15 Ağustos 2022

Batı ile Rusya arasındaki sırat köprüsünden seçimlere doğru

Seçimlere az zaman kalması ve ekonomik kriz, iktidarı dış politikada daha büyük başarılara koşma yolunda kışkırtıyor. Ama Ukrayna’daki savaşın ve Rusya ile NATO arasındaki gerilimin tehlikeli biçimde gelişmesi, Batı ile Moskova arasındaki daracık bir hattan ilerlemeye çalışan Erdoğan için giderek daha fazla zorluk ve risk yaratacağa benziyor

Soçi’de 5 Ağustos 2022’de düzenlenen Putin-Erdoğan Zirvesi’nden sonra Batı, Rus ve Türk medyasında defalarca gündeme gelen soru şu:

“Putin, Erdoğan’a seçim kazandırabilir mi?”

Soruyu bir an için tersine çevirmeyi deneyelim: Putin, Erdoğan’a seçim kaybettirebilir mi?
Bence bu mümkün. Mesela, Suriye’de atacağı bazı adımlarla bunu yapabilir.

Moskova çoktan beri yüksek sesle dile getirmekten kaçındığı Kürtlerle iş birliği, hatta onlara özerklik verilmesi amacını uygulamaya girişirse bu durum Erdoğan açısından büyük bir sorun yaratır. Kremlin için Esad yönetimi ile Kürtleri masaya oturtmak erişilmez bir hedef sayılmaz.

İşin ekonomik boyutları da var tabii: İllaki 24 Kasım 2015’teki uçak hadisesinden sonra olduğu gibi Türkiye’ye Rus turist göndermeme ve “domates boykotu” gibi yaptırımlara gitmesi gerekmiyor. Duruma göre doğal gaz vanalarının kısılması ve/veya Avrupa’ya uygulanan fiyatların Türkiye’ye de dayatılması bile yeter.

Putin’in elinde Erdoğan’a karşı kullanacağı başka kozlar da bulunabilir. Rus uçağının düşürülmesinden sonra Moskova’da, Ankara’nın IŞİD’le iş birliği ve petrol kaçakçılığı iddiasıyla dosyalar hazırlanmış, barışma süreciyle birlikte rafa kaldırılmıştı. 15 Temmuz Süreci’nden başlayarak satın alıp da bir türlü kullanamadığımız S-400 füzelerine kadar bir dizi konuda Rusya istihbaratı ilginç şeyler fısıldayabilir.

Doğrusu Putin böyle bir tavır alsa, Rusya’nın geleneksel olarak Türkiye düşmanı lobilerinin pek hoşuna gidebilirdi. Öyle ya, savaşlarla dolu 5 asırlık tarih bir yana, bugün de Türkler Suriye, Libya, Kafkasya gibi birçok alanda Ruslara “durmadan sıkıntı çıkarıyor”. Dahası Kırım’ı tanımayacağını belki de en sık dile getiren başkentin Ankara olduğu kanısı yaygın Rusya’da. Buna bir de Ukrayna’ya satılan ve savaşta Rusları vuran Bayraktarlar’ı ve Boğazlar’ın Rus askerî gemilerine kapatılmasını eklersek…

Ama Rusya lideri niye bu yola başvursun ki?

Soçi’de gizli bir anlaşma mı yapıldı?

Putin, bir dizi hesap hatasına düşerek başlattığı Ukrayna Savaşı yüzünden artık Batı ile direkt temas kuramıyor. Bırakın siyaseti ve diplomasiyi, ticari-ekonomik ilişkiler hızla çökmekte. Bu ortamda Erdoğan ile diyalogu son derece önemli.

Birincisi, Ankara yıllardır bir koltukta iki karpuzu taşıma gayretiyle öne çıkıyor: Bir yandan Batı ittifakının bir parçası, diğer yandan Moskova ile çok yönlü yakın ilişkileri var. İkincisi, Putin ile Erdoğan’ın ve onların ülkelerinde kurdukları yönetim biçimlerinin arasında epeyce benzerlik bulunuyor. (Bir defasında Putin bunu şöyle dile getirmişti: “Erdoğan’la çalışmak Avrupa’ya göre daha kolay. Karar veriyor ve hemen uyguluyor. Avrupa’da ise 27 ülke ile anlaşabilmek için yıllarca bekliyoruz.” Öyle ya, hükümetler, parlamentolar, komisyonlar, oylamalar… Demokrasi başa bela!.. Oysa Türk-Rus ilişkileri denilen şey, çoktan beri iki liderin dört dudağının arasında.)

Ukrayna’ya saldırısı dolayısıyla ABD ve AB cephesinde tahmin ettiğinden çok daha sert tepki gören Kremlin bir çıkış arıyor. Enerji alanında yükselen fiyatlar, Moskova’nın bu aylarda durumu idare etmesini sağladı. Ama ya sonra ne olacak?

Geçen yıl Rusya’nın ihracat gelirlerinin yüzde 49’u enerji kaynaklarından geliyordu (490 milyar doların yaklaşık 244 milyar doları); petrol ve gaz gelirleri Rusya ulusal bütçesinin yüzde 36’sını oluşturuyordu (toplam 25,3 trilyon ruble içinde 9 trilyon ruble). Petrol ithalatının üçte birini Rusya’dan karşılayan Avrupa Birliği, bu yıl sonuna kadar Rus petrolünden yüzde 90 oranında vazgeçme kararı aldı.

Biraz daha yavaş tempoda da olsa doğal gazda da benzeri yaptırımlar gündemde. Sorunlar, öyle her adımda indirim talep eden Çin’e ve Hindistan’a biraz daha fazla ihracat yapma çabasıyla çözülecek gibi değil. Rusya bir çıkış arıyor. Ve ilk aklına gelen çıkışlardan biri “sol yöntemler” (Rus dilinde “sol” bazen “yasadışı” ve “gizli” anlamında kullanılıyor.)

Bundan sonrasını analiz etmeye ekonomi ve piyasa bilgim yetmez. En fazla, son günlerde okuduğum bazı haberlere dikkat çekebilirim:

Mesela, The Washington Post, Ukrayna kaynaklarına dayanarak Rusya’nın Türkiye’de petrol rafinerileri, terminaller ve rezervuarlar satın alma veya ortak olma niyetini yazdı. Elbette Türkiye’den ihraç edilecek petrol, “yasaklı Rus petrolü” sayılmayacak.

Mesela, Kalyon-Kolin ortaklığının, İzmir'de bulunan ve Etki Liman adı verilen “yüzen sıvılaştırılmış doğal gaz depolama ve gazlaştırma terminali”ni (Turquoise adlı gemi de dâhil) satışa çıkardığı ve bir Rus yatırımcıya satılması ihtimalinin güçlü olduğu da medyamıza düşen haberler arasındaydı.

Bu arada Rusya’nın Türk bankalarında Rusların hesap açma ve transfer yapmasının, ayrıca Türkiye’deki serbest bölgelerde Batı yaptırımları dışındaki çeşitli alanlarda üretim şartlarının kolaylaştırılması için ricada bulunduğu da haftanın ilginç haberleri arasındaydı.

Ama galiba bu alanda en çok ilgi çeken haber, Rusya’nın Akkuyu Nükleer Santrali dolayısıyla Türkiye’ye 2-5 milyar dolar gönderdiği (iddiaya göre, üç parçada 15 milyar dolar göndereceği) idi. Temmuz sonu ve Ağustos başında bankalardaki yabancı para mevduatının artmasını buna bağlayanlar az değildi.

Bu durum akla, “Acaba Erdoğan, Putin’in Batı yaptırımlarını ‘bir şekilde’ aşmasına yardımcı olması karşılığında, seçimler öncesinde Rusya’dan gelecek para ile Türkiye ekonomisinin biraz rahatlatılması sözü mü aldı?” sorusunu getiriyor. Gerçi “rahatlama” için en az 40-50 milyar dolar telaffuz edilirken, Rusya’dan gelecek para derde ne kadar deva olabilir, ama olsun…

‘Erdoğan’ın iktidarını koruması Rusya’nın çıkarına’

Soçi’de Erdoğan ile Putin arasında 4 saatte neler konuşulduğunu ve hangi konularda anlaşılıp hangilerinde anlaşmaya varılamadığı bilmiyoruz. Ama “yaptırımların etrafından dolanma vaadine karşılık seçim desteği” (veya tersinden okursak “seçim desteğine karşılık yaptırımların etrafından dolanma vaadi”) söylentileri daha şimdiden ortalığı karıştırmaya başladı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin yasadışı Rus varlıkları veya işlemleri için güvenli bir liman haline getirilmemesi gerektiği yolunda bir uyarı yaptı.

Financial Times Gazetesi, Batılı yetkililerin, Türkiye ile Rusya arasında derinleşen ekonomik iş birliği konusunda giderek daha fazla endişe duyduğunu vurguladı.

Rusya medyasında, Putin’in Erdoğan’a vereceği destekle onu iktidarda tutabileceği üzerine iddialar ve Türkiye’de iktidar değişirse iki devlet arasındaki ilişkilerde sorunlar yaşanacağı üzerine uyarılar yer almaya başladı.

Moskovskiy Komsemolets Gazetesi’nde bir yorumcu, “İki lider aynı dilde konuşup birbirini anlıyor. 2023’te Türkiye’de yeni bir lider başa gelirse bu tür özelliklere sahip olacağından kuşkuluyum. Erdoğan’ın iktidarını koruması kesinlikle Rusya’nın çıkarınadır” diye yazdı.

Kommersant Gazetesi’nde “Türkiye, Avrupa'ya açılan neredeyse tek penceremiz olmaya devam ediyor. Yarın değişim rüzgârlarıyla bu pencere aniden kapanırsa, o zaman ne olacak?” sorusu ortaya atıldı.

Tam burada şunu da belirteyim: Geleneksel Sovyet çizgisinden ilerleyen Rusya, iktidarlarıyla iş birliği yaptığı ülkelerde yumurtaları hep tek sepete doldurduğundan dolayı Türkiye muhalefetiyle ilişki kurmaktan kaçınıyor.

Dış politikaya fazla ilgi göstermediği izlenimini veren bizdeki muhalefetin de Moskova ile bugünden ilişki kurmak diye bir kaygısı olmadığı ve “yarın iktidara gelince duruma bakarız” anlayışıyla davrandığı söylenebilir (aslında bu sadece Moskova ile değil diğer önemli başkentler açısından da geçerli sanırım).

Bir koltukta iki karpuz giderek zorlaşacak

Soçi’den geride kalan bir cümle de yabana atılacak gibi değildi: Erdoğan, Putin’in Eylül ayında Özbekistan’da yapılacak olan Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesine katılması yolundaki davetini kabul etmişti.

ŞİÖ’nün üyelerini sayalım: Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Hindistan, Pakistan ve İran. NATO açısından bu ülke liderlerine Erdoğan’ın da eklenmesi heyecan verici bir fotoğraf olur, değil mi?

NATO demişken, askerî blokun 29-30 Haziran Madrid Zirvesi’nde kabul edilen 49 maddelik “2022 Stratejik Konsepti”nde 2030’a kadarki hedefler belirlenirken Rusya’nın “müttefiklerin güvenliği, barış ve istikrar için en büyük ve doğrudan tehdit” olarak nitelendiğini hatırlatayım. Bu durum, giderek NATO üyesi Türkiye’nin Batı ve Rusya arasında denge politikası izlemesini zorlaştıracağa benziyor.

Putin yönetimi, Türkiye’ye S-400 satışından Astana Süreci’ne kadar birçok konuda Türkiye ile ilişkileri “NATO’yu bölme” hamleleri olarak kullanıyor. Üstelik hem Rus siyasiler, hem de uzmanlar ve gazeteciler zaman zaman Türkiye’nin “Sonuçta Batı’nın bir parçası” olduğunu teslim edip ona fazla güvenmediklerini belli etse de “bu durumu ne kadar kullansak kârdır” mantığından gidiyor.

Bir de Putin’de de en az Erdoğan’daki kadar gelişkin bir pragmatizm anlayışı var tabii. Ukrayna Savaşı sırasında Batı ile Türkiye’den daha iyi bir iletişim kanalı bulunamadığına göre, neden sorunlardan çok ortak noktalar öne çıkarılmasın ki?

Erdoğan da benzer bir hattan yürüyor. Savaşın Türkiye’ye tanıdığı fırsattan olabildiğince yararlanmak istemesi sadece doğal değil doğru da. Ama Ankara’nın dış politikaya uzun vadeli stratejiler oluşturmaktan ziyade günlük taktik arayışları ve pazarlık sanatı üzerinden yaklaşması, bazen işleri karışık bir hale getiriyor.

Seçimlere az zaman kalması ve ekonomik kriz, iktidarı dış politikada daha büyük başarılara koşma yolunda kışkırtıyor. Ama Ukrayna’daki savaşın ve Rusya ile NATO arasındaki gerilimin tehlikeli biçimde gelişmesi, Batı ile Moskova arasındaki daracık bir hattan ilerlemeye çalışan Erdoğan için giderek daha fazla zorluk ve risk yaratacağa benziyor.


Hakan Aksay'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor.

Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar

Bahsedilen sayı değil insandır

Gerçekleri örten sayıların ruhunu tanımaktaki isteksizliğiniz yüzünden savaşlar, çatışmalar, trafik kazaları sürüp gidecek...Ve siz hep kaygısız dinleyeceksiniz o kanlı sayıları...