24 Temmuz 2011

Anlamıyorum, hiç anlamıyorum…

Anlamıyorum. Pek çok şeyi anlamıyorum. Belki benim dışımda herkes anlıyor. Ama ben anlamıyorum.

Anlamıyorum. Pek çok şeyi anlamıyorum. Belki benim dışımda herkes anlıyor. Ama ben anlamıyorum.

Neden var güçle tepki gösterilmesi gereken birçok rezilliği, “Burası Türkiye” diyerek olağan karşılamaktan neredeyse keyif duyan insanlar vardır; anlamıyorum.

Neden insan, okumaya zaman ayıramayacağı kitaplara, giymeye fırsat bulamayacağı giysilere ve sevmeye çaba harcamayacağı kişilere sahip olma hırsıyla yanıp tutuşur; anlamıyorum.

Neden “devlet büyüklerinin” bir yerlere gidişlerinde ve dönüşlerinde, bir sürü adam, işini gücünü bırakıp uğurlama ve karşılama törenlerinde saatlerce zaman harcar; anlamıyorum.

Neden dini çevrelerle ve geleneklerle sıkıntısı olan pek çok insan, söze “Ben de Müslümanım, ama...” diye başlamayı zeki bir taktik olarak değerlendirir; anlamıyorum.
Neden solcular zamanlarının çoğunu, kendilerine en yakın olan öteki solcularla çekişmeye ayırmayı borç bilirler; anlamıyorum.

Neden politikacılar için en önemli ve en sorumlu aşama hep bugündür; en büyük başarılar ve en ciddi tehlikeler hep şimdi gündemdedir; anlamıyorum.

Neden genç kızlara erkekler tanıştıklarında, onları birbirlerine yaklaştıran temel istekten söz edilmez de, hep başka şeylerden konuşulur; anlamıyorum.

Neden ölen bir insanın arkasından ağlarken bile yakınları bencilliği elden bırakmaz ve sevdiklerinin ölümünden çok, onu bir daha göremeyeceklerine yanarlar; anlamıyorum.

Neden filmlerin çoğu, kadınla erkeğin evlenmesiyle biter; neden aşkların ölümünü, aile kavgalarını ve boşanmaları işleyen filmler böylesine azdır; anlamıyorum.

Neden insanlar hiç tanımadıkları kişiler karşısında kibar ve şık olmaya dikkat ederken, yakınlarına ve sevdiklerine karşı özensizliği neredeyse bir samimiyet belirtisi sayarlar; anlamıyorum.

Neden birbirlerini sevmeyen bazı kişiler, ilişkilerini koparıp atmazlar da, sanki sürekli bir dedikodu ve nefret antremanı yapar gibi ha bire görüşür dururlar; anlamıyorum.

Neden konu sadakate geldiğinde, eşlerini aldatan bazı insanlar hiç olmazsa susmayı yeğlemez de, evliğin kutsal bir kurum olduğu üzerine ateşli nutuklar atar; anlamıyorum.

Neden artık ölüme bir soluk kadar yaklaşmış olan işadamı, “ömrün şu biten neşesi tam olsun” diyerek gönlünce zaman geçirmeye koyulmaz da, hâlâ paraya-pula tapmaya devam eder; anlamıyorum.

Neden insan haklı olduğunun bilincine varabilmek için mutlaka başkalarının da kendisi gibi düşünmesini zorunlu sayar; anlamıyorum.

Neden insanın dış görünüşüyle iç dünyası arasında paralellik yoktur; neden bütün güzeller iyi, bütün kötüler çirkin değildir; anlamıyorum.

Ben bunları bir türlü anlamıyorum. Siz anlıyor musunuz? Anlıyorsanız, bana da anlatır mısınız?..

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"