03 Mayıs 2025
Kadınlar erkeklerden iki kat fazla özür diliyormuş.
Bunun haberi geçenlerde The Economist’te çıkmış, Oksijen Gazetesi de Türkçeye çevirip okurlarına aktarmıştı.
Acaba ülkelere göre durum nasıl?
Haberde bununla ilgili birkaç örnek var:
“Kanadalılar üzgün olduklarını söyleyip özür dilemeyi çok seviyor. Bir ankete göre 18-25 yaş arası Kanadalıların yüzde 90’ı tanımadıkları biri kendilerine çarpınca hemen özür diliyor.
İngilizler aynı ifadeyi Amerikalılardan dört kat fazla kullanıyormuş.
Çin, Japonya ve Malezya’daki çalışanları inceleyen bir araştırmaya göre özür dileme ihtimali en düşük olanlar Çinliler.
Genel olarak tüm kültürlerde kadınların erkeklerden daha fazla özür dilediği düşünülüyor.
Kariyer uzmanları bu tavrın kadınların yükselmesini engelliyor olabileceği görüşünde. Bazen kulağa ciddiyetsizlik, hatta yetersizlik gibi gelebildiğini söylüyorlar. İşverenler özür dileyen çalışanların daha düşük kabiliyetlere sahip olduğu sonucuna vardı.”
* * *
Türkiye’yi bu açıdan diğer ülkelerle kıyaslayan araştırmacılar var mı, bilemiyorum. Ama sanırım bizde durum pek parlak değil.
Birçok ülkede her gün defalarca telaffuz edilen, çoğunlukla gülümseyerek söylenen ve dinlenen, nezaketin en basit işareti kabul edilen özür, Türkiye’de küfürden daha seyrek dile gelir.
Özür dilemesini bilmeyen, onu bir zayıflık belirtisi olarak gören bir toplumdur bizimkisi. Özürden korkulur, ondan sakınılır bu topraklarda.
Hatta özür dileyene hakaret edilip bir de üzerine hoyratça keyiflenilen tek memlekettir belki de burası.
“Pardon çıkalı eşekler (ayılar) çoğaldı” cümlesini - kim bilir nerede ve nasıl - yaratıp bağrına basmasını becerebilmiştir. (Mehmet Akif Ersoy’un bir eserinde “Nasıl ki çıktı bu pardon, eşeklik oldu mübah!” cümlesi geçer.)
Bir de doğru dürüst özür dilememek için türlü numaralar yapılır. Çoğunlukla siyasetçilerin söylediği bir tanesini hatırlatayım: “Sözlerim maksadını aştı.”
Nasıl yani? Hatalı mısın değil misin? Maksadın neydi, nasıl aştın?
Bu deyişi ilk kim uydurdu, bilmiyorum; ama densiz siyasiler başta olmak üzere, çam devirdiğini açıkça kabul etmekte zorlanan birçok kişinin bu anlatımı seçmesi, böylelikle sanki “istenmeyen bir kelimenin aşabileceği derin bir maksat sahibi olduğu” izlenimi vermek istemesi, beni hep gülümsetiyor.
* * *
12 yıl kadar önce, Mavi Marmara konusunda İsrail Türkiye’den özür dilediğinde medyamız bunu nasıl duyurmuştu hatırlatayım:
“Özür dilettik..”. “Özür zaferi...” “Büyüksün Türkiye...” “İsrail dize geldi...” “İsrail yenilmiştir...” “Türkiye'nin liderliği tescillendi...” “İsrail özür diledi, borsa uçtu...”
Neden, diye soran pek yoktu. Zamanlamaya dikkat çekene fazla rastlanmıyordu. ABD ve bölgeyle ilgili planları ile bağlantı kurulmuyordu.
Özür dilettik ya! Dize getirdik ya! Pişman ettik ya! O bize yeter!
Tam da aynı sıralarda TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nun Uludere (Roboski) Raporu açıklanmıştı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 28 Aralık 2011'de düzenlediği hava saldırısı sonucu 34 insanın katledilmesinde “bir kasıt olmadığı” saptanmıştı. Böylece olay bir kez daha hasır altı edilmeye çalışılmıştı.
Ceza vermek bir yana, “özür dileme” bile yoktu!
O dönemin Başbakanı “Gerekirse özür dileriz” demişti. Demek ki, gerekmedi...
7 Aralık 1970’te dönemin Almanya Başbakanı Willy Brandt, Varşova Gettosu Anıtı’nın önünde diz çökerek Yahudi Soykırımı için özür dilemişti…
* * *
Muhteşem Yüzyıl dizisinde ilginç bir bölüm vardı. Babaları Sultan Süleyman'ın önünde ok atma becerilerini sergileyen iki şehzade arasında yine sorun çıkmıştı. İlerde tahtı ele geçirecek olan (İkinci) Selim (“Sarhoş/Sarı Selim”), yıllar sonra canını kurtarmak için İran'a kaçsa da boğularak öldürülmekten kurtulamayacak olan kardeşi Beyazıt'ın yayının ayarını bozmuştu.
Buna şiddetle tepki göstererek abisini suçlayan Beyazıt'a Sultan Süleyman ateş püskürmüştü: “Abine karşı bu ne saygısızlık! Hem de benim huzurumda!..” Bunu dedikten sonra onu herkesin önünde Selim'den özür dilemeye mecbur etmişti.
Popüler bir dizinin bu basit sahnesi bile bizim “özür dileme” konusunda asırlardan beri pek değişmeyen yaklaşımımızı sergilemiyor mu? Ahlak ve adaletten koparılmış ve güç-iktidar-hiyerarşi dengesine bağlanmış bir aleni cezaya dönüştürülen “özür dileme”, küçük düşürülmek değil de nedir?
Biz özür dilemeyiz. “Gurur meselesi” yaparız. Zayıf görünmek ve birilerinin eline “koz vermek” istemeyiz.
Dilesek de genellikle gizlice ve beceriksizce yaparız bu işi. Ya karşımızdakini susturmak için bir şeyler mırıldanır konuyu derhal kapatırız. Ya da özür diledikten hemen sonra, “ama, fakat, lakin” hangi şartlardan dolayı “mecburen” öyle yaptığımızı ve “aslında” haklı olduğumuzu kanıtlamaya girişiriz.
Birisi bizden özür dilerse de onu “gerçekten de ne büyük hata yaptın, bunu nasıl söyleyebildin” gibi saldırı cümleleriyle iyice sopalar, af dilediğine bin pişman ederiz.
* * *
Oysa özür dilemek yalnızca cesaret değil, aynı zamanda güçlü karakter ve sağlam ahlak gerektirir.
İçten bir özür dileme girişimi, bir bakıma egonun subabıdır. Özür dilenen kişilerin değerinin bizim egomuzdan daha önemli olduğunu kabul etmemizdir.
Sigmund Freud'un şu yaklaşımı ilginç değil mi: “Eğer samimiyetle davranılmışsa, özür dileme anı insanın en değerli hallerinden birisidir, tıpkı utanmak gibi.”
Özür. İki hece. Dört harf. Saniyede ses verirsiniz ona. Cüce bir kelime. Ama ağırlığı tonlarcaymış meğer…
Şimdi söyleyin, siz ne kadar sık özür diliyorsunuz? Ne kadar sık utanıyorsunuz? Ya da “zaten kimse özür dilemiyor” bahanesinin arkasına sığınarak hatalarınızı halının altına ne kadar sık süpürüyorsunuz?
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |
Geçmişte kalan kentlerde bugün ne aradığımı bilmeden dolaşırken düşünüyorum da, belki de benim için önemli olan bulmak değil, aramak…
Çekirdek stoklarınızı yenileyin, ABD'nin en güçlü isimleri arasındaki mücadele daha yeni başladı
Onun adı genellikle “ulusal güvenlik” amacı ile “iç ve dış düşmanlara karşı mücadelenin gerekleri” ile birlikte gündeme geliyor
© Tüm hakları saklıdır.