir neferi olarak gösterirken eleştiriyi hak edebilecek sözler edebiliyor. Örneğin, dün NTV ekranından söylediği “HDP’nin benim başarısızlığım yüzünden yüzde 10 oy alamaması durumunda hemen istifa ederim” açıklaması bence doğru değildi. Elbette bu tür bir söylemin dayandığı bir zemin ile bir hedefi ve karşılığı vardır. Ama başarı ve başarısızlık bileşenlerini bir çırpıda ölçmek zordur. Kaldı ki bir dizi koşulun bir araya gelmesi sonucu başlayan olumlu siyasi süreçlerin, söz gelimi, yüzde 9.9’a takılmayacak kadar güçlü bir dalga yarattığı ve her durumda 7 Haziran’dan sonra da Demirtaş’ın liderliğe devam etmesini gerektirdiği sanırım ortada.
Bu arada yine dün biraz daha geniş bilgi sahibi olduğumuz “Demirtaş’ın evine sehven polis baskını” konusuna dikkat çekmek istiyorum. Bu olayın tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarılması gerekir. Ülkenin en önemli siyasi liderlerinden biriyle ilgili bu “hata” gerçekten tesadüf sonucu mu gündeme geldi?.. Peki ya polisin tekrar oraya giderek binadaki HDP bayraklarının indirilmesi talebiyle gerginliği tırmandırmayı denemesi?..
Hatırlıyorsanız, Demirtaş Mart ayı sonlarında “Eğer ki seçim kampanyası döneminde başımıza bir iş gelirse, olabilir, benim bütün arkadaş ve yoldaşlarımdan özel bir ricamdır: Bu gemi limana götürülecek, sizlere emanettir” diyerek can güvenliği kaygısını dile getirmişti.
Ne o zaman, ne de son haftalarda HDP temsilciliklerine yönelik 50 kadar saldırıdan sonra devletten herhangi bir doyurucu açıklama ve soruşturma geldi. Şimdi de partinin eş başkanının ev adresi güvenlik sorunuyla birlikte gündeme sürülüyor.
Bu, sıradan bir gelişme olarak görülüp geçilemez!
Türkiye kaderini değiştirmeye çalışıyor. Barışı ve demokrasiyi kurmaya gayret ediyor. Yeni politikalar arıyor. Ve yeni liderler...
Bir lider tipi yavaş yavaş tarihe karışıyor, öteki adım adım güçleniyor.
Bu süreç mutlaka devam edecek. Zor da olsa...
@AksayHakan